Hafız Ali Ergün'ü rahmetle anıyoruz

Hafız Ali Ergün'ü rahmetle anıyoruz

Bugün vefat yıldönümü olan, Bediüzzaman Said Nursi'ni talebelerinden Hafız Ali Ergün'ü rahmetle anıyor, konuyla ilgili Yazar Ömer Özcan'ın yazısını RisaleHaber okuyucularının istifadesine sunuyoruz...

Risale Haber-Haber Merkezi

Hâfız Ali Ergün 1898 (1313) tarihinde Isparta-İslamköy’de doğmuştur. Risale-i Nur eserlerini, Osmanlıca olarak, el yazısıyla yazıp çoğaltarak ve çok sayıda talebe yetiştirerek çok büyük hizmetlere vesile olmuştur. O kadar ki; İslamköy’deki evinde, tek başına bir matbaa, bir fabrika gibi çalışmış, yazdığı on binlerce sayfa Risale-i Nur bütün Anadolu’ya yayılmıştır.

Bu sebeple Üstad Bediüzzaman Hazretleri O’nu, Risale-i Nur’da çok anmakta, “Nur Fabrikası Sahibi” ismini vererek çok takdir etmektedir. Hatta Kastamonu Lâhikasındaki bir mektubunda, Hâfız Ali’nin İslâmköy’ünü kendi Nurs Köyü ile bir tutmakta ve İslâmköy’ünü Nur Fabrikasının tesis yeri olarak belirtmektedir. Şöyle diyor Üstad: “Ben İslâmköy’ünü Nurs Köyü gibi biliyorum… Nur Fabrikası o köyde dağdağasız teessüs etti…” Hâfız Ali Efendinin bilhassa Barla Lâhikasında onlarca mektubu vardır.

Hâfız Ali ağabey, Nur Risalelerini yazmak için on dört sene müddetle hiç evinden çıkmamış, insanların menfaati için kendi menfaatini terk etmiştir… Bu inziva 1943 senesine kadar devam eder…

hafiz_ali_bilinmeyenfoto_haberici.jpg (Kıymetli bir hatıra; Hafız Ali’nin kimliğinden çıkarılmış bu fotoğrafın aslı Ömer Özcan’ın arşivindedir. )

1943 senesinde başlayan mahkeme dolayısıyla, Üstadı Bediüzzaman Hazretleri ile beraber Denizli hapishanesine sevk edilir. Bir sene sonra, 1944’de hapishanede hastalanır ve hastaneye kaldırılır. Orada, 7 Mart 1944 tarihinde, genç sayılabilecek bir yaşta, 56 yaşında iken, Üstadına bedel şehit olur… Mezarı Denizli kabristanındadır…

Bu vefat Üstad’ı çok üzer... En şiddetli kasırgalarda bile sarsılmayan Koca Bediüzzaman, bu çok kıymetli talebesinin vefatıyla adeta sarsılır… Denizli hapishanesine vefat haberi geldiğinde şöyle yazar: “Aziz, sıddık kardeşlerim! Ben merhum Hâfız Ali'yi unutamıyorum. Onun acısı beni çok sarsıyor…” Üstad’ı, bu kadar çok sevmektedir bu örnek talebesini… 

Evet, Hâfız Ali; ihlasta, hizmette, uhuvvet ve samimiyette, bütün nur talebelerine örnek olacak vasıftadır… Bunu biz söylemiyoruz... Onu örnek gösteren Üstad Hazretlerinin bizzat kendisidir. Tarihçe-i Hayatta ve Barla Lâhikasında neşredilen mühim bir mektupta, ‘bu kıymettar, âli kardeşlik hissiyatı’ Üstad Bediüzzaman tarafından şöyle örnek gösterilip teşvik edilmektedir:

“Kardeşlerimizden İslâmköy'lü Hâfız Ali Efendi, kendine rakib olacak diğer bir kardeşimiz hakkında gösterdiği hiss-i uhuvveti çok kıymetdar gördüğüm için size beyan ediyorum:

O zât yanıma geldi; ötekinin hattı, kendisinin hattından iyi olduğunu söyledim. O daha çok hizmet eder, dedim. Baktım ki; Hâfız Ali kemal-i samimiyet ve ihlas ile, onun tefevvuku ile iftihar etti, telezzüz eyledi. Hem üstadının nazar-ı muhabbetini celbettiği için memnun oldu. Onun kalbine dikkat ettim; gösteriş değil, samimî olduğunu hissettim. Cenab-ı Allah'a şükrettim ki, kardeşlerim içinde bu âlî hissi taşıyanlar var. İnşâallah bu his büyük hizmet görecek. Elhamdülillah yavaş yavaş o his bu civarımızdaki kardeşlere sirayet ediyor.” (Barla Lâhikası 125)

Ne büyük bahtiyarlık… Kendisinden sonra hizmete dâhil olan Hüsrev Altınbaşak, Üstadının muhabbetini celbettiği için, Hâfız Ali bundan lezzet alıyor, memnun oluyor… Allah’tan niyazımız odur ki; hepimizde, umum nur talebelerinde bu his ma’kes bulsun ve bizleri onların şefaatlerine nail eylesin… Âmin…

İslamköylü Hafız Ali Efendi hakkında oldukça uzun araştırmalarım oldu... Vefatının 66. yılında kendisini rahmet, minnet ve dualarla anıyor, hatıraların küçük bir bölümünü “Risale Haber” okuyucuları ile paylaşıyorum...

