Hac kulluktur

Hac kulluktur

Günlük Risale-i Nur dersi…

Bismillahirrahmanirrahim

İşte ey tembel nefsim! Bir nevi Mi'rac hükmünde olan namazın hakikati, sâbık temsilde bir nefer, mahz-ı lûtuf olarak huzur-u şâhâneye kabulü gibi, mahz-ı rahmet olarak Zât-ı Celîl-i Zülcemâl ve Ma'bud-u Cemîl-i Zülcelâlin huzuruna kabulündür.  (Allah en yüce ve en büyüktür.) deyip, mânen ve hayalen veya niyeten iki cihandan geçip, kayd-ı maddiyâttan tecerrüd edip bir mertebe-i külliye-i ubûdiyete veya küllînin bir gölgesine veya bir sûretine çıkıp, bir nevi huzura müşerref olup,  (Ancak Sana kulluk ederiz. (Fâtiha Sûresi: 5.)) hitâbına, herkesin kabiliyeti nisbetinde bir mazhariyet-i azîmedir. Âdetâ, harekât-ı salâtiyede tekrarla demekle kat-ı merâtib ve terakkiyât-ı mâneviyeye ve cüz'iyâttan devâir-i külliyeye çıkmasına bir işarettir ve mârifetimiz haricindeki kemâlât-ı kibriyâsının mücmel bir ünvânıdır. Güyâ herbir bir basamak-ı mi'raciyeyi kat'ına işarettir. İşte şu hakikat-i salâttan mânen veya niyeten veya tasavvuren veya hayalen bir gölgesine, bir şuâına mazhariyet dahi büyük bir saadettir.

İşte hacda pek kesretli denilmesi, şu sırdandır. Çünkü, hacc-ı şerif, bilasâle herkes için, bir mertebe-i külliyede bir ubûdiyettir. Nasıl ki bir nefer, bayram gibi bir yevm-i mahsusta, ferik dairesinde, bir ferik gibi padişahın bayramına gider ve lûtfuna mazhar olur. Öyle de, bir hacı, ne kadar âmî de olsa, kat-ı merâtib etmiş bir velî gibi, umum aktâr-ı arzın Rabb-i Azîmi ünvânıyla Rabbine müteveccihtir, bir ubûdiyet-i külliye ile müşerreftir. Elbette, hac miftâhıyla açılan merâtib-i külliye-i Rubûbiyet ve dürbünüyle nazarına görünen âfâk-ı azamet-i Ulûhiyet ve şeâiriyle kalbine ve hayaline gittikçe genişlenen devâir-i ubûdiyet ve merâtib-i kibriyâ ve ufk-u tecelliyâtın verdiği hararet, hayret ve dehşet ve heybet-i Rubûbiyet ile teskin edilebilir ve onunla o merâtib-i münkeşife-i meşhude veya mutasavvere ilân edilebilir.

Hacdan sonra, şu mânâ-i ulvî ve küllî, muhtelif derecelerde, bayram namazında, yağmur namazında, husûf küsûf namazında, cemaatle kılınan namazda bulunur. İşte, şeâir-i İslâmiyenin, velev Sünnet kabîlinden dahi olsa, ehemmiyeti şu sırdandır. (Sözler, On Altıncı Söz)

Bediüzzaman Said Nursi

SÖZLÜK:

 

ADETÂ : Âdet olduğu üzere, her vakitki gibi, alelâde. Bayağı surette, âdi bir suretle. Düpedüz.

ÂFÂK : Ufuklar. Gökle yerin birleşir gibi göründüğü yerler. Mecaz olarak görüş ve dönüş sınırları mânâsında kullanılır.

AKTÂR-I ARZ : Yeryüzünün her tarafı.

ÂMÎ : Bilgisiz, câhil.

BİLASÂLE : Bizzat, kendisi, eli ile, başkasını vâsıta etmeden, asâletiyle.

