Halil KÖPRÜCÜOĞLU
Moğolistan Ve Nurlu Müminler Diyarına Sıla-i Rahim-1
12 Eylül sabahı dokuz yılın hasretini gidermek, Moğolistan’daki Nurlu Müminlerle Sıla-i Rahmi gerçekleştirmek; feyz alıp feyz vermek için hemen hemen on üç saati uçakla, dört saati jiple on yedi saat süren, yaklaşık dokuz-on bin kilometrelik bir yola çıktık.
1.564.116 km2 yüzölçümü ile en büyük ülkeler arasına giren Moğolistan, 2.754.625 olan nüfusu ile ise en seyrek insan yoğunluğu ile de dünya birincisidir. Nüfusun hemen yarısı (%40) başkentte yaşar. Ülkenin büyük bir kısmı Gobi çölü, diğer kısımlarının da büyük yoğunluğu dağlarla kaplı yüksek bir yayla konumunda, 2000–3000 metrelerde bir zemindir. Altaylar’ın en yüksek zirvesi Tabun Boğdo 4653 m. yüksekliktedir. Kara iklimi oldukça sert hüküm sürer. Hava kışın -50 dereceleri görür. Başkent Ulanbatur’un (Uluhan Batur) kış ortalaması -28 derecelerdedir.
Moğolistan, bizdeki il manasında 21 tane Aymag’a bölünmüş durumdadır. Aymaglar ise Sum (İlçe) denilen 315 tane yönetim birimlerine ayrılmıştır. 12.asra kadar bu topraklara Büyük Hun İmparatorluğu, (Avar, Juan-Juan), Göktürk, Uygur, Karahitay devletleri hâkim olmuş, 1990 yıllarından itibaren de Komünizmden kurtulan ülke ilerleme yoluna girmiştir.
İzmir’den bir saatlik uçuşla İstanbul’a geldik; havaalanında Moskova uçağını 2–3 saat bekledik. Daha sonra sadece balık mönü’sünü yiyebileceğimiz –Çünkü bu insanlar çoğu kez büyük hayvanları başlarına balyoz vurarak veya elk. ile; küçük hayvanları ise göğüslerini yarıp, kalplerini kopararak öldürdükleri için dinimiz gereği o hayvanları yiyemeyiz.- dev bir uçakla 3 saatlik bir yolculuk yaparak Moskova’ya vardık ama çilemiz bitmedi. Orada aktarma için on beş saat kadar beklemek zorunda kaldık. Direkt uçak olmadığından buna baştan razı olmuştuk.– Ancak zerre miskal hayır ve şerrin kaydedildiği bir âlemde telaşa lüzüm yoktu. Her şey sevaba inkılâp edeceğinden belki sevinmek daha doğru bile olabilir diye düşündük.- Dünyanın hemen her tarafında İman ve Kur’an Hizmeti için vazife başında bulunan Nur Talebeleri, bizi havaalanından alıp Bediüzzaman’ın Moskova yetimlerine ait Dershane unvanlı bir evinde istirahat ettirdiler. Öz kardeşlerimizden farklı olmayan sahabe misal, ashab-ı suffa sıfatlarına layık melekler gibi Azerî kardeşlerin sinesine sığınıp sükûnet bulduk. Risale-i Nurlardan Bediüzzaman’ı dinledik, İslam’ın problemlerini teati edip dertleştik, Biatimizi yeniledik, “Na’büdü” sırrını fiilen yaşadık.
Moskova-Ulanbatur seferi altı saat sürdü. Ayaklarımız şişti, uyuştu. Temizlik, taharet mecburiyetimiz sebebiyle gidemediğiniz tuvalet yüzünden Başkent’e çok sıkıntılı indik. Ancak Urfalı İlhami Bey Bediüzamanın’ın buradaki evinin vazifelisi, ashab-i suffası, her şeyi olarak Hızır AS’ın ahfadı sıfatıyla adeta oralarda bitiverdi. Bizi adeta cennetten bir köşeye götürdü. İçimizi dışımızı temizleme fırsatı verdi. Orada da R.Nurun ulvi manalarıyla ayrı bir boyuta geçtik. 2–3 üç gün bu ulvî zeminde üniversiteli Moğol, Kazak gençlerinin tercümeli R.Nur sohbetleriyle ve Esnaf dersleriyle, o dershanede kalanların mutat programlarıyla, İlhami Beyin lûtfuyla nail olduğunuz teheccütlerle lâhutî bir alemde ruhunuz inşirah buldu.
