Ahmet AKCAN
Hangi tür muhabbet
Hilkat hamurunun harcı, adavet hastalığının ilacı, insaniyetin saadet tacı olan muhabbet; İslamî bir vecibe, insanlar için de ehemmiyetli bir seciye kabul edilmektedir. Muhabbet; hayat-ı insaniye için göze kulağa, dile dudağa akseden bir sürur, hayat-ı içtimaiye için de vesile-i huzur olduğu görülmektedir.
İnsan fıtratına dercedilen hissiyatın iki cihetinin, iki çeşit istimal cephesinin bulunduğu bilinmektedir. Muhabbet hissiyatının da mana-yı harfi ve mana-yı ismi diye iki nev’i olduğu ifade edilmektedir. Ancak mevcudata hangi tarz bir muhabbet ile muhabbet ettiğimiz, hangi sevgi sınıfının içine girdiğimiz merak edilmemektedir.
“Kendi nefsini beğenen ve seven adam, başkasını sevmez. Eğer zahiri sevse de samimi sevemez, belki ondaki menfaatini ve lezzetini sever” (Lem’alar, 275) diyen nurlu külliyat, kendilerini hakiki olarak seven insanların başkalarını Rahman namına sevemediklerini söylemektedir.
Muhabbet hissiyatının hem sireti hem de sureti bulunmaktadır. Muhabbetin sureti, esma ve sıfat-ı rabbaniye için; siret-i muhabbet ise, zat-ı rahmaniye için fıtrata dercedildiği bilinmektedir. İnsan zat için verilen muhabbeti kendi nefsine, esma ve sıfat için i’ta edilen muhabbeti ise mana-yı ismi ile eşya ve mahlûkata tevcih etmektedir.
Risale-i Nur; “bendeki aşk-ı beka, bendeki bekaya değil, belki sebepsiz ve bizzat mahbup olan kemal-i mutlak sahibi, Zat-ı Zülkemal’in ve Zülcemal’in bir isminin bir cilvesinin mahiyetimde bir gölgesi bulunduğundan, fıtratımda o Kâmil-i Mutlak’ın varlığına ve kemaline ve bekasına müteveccih olan muhabbet-i fıtriye, gaflet yüzünden yolunu şaşırmış, gölgeye yapışmış, âyinenin bekasına âşık olmuştu.” (Şualar, 51) cümlesi ile nefsani muhabbete dikkatleri çekmektedir.
Evet nefse ve masivaya muhabbet kalpte hakiki ise ahirete ve esma-yı ilahiyeye muhabbet sathi ve suri olarak gerçekleşmektedir. Allah’a ve esma-yı ilahiyeye ait muhabbet kalpte hakiki ise, nefse ve dünyaya ait muhabbet mecazi, yani esma namına tahakkuk etmektedir...
Bu itibarla mana-yı ismiyle dünyayı ciddi seven kişilerin, ahireti hakiki sevme iddiaları geçerliliğini yitirmektedir…
İnsan muhabbetini en evvel Allah’a verirse, Allah namına O’nun sevdiklerini de sevmektedir. Böyle bir muhabbet Allah’a olan muhabbeti tenkis değil, tezyid etmektedir. Lakin en evvel mahlûkatı sever bunu Allah’ı sevmeye vesile ederse, bu muhabbet muhabbetullahı perdelemekte veya Rahman’a vusul kemale ermemektedir...
İnsan nefsine olan ifrat-ı muhabbetten kendini bir ilah gibi sena ederse daha hiçbir şeyi sanatkârı hesabına sevmemektedir. Eğer insan aşk-ı hakikide benliğini kaybeder manen erirse, mevcudatın ademnüma âkıbetlerini görürse, daire-i mülkündeki eşyayı mahbub-u hakikî yolunda feda ederse, iradi olarak yokluğu seçerse fenafillaha, zeval-i eşyadan gözünü çeker sonlu bir dünyada sonsuzluğu zevk ederse, bekabillah manasına kadar yükselmektedir.
Elhasıl; muhabbet ya nefse veya Rabbe müteveccih gerçekleşmektedir. Rabbe ait muhabbet hâli bir cennettir ve ilim gibi harcandıkça artan bir servettir. İnsan önce kendini sevince her şeyi kendi nefsine feda etmektedir. İnsan en evvel Rabbini sevince, sevdiklerini Onun namına sevmektedir. Onun sevme dediklerinden yüzlerini çevirmektedir.
Kalbin batını ayine-i Samed’dir. Bu yüzden muhabbet hissiyatının en evvel mahbub-u hakiki Cenab-ı Hakka tahsisi gerekmektedir. Sevgi sevileni değil, seveni yüceltmektedir. Yüceler yücesi Rahman’ı seven kalpler kıymetlenmektedir...
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.