Musibet ve Musibet-i Diniye
Hastalık, kuraklık, zelzele ve yangın gibi maddî musibetler insanın dünya hayatını tehdit ediyor veya zarar veriyor, günahlar ise insanın ebedî hayatını tehdit ediyor
“İnsana isabet eden hastalık, bela, sıkıntı gibi elem ve keder verici hadiseler.”
Musibet; kuraklık, kıtlık, hâsılat veya hayvanata arız olan afetler, arazi zayiatı ve zelzele gibi her türlü zararlara şamildir. Ayrıca, ölüm, hastalık, açlık ve yoksulluk gibi canlara taalluk eden acılardır. Bir ayette mealen şöyle buyrulur:
“Andolsun biz sizi biraz korku, biraz açlık, biraz da mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltme ile imtihan edeceğiz. Müjdele o sabredenleri!” (Bakara, 2/155)
Bütün musibetler Allah’ın ilmi ezelisinde veya Levh-i mahfuzda yazılmış bir takdiridir. Nitekim bir ayette mealen şöyle buyrulur: “Yeryüzünde vuku bulan ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce bir kitapta yazılmış olmasın. Şüphesiz bu, Allah’a göre kolaydır.” (Hadid Suresi,22)
Bu dar-ı imtihanda hiç kimsenin asude bir hayat yaşadığı vaki olmamıştır. İnsanın yaratılışından beri hal, bu minval üzere devam etmektedir. Bu değişmez ezeli bir kanundur, kıyamete kadar da böyle gidecektir. Bu dünya bir imtihan salonu olduğundan insanlar çeşitli şekillerde imtihana tabi tutulmaktadırlar.
Allah Resulünden (asm) iki hakikat dersi: “Dünyada rahat yoktur” ve “Dünya ahiretin tarlasıdır.”
Bu iki hadis-i şerifi birlikte düşündüğümüzde şu neticeye varırız: “Tarlada rahat yoktur.”
Dünya ebedî saadet için çalışma diyarıdır, rahat yaşama ve zevk etme yeri değil.
Bu gerçekten gaflet edenler dünyada olmayan bir şeyi aramakla rahatsız olurlar.
Dünyada rahat edebilmek için:
- Sürekli genç kalacaksınız; ihtiyarlık size hiç ilişmeyecek.
-Daima zengin olacaksınız, hiçbir şeyin yokluğunu çekmeyeceksiniz.
-Sıhhatiniz hiç bozulmayacak, hastalık nedir bilmeyeceksiniz.
-Bütün yakınlarınız ve sevdikleriniz de sizin gibi olacaklar.
- Ve en önemlisi önünüzde ölüm olmayacak.
Hastalıklar, musibetler, yoksulluklar, menfaat kavgaları, harpler, kıskançlıklar, gıybet ve iftiralarla dolu bir dünya hayatında huzur ve rahatı yakalamak mümkün değil. Bunun tek yolu bu dünya tarlasında ebedî âlem için çalışmak, o sonsuz hayatın saadetle geçebilmesinin gereklerini yerine getirmektir. En kısa ifadesiyle “iman, salih amel, takva ve güzel ahlak” dairesinde bir hayat geçirmektir.
Ağır belâ ve musibetlerin insanların üzerine yağmur gibi dökülmesinin nice hikmetleri vardır ki, onu Allah’tan başka kimse bilemez. Cenab-ı Hakk’ın kullarına emrettiği ibadetlerin bir kısmı malî, bir kısmı da bedenîdir. Namaz, oruç, zekât, hac ve tefekkür gibi ibadetlerin dışında hastalıklara ve musibetlere sabır ve tahammül etmek de bir ibadettir, tevekkül ve kulluğun esasıdır. Bu bakımdan başa gelen bela ve musibetlere sabır ve tahammül zaruridir.
Sabır, bir insanın başına gelen bela ve musibetlere isyan etmeden dayanması, uğradığı dert ve belalardan dolayı Allah’tan gayrisine arz-ı şekva etmemesidir. Sabr-ı cemil sahibi olan olgun bir mümin, bu mihnethaneyi dünyada başına gelen musibetlerden dolayı metanetini muhafaza edendir. Bir insanın kadir ve kıymeti başına gelen bela ve musibetlere gösterdiği sabır ve mukavemet nisbetindedir.