ÖMER ÖZCAN

Hasan Kurt Anlatıyor

Halen hayatta olan 1920 doğumlu Isparta’nın Sav Kasabasından Hasan Kurt Ağabeyimiz İslamköylü Hâfız Ali Efendiyi vefat etmeden bir gün evvel hastanede ziyaret etmiştir. Hazineler değerindeki müşahedelerini ve o mübarek zatın son sözlerini bize şöyle nakletmiştir:

ÜSTAD’I MAHKEMEDE MÜDAFAA EDERKEN GÖRDÜK

Sene 1944. Denizli Mahkemesi devam ediyor… Ben 1943’de askerden yeni gelmiştim. Üstadımız, bütün cemaat gelsin, cemaat olarak orada bulunulsun, nur talebelerinin yalnız olmadığı görülsün diye mahkemeleri takip etmemizi çok istiyordu. Bize böyle haberler geliyordu ağabeylerimizden. İşte biz de kırk elli kişi Sav’dan ve etraf köylerden toplanıp, Üstadın ve talebelerinin mahkemesini dinlemek üzere bir gün evvelden Denizli’ye gittik. Bir otele yerleştik.

hasan_kurt_haberici1.jpg (1920 doğumlu canlı tarih Savlı Hasan Kurt)

Mahkeme günü hâkim dinlemeyi serbest bıraktı… Serbestçe dinledik mahkemeyi... Neredeyse üç bin kişi vardı… Etraftan herkes gelmiş bizim gibi... Üst üste dinledik… Hatta savcı bir ara, “binayı göçüreceksiniz!” diye bağırdı. Ben Üstada yakındım. Üstad öyle heyecanlı ifade veriyordu mübarek… Kollarını böyle sallıyor, kollarını sıvıyor, tam duyamıyoruz ama onlara işaret ede ede başlarına vurur gibi; “Risale-i Nur bu memleketin necat vesilesidir…” diye müdafaa ediyordu... Neyse neticede onları gene içeri aldılar...

HÂFIZ ALİ EFENDİYİ VEFATINDAN BİR GÜN EVVEL ZİYARET ETTİK

İşte bu sırada Denizli hapishanesinde Hâfiz Ali Efendi ağır hastalanmış, hapishaneden hastaneye götürmüşler. Kuleönü Köyü’nden okuttuğu bir genç de oradaki karakolda jandarma imiş. —Kuleönü İslamköy’e çok yakıdır- Ona: “Kardeşim ben çok ağır hastayım, sen kumandanından üç-beş günlük bir müsaade al da, bana refakatçilik yap… Fazla açık saçıklar tuvalete giderken, namaz kılarken yardımcı oluyorlar… Sen yardımcı ol bana…” diyor. İşte o asker bize haber verdi. “Hocam çok hasta, yarın beraat ederlerse hocamı götürürsünüz, yoksa ben sizi ziyaretine götüreyim” dedi.

Nitekim ertesi günü ziyaretine götürdü. Mübarek zat neredeyse sekerat halini almış. Hepimiz elini öptük sıradan, bir odanın köşesinde yatıyordu. Odası müsaitti. Elini öptük. Çok memnun olduğunu söyledi. “Kardeşlerim! Benim bu günlerde yüzde doksan dokuz berzah kapısını açma ihtimalim var. Ölümü severek karşılayalım… Ölümü gülerek karşılayalım… Nur Talebeleri ölümden korkmaz… Ben çok memnunum… Üzüldüğüm bir nokta ise: Şimdiye kadar bunlar bizi serbestçe vazife yaptırmadılar. Vay geliyorlar, vay gidiyorlar, baskın var, yakalayacaklar gibi hep endişeli oldu bu hizmetler... Artık, Risale-i Nur küfrün bel kemiğini kırmıştır… Risale-i Nur perdeyi yırtacak, esas hizmetler şimdiden sonra olacaktır inşallah… Ben o hizmetlere erişemediğim için üzülüyorum…” dedi. İleri görüyor gibi mübarek her şeyi söyledi. Hep dedikleri çıktı. (Hasan ağabey bunları anlatırken çok duygulanmıştı… Sesi titriyor, hem kendisi ağlıyor, hem de bizleri ağlatıyordu… Ö.Ö)

Bizimle beraber gelen Kuleönlü İbiş Mehmet denilen bir ağabeyimiz vardı. Hâfız Ali ağabeyin emsali… Biz daha gençtik. 1313’lüydü Hâfız Ali ağabey. O İbiş Mehmet tecrübeliydi, kitaplardan da okumuş. Bir insan vefat edeceği vakit, ayağının başparmağından itibaren yukarıya doğru çekilirmiş can. O, Hâfız Ali Efendinin ayağını dizine kadar baktı. Can çıktığını o zaman anlamış. (NOT: Barla Lâhikasında bu ağabeyimizin “Kuleönü karyesinden İbişoğlu Mehmed'in bir fıkrasıdır” şeklinde mektubu vardır. Ö. Ö.)

