Havf damarı hıfz için verilmiştir
Dinsiz düşmanlar ulemanın havf damarından istifade edip korkuturlar
Risale Haber - Haber Merkezi:
RisaleHaber-Üniversiteli gençler DKM’de sunulan seminerde “Havf” konusunu ele aldılar.
Sunumunu Eğitim Fakültesi öğrencisi Yusuf APAK’ın yaptığı seminerde Havfullah, Havf ve Reca gibi başlıklara yer verilirken seminere ilgi yoğundu.
Seminerine havf’ın tanımıyla başlayan Apak, “Havf, Arapçada, korkma, ürperme, irkilme manalarına gelir.
Korkunun tanımına bakacak olursak, bir belirsizlik karşısında tehdit algısı ile tetiklenen, insanı rahatsız eden duyguların tamamına verilen bir isimdir. Herkes bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde çeşitli korkulara kapılabilir.
Korkuların birçok psikolojik ve sosyolojik nedenleri vardır. Korkunun bilimi ve sosyal hayatı biz farkında olmasak da ne kadar çok meşgul ettiğini nazarlara sunmak için çok kısa bir şekilde bir takım korku sınıflandırmalarına temas etmek istiyorum. Korkudan korkuya fark vardır. 3 gruba ayrılır.
Genel Korku Bozukluğu: İnsanların genel korkularıdır.
Panik Bozukluğu: Panik atak yaşama korkusu
Fobik Bozukluk: Fobi: Korku duygusunun aşırılıklar olduğu zaman ortaya çıkan durumlardır.
Fobilere birçok örnek verilebilir:
Tripanofobi: aşı ya da iğne olmaktan korkma Antlofobi: Sel korkusu, Akluofobi: karanlık korkusu, Klostrofobi: Kapalı alan korkusu, Endofobi: Giyecek korkusu, Helyofobi: Güneş korkusu
Fobi çeşitleri çok fazladır. Hatta Fobifobi denen bir fobi vardır ki korkulardan korkma. Bu tarz korkuları olan kişilerin ciddi bir doktor veya iman yardımı alması gerekmektedir. Neredeyse aklımıza gelebilecek korku çeşitleri olup bir kısmı anormal düzeydedir.
Topluma hâkim olan esas önemli bazı korkular vardır.
Ölüm Korkusu:Bu korku dünya sevgisi, iman-ı ahiret zayıflığı ve ahirete hazırlıksızlıktan kaynaklanan bir korkudur.
Fakirlik Korkusu: Tevekkülsüzlükten kaynaklanan bir korkudur ve şeytanın en çok kullandığı silahlardan biridir ki bu korkuyla insanı rahatlıkla günaha sürüklemektedir.
Mal ve Makam Kaybetme Korkusu: Dünya sevgisinden kaynaklanan bir korkudur.
Yakınlarını Kaybetme Korkusu: Bu da ahirete iman eksikliğinden kaynaklanan bir korkudur.” dedi.
Korkunun mahiyetinden bahseden Apak, “Korku, her şeyden önce sağlıklı ve insanın hayatta kalabilmesine yardımcı olan bir duygudur. Korku öncelikle, hem kendi kendimiz, hem de çevremizdeki insanlar için sağduyulu ve itinalı olma yetisini kazandırır bize. Örneğin korkmadan ve ağrı hissetmeden ateşe yaklaşabilseydik, hayati tehlike arz edebilecek yanıklara maruz kalmamız çok kolay olurdu. Yani, korkunun da sağlık açısından önemli yönleri vardır. Korku herkese verilmiş olan bir duygudur. Ancak bu korkuların bize verilmesinin nedeni hayatı idame edebilmek içindir. Üstad hazretleri 29. Mektup 2. Desise-i şeytaniye de Dessas zalimler, bu korku damarından çok istifade ettiğini onunla, korkakları gemlediğini söylüyor. Ehl-i dünyanın hafiyeleri ve ehl-i dalaletin propagandacıları, avamın ve bilhassa ulemanın bu damarından çok istifade ettiğini, Korkutup evhamlarını tahrik ettiğini belirtiyor.” dedi.