SABIR İMTİHANI
Her hastalık ve her musibet ayrı bir sabır imtihanı… Bu imtihanı kaybeden insanlar, kadere itiraz etme tehlikesiyle karşı karşıya kalırlar.
“Kaderin her şeyi güzeldir, hayırdır. Ondan gelen şer de hayırdır. Çirkinlik de güzeldir.” (Sözler, 26. Söz, Dördüncü Mebhas)
İnsan öncelikle kendi bedenini şöyle bir gözden geçirmeli, her organını ayrı ayrı düşünmeli ve sormalı kendi kendine:
Hangisinin yeri, şekli, büyüklüğü ve görevi en güzel şekilde takdir edilmemiş?
Sonra kendi ruh dünyasına intikâl etmeli ve aynı düşünceyi o âlem için de sürdürmeli: Hafıza mı gereksiz, hayal mi? Sevgi mi fazlalık, korku mu?
Beden bütün organlarıyla bir bütün teşkil ettiği ve ancak o zaman fayda sağladığı gibi, ruh da bütün duyguları, hissiyatı ve lâtifeleriyle bir bütün. O da ancak böylece netice verebiliyor.
Bu takdir ve tanzimlerin hepsi kaderi ilan ediyorlar. Buna “bedihî kader” deniliyor. Aynı şekilde, insanın bir ömür boyu başından geçen hâdiseler de nizamlı ve intizamlı. Buna da “manevî kader” denilmekte.
Manevî kaderin irademiz dışındaki tecellileri karşısında, aciz bir kul olarak, ne yapacağımızı şaşırdığımız ve bocaladığımız zaman, hemen bedihî kadere ve ondaki sonsuz hikmetlere nazar etmeli ve “Kadere iman eden kederden emin olur.”(1) dersini iç âlemimize hâkim kılmaya çalışmalıyız.
Risale-i Nur Külliyatı’nda musibetlerin hikmet yönü şöyle nazara verilir:
“Hayat musibetlerle, hastalıklarla tasaffi eder, kemal bulur, kuvvet bulur, terakki eder, netice verir, tekemmül eder; vazife-i hayatiyeyi yapar.” (Lem’alar, 2. Lem'a, İkinci Nükte)
Bir hadis-i şeriften aldığımız müjdeye göre, lambanın sönmesiyle yeniden yanması arasında çekilen cüz’i bir sıkıntı bile günahlara kefaret oluyor.
Musibet-i Diniye; İsyan ve haram gibi dini yaşantıyı zaafa uğratan sebepler, Dini hayata getirilen baskı ve zulümler, Dine sokulan hurafeler demektir.
İkinci Lem'a, insanın başına gelen musibet ve hastalıkların İlahî hikmetlerini izah etmektedir. Musibet ve hastalıklara sabır konusunda Kur’an'da en öne çıkarılan model ise Hz. Eyyûb (as)’ın kıssasıdır. Bu yüzden Üstad Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri bu kıssa üzerinden musibet ve hastalıkların hikmetini izah ediyor.
Her bir “nükte” de sabır ve musibetin bir ciheti izah ediliyor. Bu nüktelerin içinde kıssa ile en alakalı nükte, birinci nüktedir. Çünkü asıl musibet dine gelen musibettir.
Hastalık, kuraklık, zelzele ve yangın gibi maddî musibetler insanın kısa dünya hayatını tehdit ediyor veya zarar veriyor, ama manevî bir musibet olan günahlar ise insanın ebedî hayatını tehdit ediyor. Bu sebeple manevî musibete maruz kalan müminlerin daha ziyade dua ve istiğfara etmeleri elzemdir.
Bu bakımdan, Birinci Nükte'de maddî musibetler ile manevî musibetler arasında bir bağ kurulmakla, manevî musibetlere müptela olanların büyük bir tehlike içinde oldukları ifade edilerek ibadet ve duaya teşvik ediliyor.
Hususen ilk paragraflar kıssa ile nükte arasındaki doğrudan ilişkiyi izah ediyor:
"Hazret-i Eyyub Aleyhisselâmın zahirî yara hastalıklarının mukabili, bizim bâtınî ve ruhî ve kalbî hastalıklarımız vardır. İç dışa, dış içe bir çevrilsek, Hazret-i Eyyub'dan daha ziyade yaralı ve hastalıklı görüneceğiz. Çünkü işlediğimiz her bir günah, kafamıza giren herbir şüphe, kalb ve ruhumuza yaralar açar. … "
Sorularla Risale
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.