Nizamettin MELİKOĞLU

Nizamettin MELİKOĞLU

Endülüs İslam Devleti’nin Rönesans Aydınları Üzerindeki Etkileri

Dünya medeniyetler tarihinde İslam dininin/medeniyetinin çok imtiyazlı bir yeri vardır. Daha önceki medeniyetleri de olgunlaştırıp kıvamına getiren buluş ve icatların çoğunluğunun zaten peygamber ve nebilerin irşadlarıyla olduğunu biliyoruz.

Yani her bir peygamberin kendi döneminde aynı zamanda bir fen veya teknolojinin üstadlık veya rehberliğini yaptıklarını peygamberler tarihinden anlayabiliyoruz. ‘Hattâ denilebilir ki, mânevî kemâlât gibi, maddî kemâlâtı ve harikaları dahi, en evvel mu'cize eli nev-i beşere hediye etmiştir. İşte, Hazret-i Nuh'un (aleyhisselâm) bir mu'cizesi olan sefine ve Hazret-i Yusuf'un (aleyhisselâm) bir mu'cizesi olan saati, en evvel beşere hediye eden, dest-i mu'cizedir. Bu hakikate lâtif bir işarettir ki, san'atkârların ekseri, herbir san'atta birer peygamberi pîr ittihaz ediyor. Meselâ gemiciler Hazret-i Nuh'u (aleyhisselâm), saatçiler Hazret-i Yusuf'u (aleyhisselâm), terziler Hazret-i İdris'i (aleyhisselâm)...’[1]

İslam dini de geldikten itibaren çok mütevazi görünmekle beraber, çok kısa bir dönem içerisinde bütün insanlığa hem maddi hem de manevi manada terakkinin prensiplerini ihtiva eden eser ve icraatları hediye etmiştir.

İslam medeniyeti bu yüksek hakikatleri insanlığa ders verebilecek seviyedeyken, Avrupa coğrafyası tarihçilerin de tespitiyle taassup ve cehalet karanlıkları içerisinde yüzüyormuş. Matematikte, Coğrafya biliminde, Astrolojide, Kimya ve Fizik ve Tıp bilimlerinde günümüz bilimlerinin temelini oluşturan buluş ve icatları İslam tarihinin ilk iki veya üç yüzyılı içerisinde yapmışlardır. Örneğin yerçekimi kanununu Newton’dan (1642-1727) 6-7 asır önce er-Razi (1150-1210), el-Hazın (900-960), el-Biruni (973-1048), el-Hemdani (893-945) ve Nasiruddin et-Tusi (1201-1274) gibi alimler telif etmiş oldukları eserlerde yazmışlardır. Yani İslam dini başta Asya, Afrika ve Avrupa olmak üzere bütün insanlığa bütün alanlarda seviye kazandırmıştır.

Yine peygamberimizin (s.a.v.) vefatından bir asır gibi kısa bir süre sonra, müslümanlar Avrupa kıtasına Cebel-i Tarık boğazı üzerinden ulaşarak burada muazzam bir İslam medeniyetini yaşatacak olan Endülüs İslam devletini kurmuşlardır. Kısa sürede burada, Avrupa kıtasının kaderini değiştirmeye vesile olacak çok değerli ilim adamları yetişmiştir. Bediüzzaman hazretleri de ‘Avrupa'nın en büyük üstadı Endülüs devlet-i İslâmiyesidir.‘[2] derken aslında Avrupa kıtasında başlayan aydınlanma hareketinin ünvanı olan Rönesans’ın, Gırnata’daki el-Hamra ve Kurtuba’daki muhteşem medreselerde ders alıp ders veren allamelerin eserlerinin tercüme edilmesiyle başladığını veciz bir şekilde ifade etmiştir. Tabi Selçukluların Bağdad, İsfahan, Musul, Belh, Basra ve Nisabur’daki Nizamiye medreseleri, Eyyubi’lerin, Cizre, Diyarbekir, Şam, Halep ve kahire/El-Ezher’deki medreselerin ilim dünyasına katkılarını unutmamak gerekir.

Ancak Avrupa kıtasını başta Rönesansla daha sonra sanayi devrimiyle insanlığın maddi takaddüm açısından gıpta edeceği seviyeye gelmesini sağlayan Endülüs devleti, idarecileri arasında yaşanan sıkıntılar sonucu zayıflamasıyla, oradaki müslümanlar barbarca ve vahşice Reconquista sloganıyla esef verici ve son derece trajik bir halde ortadan kaldırılmışlardır.

İşte bu yazımızda nazara vermek istediğimiz husus, bütün insanlığa üstadlık etmiş olan İslam alimlerinin, Batı’nın geç dönemde ulaştıkları bilgi ve tecrübeleri onlardan en az 6 veya 7 asır önce yazmış olup, insanlığın istifadesine sunmuş olmalarıdır. Sonra bu muazzam bilgi birikiminin Endülüs üzerinden Avrupa kıtasını da etkileyerek, nihayet Rönesans hareketine sebebiyet vermiş olmalarıdır. Örneğin, Rönesans’ın en önemli bilim adamlarından olan İshak Newton’un (1642-1727)‘Naturalis principia Mathematica’ adlı eserinde tespit ettiği hareketin üç yasasını müslüman alimler çok önceki asırlarda bulmuşlardı.