CEMÎL-İ ZÜLCELÂL : Büyüklük sâhibi ve çok güzel olan Cenab-ı Hak.

CÜZ'İYÂT : Parçaya ait olan şeyler, ufak tefek şeyler.

DEVÂİR-İ KÜLLİYE : Geniş ve umumî daireler.

DEVÂİR-İ UBÛDİYET : Kulluk dâireleri.

FERÎK : General, korgeneral, tümgeneral.

HAREKÂT-I SALÂTİYE : Namazdaki hareketler.

HAYALEN : Hayal olarak, hayâl ederek.

HİTAB : Söz söyleme. Topluluğa veya birisine karşı konuşma.

HUZUR-U ŞÂHÂNE : Pâdişahın huzuru, makamı.

KÁBİLİYET : Dıştan gelen tesirleri alabilme gücü, kabul edebilirlik. Kabul edici yüksek bir kuvvete sahip olmak.

KAT' : Kesme, ayırma.

KAT'-I MERATİB : Mertebeleri aşıp geçme.

KAYD-I MADDİYAT : Maddenin bittiği yer.

KEMÂLÂT-I KİBRİYÂ : Sonsuz büyüklük sâhibi Allah'ın kemâlâtı.

KESRET : Çokluk, sıklık, çeşitlilik.

KÜLLÎ : Bütüne mensup parçalardan ve fertlerden meydana gelen, umumî, bütün.

MA'BUD-U Bİ-L HAK : Hak olan ma'bud. Hakkıyla ibadete lâyık olan Allah (C.C.)

MAHZ-I LÜTUF : İyilik ve ihsanın tâ kendisi.

MAHZ-I RAHMET : Rahmetin tâ kendisi.

MÂNEN : Mânâ îtibâriyle ve mânevî olarak.

MÂRİFET : Bilgi, bilme, tanıma, hüner, anlatma, övme.

MAZHARİYET-İ AZÎME : Büyük mazhariyet.

MERÂTİB-İ KİBRİYÂ : Büyüklük mertebeleri.

MERÂTİB-İ MÜNKEŞİFE-İ MEŞHUDE : Görünen, açılıp genişleyen mertebeler.

MERTEBE-İ KÜLLİYE-İ UBÛDİYET : Kulluğun geniş, umumî ve büyük mertebesi.

Mİ'RAC : Merdiven; yükselecek yer; Peygamberimizin (a.s.m.) Cenâb-ı Hakk'ın huzuruna ruhen, cismen ve hâlen çıkması mu'cizesi.

Mİ'RACİYE : Mevlid-i Şerifteki -Mi'râc bölümü.-

MİFTÂH : Anahtar.

MUTASAVVER : Tasavvur edilmiş, yapılması düşünülmüş, hatırdan geçen.

MÜCMEL : Kısa, öz, muhtasar, sözü az mânâsı çok.

MÜŞERREF : Şereflenen.

MÜŞERREF : Şereflenen.

NEFER : Asker, er.

NEV : Çeşit, sınıf, cins, tür.

SÂBIK : Geçen, geçen devre, geçmiş, daha önce, önceki, evvelki.

SALÂT : Namaz.

ŞEÂİR : Alâmet; İslâmın alâmeti olan şeyler. (Dînî kıyâfet, ezan, kurban gibi.)

ŞERİF : Şerefli.

ŞUÂ : Bir ışık kaynağından uzanan ışık hüzmesi.

TASAVVUREN : Düşünerek, zihinde tasarlamak suretiyle.

TECERRÜD : Sıyrılma, soyunma, çıplak olma.

TEMSİL : Örnek, birşeyin aynısını veya mislini yapma, benzetme.

TERAKKİYAT-I MÂNEVÎYE : Mânevî ilerleme, yükselme.

UFK-U TECELLİYÂT : Tecellîlerin, görüntülerin ufku.

YEVM-İ MAHSUS : Özel gün.