Biz helalleştik. Müsaade istedik, çıktık. Denizli hapsinde 120 kişi vardı talebe olarak, Üstadımız hariç. Mahkeme bitti tabi döneceğiz artık Sav’a. Yalnız beraat olmadı…
İbiş Mehmet o zaman dedi ki: “Kardeşler biz bekleyelim. Ben elimle yokladım bu zat yüzde doksan ihtimalle gidici. Can diz kapağına kadar çekilmiş. Hiç olmazsa cenazesini götürürüz, buralarda kalmasın bu zat” dedi. Yanından ayrılırken de talebesi olan jandarmaya: “Bize er geç haber getir, kendi de işaret etti, vefat edebilir” diye tembih ettik. Kaldığımız otele döndük.

Nitekim sabah namaza kalktığımızda erkenden haber getirdi jandarma. Mübarek zat Rahman’a kavuşmuştu. Allah şefaatine nâil eylesin inşallah. Âmin...

SAVCI ‘BERAAT ETMEDİ CENAZEYİ VEREMEYİZ’ DEDİ

O gün cenazeyi bize verirler mi diye Denizli’de kaldık. Mümkün değil, vermediler. Savcıya kadar çıktık, vermedi. “Mevkuf olduğu için veremeyiz, berat etseydi olurdu belki” dedi savcı. Geçtik cenazeyi almaktan, bizi cenaze işlerine de karıştırmadılar. Hastanenin adamları varmış. Mübarek zatı gözümüz arkada kalarak bıraktık. O resmî adamlar defnetti Hâfız Ali Ağabeyi… Şimdiki yerine...

Aslında Hafız Ali Efendi haber vermiş. Denizlide kalacağını... Bir gün rüyasında; “al sana Denizli toprağı” deyip eline bir avuç toprak vermişler. O mübarek ehl-i kâlp olduğundan anlamış. Sabahleyin kalkmış demiş: “Kardeşler biz burada kalmayacağız. Denizli hapishanesine gideceğiz. Ben orada vefat edeceğim” demiş.  “Sen ne diyorsun efendim. Üstadın bir tek Hâfız Alisi, bir Nur Fabrikası var. Sen hemen ölmeyi mi düşüyorsun?” demişler. Ben bunu bizzat Tâhirî ağabeyden ve daha çok kimselerden duydum.

BEDİÜZZAMAN: “ZABİT! TOKAT YERSİN, KARIŞMAM...”

Tâhirî ağabey şunu da anlatırdı bize. Isparta’dan Denizliye trenle 30 – 40 kişiyi jandarmaların nezaretinde götürmüşler. Orada istasyonda süvari teğmeni karşılamış bunları. Hapishaneye teslim edecek olan o atlı süvari imiş. Onları trenden indirmiş, savcıya teslim etmek üzere götürüyor. Ama edepsizin biriymiş. Elindeki copla bir birine bir ötekine vuruyormuş. “Hadi yürüyün. Adınız hoca olacak birde” deyip vurup duruyormuş. Aralarında doksan yaşında Sav’lı Hasan Can da var... Bir vurmuş, bir de küfür etmiş. İşte o zaman Üstad Hazretleri şöyle bir bakmış: “Zabit! Tokat yersin, karışmam... Bunlar senin küfrüne layık değiller… Bunlar masumdur!.. Tokat yersen karışmam…” demiş sertçe. Hakikaten öyle bir tokat yemiş ki o adam… Onları teslim etmiş. Gözüne bir ağrı girmiş. Hastaneye gitmiş... Gözü akmış… Bunu Tâhirî ağabey anlamıştı bize. Risale-i Nura ihanet edenler bazen böyle hemen tokadını yemiştir…

Hafız Ali Efendi sakallıydı. O fotoğraf çekildiğinde demek ki sakalsızmış henüz. Biraz uzunca yüzlü idi. Ama vefatında yanındaydık, sakallıydı…
Sav’lı Hasan Çavuş’un bize anlattığı hatıralar böyle…

hafiz_ali_mezar_kabir_haberici2.jpg (Denizli Kabristanında medfun Hafız Ali’nin (R.H.) mezar taşındaki yazı: “Mahkeme-i Kübra-yı Haşrî’de, Risale-i Nur Talebelerinin Bayraktarı, Şehid Merhum Hâfız Ali. Rahmetullâh-i Aleyh. Ebeden Dâima.
Said Nursi.”)