Dışarısı ise, Budist tapınaklarıyla, buraların inançlarının ifadesi olan totem figürleriyle, maymundan türemenin büyük posterleriyle, bir miktar taş yığını etrafında kendince dönerek ibadet ritüellerini(!) gerçekleştirmeye çalışan, asırlar öncesinde nisyana mahkûm olarak kaldığını sandığınız Şamanizm’in çaresiz temsilcileriyle ve adeta eteksiz etekleriyle Moğol hanımların işgalindeydi. Ancak ülkemizdeki meslektaşlarından çok daha nazik Trafik Polislerinin nezaket dolu muhatabiyetleri, muameleleri önce benzini daha sonra aküsü biten (!) otomuzu yoğun şehir trafiğinde itmeye çalışırken bizi çok rahatlattı. Biz de Nur Talebeleri gibi “Hayırlı işlerin muzır manileri olur” hem “Bu dünyanın dürüst muradı yoktur. Bir üzüm yedirir yüz tokat vurur.” diyerek, kendimizi avuttuk.
Başkent’in hemen kenarları bile hiç bir otomobilde amortisör bırakmayacak derecede perişan yollarla kaplı. Ayrıca merkezde 500 milyarlık sağdan direksiyonlu ciplerin (Jeep) yanında, şehrin hemen çıkışında, merkezden 1–2 kilometrelik ayrılışta; suyu, çatısı, sokağı, yolu ve hatta doğru dürüst tuvaleti olmayan perişan binalarla karşılaştık, çok ama çok şaşırdık, pek çok üzüldük. Esasen bu uçurum, gelir dengesizliği asırlar öncesi Fransa’da ihtilal sebebiydi ama, çok şükür fukaranın çoğu Müslüman Kazaklar ve şükretmeyi, kanaatkârlığı iyi bildiklerinden devletleriyle uyum içindeler. Moğollar, içkiye ve sefahate sığınmış, Budist Tapınaklarda dolap çevirip rahatlamaya çalışıyorlar. Şamanist olanlar da taş yığınları etrafında dönerek avunmaya (!) uğraşıyor, belki de iki cihan saadetinin prensiplerini ihtiva eden İslam’a kavuşamamaları sebebiyle, çaresizlikten bunlarla kifayet etmek mecburiyetinde kalıyorlar.
Oralarda, il ve ilçe merkezlerinde Suffa ehlinden birilerinin, Üniversitede okuyan talebeleri, karşılıksız barındırıp, okul derslerine çalışmalarını, Kur’an öğrenmelerini, Türkçe öğrenmelerini, Nurlu Eserlerden İman ve Kur’an hakikatlerini öğrenmelerini sağlaması; temizliği, tesettürü, ilmihali kavratması; yemeklerini yapıp bulaşıklarını yıkaması, misafirleri ağırlaması, ikamet ettikleri yer ve diğer şehirlerle ve hatta bütün hizmet elemanlarıyla irtibat kurup insanları iki cihan saadetine ulaştırmaya çalışması; oralardaki muhatapları olan insanları siyasi ve maddi bütün gayelerden uzak olarak sadece vatanlarının, devletlerinin, ana babalarının, ve hatta bütün insanların sevgi ve saygısına yönlendirmesi, faydalı insanlar haline gelmelerine gayret etmesi; yapılması da anlatılması da çok zor nurlu faaliyetlerin ifade edilebilen bir kısmıdır.