Newton’un hareket ile ilgili birinci yasası; ‘Bir cisim üzerine dengelenmemiş bir dış kuvvet etki etmedikçe, cisim hareket durumunu (durağanlık veya sabit hızlı hareket) korur.’

Bu yasayı İslam alimi İbn-i Sina (981-1036) el-İşarat ve’t-Tenbihat adlı eserinde şu şekilde zikretmiştir;

‘Bir cisim harici bir etki eden kuvvete maruz kalmadıkça farklı bir konum veya şekle girmez.’[3] Dolayısıyla hareketin birinci yasasını İbn-i Sina 7 asır önce bulmuştur.

Hareketin 2. Yasası; ‘Bir cisim üzerindeki net kuvvet, cismin kütlesi ile ivmesinin çarpımına eşittir.’

Bu hareket yasasını da Hibetullah bin Melika el-Bağdadi (1087-1164) el-Muteber fi’l-Hikme adlı eserinde şu şekilde ifade etmiştir; ‘Sürat/hız kuvvetin artması ile doğru orantılı olarak artar. Yani itme kuvveti ne kadar artarsa hareket eden cismin hızı da artar. Aradaki mesafe azalınca zaman da kısalmış olur/Zamandan tasarruf edilmiş olur.’[4]

Hareketin 3. Yasası; ‘Bir cisme, bir kuvvet etki ediyorsa; cisimden kuvvete doğru eşit büyüklükte ve zıt yönde bir tepki kuvveti oluşur.’

Bu yasayı yine Hibetullah bin Melka el-Bağdadi aynı eserinde şu şekilde ifade etmiştir; ‘İki cazip kuvvet arasındaki bir daire üzerinde herbir cazip kuvvetin karşı kuvvete karşı bir direnci vardır. Bir kuvvet, daireyi kendine doğru çekerse diğer kuvvetin etkisinden kurtulmaz. Diğer kuvvetin daire üzerinde etkisi zayıf ta olsa vardır. Eğer olmasaydı diğer kuvvetin çekim gücüne ihtiyaç kalmazdı.’[5]

Bu manayı aynı şekilde Fahreddin er-Razi (1150-1210) el-Mebahisu’l-Meşrikiyye fi İlmi’l-İlahiyyeti ve’t-Tebiâ adlı eserinde dile getirmektedir; ‘Eşit oranda iki cazip kuvvet bir daireyi ortada duruncaya kadar çekerlerse, herbiri diğerinin etkisini dengeleyen bir kuvvet uygulamış olur.’[6]

İbnü’l-Heysem (965-1040) de bu hakikatı el-Menazır adlı eserinde ifade etmiştir. Aslında Latinceye Gerardus Cremonensis tarafından 12. yüzyılda tercüme edilerek, 600 yıl boyunca Batı dünyasını gözün anatomisi ve fizyolojisi noktasında etkileyen İbnü’l-Heysem’in el-Menazır/‘Optik hazinesi/Görüntüler kitabı’ üzerine tevfik refik olursa müstakil bir yazı yazma niyetindeyiz.

Tabi müslümanlar bir yandan yeni buluşlara imza atarken değer taraftan Yunan felsefesinin hatalarını da tashih etmişlerdir. El-Bağdadi Aristo’nun (M.Ö. 384-322) ‘Ağır cisimler hafif cisimlerden daha hızlı düşerler.’ şeklindeki hatasını el-Muteber fi’l-Hikme adlı eserinde ‘Boşlukta hareket eden büyük veya küçük cisimlerin hareketleri eşittir.’ diyerek tashih etmiştir.[7] Galileo (1564-1642) Aristo’nun bu hatasını ‘Yerçekimi ile yere düşen bir cismin hızı kütlesinden bağımsızdır.’ diyerek Aristo’nun bu hatasını el-Bağdadi’den ancak 5 asır sonra tashih edebilmişti.

İşte Bediüzzaman hazretleri ‘Halbuki İslâmiyet fünunun seyyidi ve mürşidi ve ulûm-u hakikiyenin reis ve pederidir.’[8] diyerek tarih içerisinde hakim olan muazzam bir külli hakikatı dile getirmiştir. Biz de bu külli hakikatın cüz’i bir nümunesini derleyip toparlamaya gayret ettik.

Gayret bizden tevfik Hüda’dandır.

السلام علي من اتبع الهدي والملام علي من اتبع الهوي

[1] Said Nursi, Sözler, s. 344.

[2] Said Nursi, Mektubat, s. 455.

[3] Ahmed Fuad Bâşa, et-Turasu’l-İlmi Li’l-Hadareti’l-İslamiyye, s. 76.

[4] A.g.e., s. 76.

[5] A.g.e., s. 77.

[6] A.g.e., s. 77.

[7] A.g.e., s. 79.

[8] Said Nursi, Muhakemat, s. 19.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
8 Yorum