Zafer AKGÜL
Hâlâ beklemek
Sosyal medyada bir gönderi yapmıştım. "Benim hâlâ bir ümidim var. Döneceğine dair" şeklindeydi. Guruptaki bir kaç yorumcu arkadaş Yahya Kemal'in "Sessiz Gemi" şiirindeki son mısra'ı kısaltarak esprili cevap verdiler. "Gidenler memnun ki yerinden. Dönen yok seferinden" alıntı cümlesiyle bir daha gelemeyecek anlamını ima ediyorlardı.
Konu, beklenenin gelip gelmeyeceği; ümitlerin devam edip etmeyeceği iken aktarılan bu cümlede herhangi bir yanlışlık yoktu. Yahya Kemal'in o meşhur şiirinden aktarılan cümlede "hâlâ" kelimesi yer almıyordu. Hatırlanması için aynen aktarayım isterseniz.
"Bir çok gidenin her biri memnun ki yerinden
Bir çok seneler geçti dönen yok seferinden."
Görüldüğü gibi şairin cümlesi böyle. Biraz da kafiye, hece ve özellikle Aruz vezni Y.Kemal'i bir çok söylem çeşidi içinde bu cümle biçimine mahkum ve mecbur etmiştir diye düşünürüm hep. Şiirin cümle ve kelimeleriyle oynanmaz artık. Bunca sene geçmiş, üstelik şairin öteki âleme gidişi üzerinden de bir çok sene geçti. Eğer kendi şiirim olsaydı ne yapıp ne edip bu son satıra mutlaka bir "hâlâ" kelimesi eklerdim.
Yanlış anlaşılmasın. Konumuz Yahya Kemal de değil, baştan sona temsilî istiare olan "Sessiz Gemi" şiiri de değil. Gerçi şiirdeki gemi imgesini hâlâ bildiğimiz gemi sanan birçok okuyucu var. Oysa bu gemi tabutun ta kendisi. Sessiz gemi oluşu da içindekinin artık dünya değiştirdiği için sesinin kesilmesinden kaynaklanmaktadır. Çünkü ölüler konuşmaz. Bunu çok iyi bilenlerdenim. Çünkü gençlik yıllarımda özellikle ilkbaharda bulunduğum beldenin mezarlığına gider ehl-i kuburun ruhlarına Yâsin okuyup bağışladıktan sonra dalları çiçeklerle dolu ağaçları ve o ağaçlarda hayatın binbir cilvesini yaşayan kuşların cıvıltılarını dinlemek, şehrâyin yerine dönen kabristanda tefekkür etmek, lahûtî bir zevk verirdi bana. Ama en güzel tarafı da istisnasız eski-yeni, eğik-dik duran iki mezar taşının ortasında tümsekte veya lahit gibi mermer çerçevede yatan ölülerin hiç birinin ses çıkarmayışı, konuşmayışı idi. Bu sessizlik öyle her yerde bulunacak bir sessizlik değildi. Hatta tek başına sessizlik kelimesi de yeterli olmuyor, buna bir de sükûnet de eklemeliyim.
Sadede geleceğim. Şiir en zor ve en ince ve en hassas sanattır. Süleymaniye, Selimiye câmilerinde nasıl mimârî sanatı varsa Yahya Kemal'in "Süleymaniye'de Bayram Sabahı" şiiri de öylesine Türkçe'nin, Türk dilinin kelimelerinden ve sözlerinden binâ edilmiş bir edebiyat/sanat abidesidir. Ne var ki ne kadar büyük şair olurlarsa olsunlar şiirlerinde -eğer hayatta olsaydılar- belli bir süre sonra bir takım kelimelerle oynayacak, kelimelerin anlama katkısı için şiir işçiliğine dikkat edeceklerdi.
Ben kendi hesabıma, "Bir çok seneler geçti dönen yok seferinden" cümlesini elbette ki güzel ve kusursuz bulurum ama içimden hep derim ki keşke bu cümlede "hâlâ" yer alsaydı. Aruzu, ritmi, heceyi dikkate almadan söyleyecek olsak "hâlâ dönen yok seferinden" biçiminde bitmeliydi.
Şiirde sese, akustiğe ve şiirin notaları kelimelerden cümlelere melodi sesi veren musikiye mutlaka bir yer verilmeli diye düşünürüm. Zaten her şiir kendi musikisini veya melodisini kendi getirir.
Yahya Kemal'in başka şiirinde bu "hâlâ" kelimesinin tam da yerini bulduğu bir mısra var.
"Belki hâlâ o besteler çalınır. Gemiler geçmeyen bir ummanda.." İşte şiire anlam derinliği, çağrışım zenginliği ve musiki kazandıran harika bir kelime seçme ustalığı örneği. Mısraın son kelimesi olan "ummanda"daki a asonansının okurken en az üç elif miktarı kendini uzattırmaya mecbur ettirmesi de ne güzel bir tecellidir.
Hâlâ… Bu kelime bana göre, şiir dilinde en anlamlı, en melodili kelimelerden biridir.
Bir dil uzmanı olan Ludwig Wittenstein (1889-1951) "Dilimin sınırları, dünyamın sınırlarıdır" der. İlk elde bu sözü, bir kişi ne kadar çok kelime bilirse o kadar dünyası geniştir" olarak anlarız. Bana göre ise bununla beraber kelimelerin anlam çağrışımları ne kadar çoksa insanın dünyası da o kadar geniştir. Yapısalcılık alanının pirlerinden olan Ferdinand Saussure da dil konusunda iki terim kullanır. Birincisi Language'dir ki bir dilin sadece kendi filolojik -bence dilolojik(!)- özellikleri vardır. Bir de o dilin içinde Parole dediği bir özellik vardır. Biz buna söz veya üslup deriz. İki kişi arasında aynı anlamı taşıması açısından parole anlamı öne çıkarsa da üslup manası daha ağır basar. Nitekim bizde "üslub-u beyan, aynıyla insan" deyimi meşhurdur.
Üslup veya söz artık -Bediüzaman'ın Muhakemat isimli eserinde "Kelâm" diye geçer- o söz sahibinin dil hamurundan neler yapabildiği alana girmek demektir. Cümlenin dizini/tertibi içinde bir kelime öyle bir yerde durur ki artık güzellik unsurunu tamamlayan bir fırça darbesi; binayı tamamlayan bir taş veya ne bileyim hedefini bulmuş bir ok veya kurşun gibidir. Artık eser yek pâre bir bütünlük içinde tarihe damgasını vurur.
Ben bu yazıda sözü hâlâ kelimesiyle başlattım ama onun telaffuzundaki musiki ve çağrışıma hâlâ gelemedim. Öylesine hayran kaldığım bir kelimedir. Söylerken öylesine dalga dalga uzar ki insanı alır götürür öteler ötesine.
Başka bir yazıda benzer konularda buluşmak ümidiyle.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.