Müslüman Kazaklar ülke nüfusunun % 10’larını teşkil ediyor. Daha ziyade batıda oturuyorlar. Ancak onların ili olan Bayan Ülgey’e maalesef direkt uçak seferi yok. Başkent Ulanbatur’dan tekrar pervaneli otuz kişilik bir uçakla tekrar geriye, batıya doğru 1800 km.lik bir yola çıktık, üç saat sonra toprak (!)bir zemine indik.
Bayan Ülgey’de Türk Okullarında vazifeli bir öğretmen aile, hem de hemşehrimiz olunca derin bir nefes aldık. Fedakârlıkları karşısında yorgunluğumuzu unuttuk. Bin barekallah onlara... Oralardaki samimi, dikkatli ve çok büyük gayretleri, faaliyetleri dinleyince, görünce heyecanlanıyorsunuz. Sahabe-i Kiramın İstanbul önlerine gelmesini, Eyyüb El Ensari Hazretlerini (RA) heyecanla asırlardır duyan, anlatan müminlerden birisi olarak, Sahabe Mesleğinden olduğu ifade edilen Bediüzzaman’ın talebeliğine işte bu zatlar layıktır diye idrakimizi tazeledik, gayretimizin noksanlığı sebebiyle kendimizden utandık, için için ağlayıp daha faal olmaya sez verdik.
Bayan Ülgey’den 4 500 nüfuslu Altay ilçesine gitmemiz gerekiyordu. 100 km.lik bir mesafe. Mesafe diyorum, çünkü burada değil asfalt, şose yol bile yok. Tamamen araziden ve oralardakilerin tabiriyle “Sağlam ama insan için yapılmamış jiple” İngilizce Öğretmeni Tilek Hayrettin Beyin kaptanlığında dört saatlik meşakkatli bir sefere çıkmamız gerekti. Bu taşlı yolda lastiğiniz 20–25 km. hızla gitmeye rağmen yarılmaz, geçtiğiniz tahta kırık köprüler çökmezse, geçmek isteğiniz bir derede otonuz batıp kalmazsa- daha önceki gelişte Sezai Beylerin otosu batmış- dört saat civarında bir mücadeleden sonra 20 litreden fazla benzin yakarak mahal-i maksudunuza varabiliyorsunuz.
Ancak bu çetin ilçe seferi öncesine kadar, on üç saatlik yolculuk kısmında Rabb-i Rahim bizleri havaya bindirdiği için yine de atalarınızdan çok rahat olduğumuzu düşünüp bulutların üstünde bomboş dağları seyrederken binlerce şükürle dualar ederek, tefekkürün en koyusuyla ayrı bir boyuta geçip rahat nefes alabildik.
Altay yolu çetin, zor bir yol. Fakat ulvî gayemiz bütün meşakkatleri adeta yok etti. Hayvanların da gezindiği, kullandığı basit su akıntılarından susuzluğumuzu giderip abdestimizi de alarak serinledik, kenarında bir müddet dinlenerek dört-beş saat yol aldık. Çift hörgüçlü develer, hemen birkaç yüz metrede onlarcasının önünüzden geçtiği iri dağ sıçanları, Yak öküzleri, Moğol ve Kazak çadırları, atlar, kartallar görebildiğimiz canlı unsurlardı. Ara sıra eski atlarının yerine, sarp dağlara uygun motosikletler üzerinde, çizmeli Moğol veya Kazaklar bazen de iki-üç kişi olarak yanımızdan geçiyordu. Her taraf birkaç santimlik kuru otlarla kaplı. Üç bin metrelik bir rakımda, taşlarla kaplı dağlar arasındaki geçitlerde hayretle ilerlerdik. Cengiz’in yarı çıplak haşin ordusunu, 1990’lara kadar süren Komünizm döneminin buralardaki üzücü serüvenini düşünmeden edemedik. Binlerce şükür içinde ağlayarak, tefekkür ederek yola devam ettik. Bizim için Manisa’da namazın beş değil belki de on vakit olması gerektiğini fikrederek, Türkiye’deki padişahlardan çok üst seviyedeki hayatımızın nasıl idraksizce, gafletle geçtiğini idrak ederek çok hayıflandık.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.