Korkunun nasıl olması gerektiğine dikkat çeken Apak, “Üstad bir dostuyla kayığa bineceği sırada dostu kayığa binmekten korktuğunu söylüyor. Ve ona haliçte kaç kayık olduğunu ve yılda kaç kayık battığını sorar. Dostu ise “bin kayık olduğunu yılda bir iki tane battığını söyler. Üstad ise bir sene 360 gün olduğu için Onun vehmine ilişen korkunun 360 binde bir ihtimal olduğunu ve havf damarının hayatı hıfz için verildiğini hayatı azaba çevirmek için verilmediği söyler. Ve havf’ın iki üç dört hatta beş altı ihtimalden bir olsa ihtiyatkarane bir havf’ın meşru olabileceğini yoksa hayatı ağır ve elim bir azap yapmak için verilmediğini söylüyor. Tabi bu harika misali hayatımızın her alanında uygulayabiliriz. Buradan da görüyoruz ki havf yani korkular iki üç dört ihtimalden bir hatta beş-altı ihtimalden bir olsa ihtiyatkarane bir korkunun meşru olabilir. İnsanların korkuları genelde bilinmezlikten gelir. Üstad gibi yüksek iman sahibi büyük zatlar da korku azdır. Çünkü iman bizimle mahlûkat arasında ünsiyet (tanışıklık) bağı oluşturur. Herkes ve her şey Allah’ın mahlûkudur. İmanın zayıflaması veya yok olmasıyla ünsiyet bağıda zayıflar veya ortadan kalkar ve artık mahlûkat insana vahşet verir. Çünkü her şey başıboş ve bilinmez gelir.
Her şeyin Allah’ın kudretinde ve tasarrufunda olduğu bilinci de insana bir güven ve rahatlık kazandırır. Hutbe-i Şamiye deki tren, çocuk, Herkül ve Rüstem misalinde olduğu gibi.” dedi.
Havfullah
Havfullahın Allah Korkusu olup, mümin şahsiyetin oluşumunda önemli bir esas olarak kabul edildiğini söyleyen Apak, “Mümin bir insan Allah’tan korkandır. Allah’tan korkmanın birçok mertebesi vardır. En aşağı mertebesi, insanın kendini küfürden sakınması, vasat mertebesi kişinin günahlardan sakınmasıdır. Başkasının hakkına girip günah işlemenin nedenini Allah korkusu bulunmayışına bağlarız. “Bu kimseler Allah’tan korkup Onun azabından çekinselerdi, bu işleri yapmazlardı.” deriz. Geçmiş devirlerde insanlarla günahlar arasında güç duvarlar vardı ancak şimdi ise günün her saatinde günahlarla yüz yüzeyiz. Bu günahlardan sakınmak için kalkanımız Allah korkusu olmalıdır. Allah-u Teâlâ’dan celal sıfatı sebebiyle korkmak, günahı sebebiyle korkmaktan daha üstündür. Sadece günahı sebebi ile korkan kimse, günah işlemeyi bırakınca, (Günahları bıraktığıma göre, artık Allah’tan niçin korkayım) diye düşünebilir. Bu bakımdan Allah-u Teâlâ’dan, Celal sıfatı sebebiyle korkmak daha üstündür.” dedi.
Apak, “İnsan sevdiği şeylerin elden çıkmasından korkar. Sevdiği kimselerin sevgisini kaybetmekten korkar. Bunun için Allah’ı en çok sevenler, Allah’tan en çok korkanlardır. Keza Allah-u Teâlâ’yı en iyi tanıyanlar da Ondan en çok korkanlardır. Bu korkunun en güzel şekilde olanıdır diyebiliriz. Allah’tan korkup günahtan sakınan kimselere muttaki denir. Muttakiler hakkında çok müjdeler vardır.
Allah korkusunun sebebi, ilim ve marifettir. İlim ve marifet sahipleri, kendi ayıplarını, günahlarını ve ibadetteki kusurlarını görerek, bunun yanında Allah-u Teâlâ’nın kendisine verdiği sayısız nimetleri düşününce, yaptıklarından utanıp, kalbinde korku başlar. Bu kimsenin hali şuna benzer. Bir padişah bir kimseye iltifat ederek sayısız yardım ve ihsanlarda bulunsa, üstelik sadrazamlık rütbesi verse, bu kimse de, padişahın bu iyiliklerine karşılık nankörlük ve hıyanet etse, bunu da padişahın gördüğünü anlasa, o kimsenin kalbine bir korku ateşi düşer. Sahabe Efendilerimizin korkusu da bu şekildeydi. Onlar Allah’ın sevgisini kaybetmekten korkarlardı. Bizim de görevimizin sahabeler gibi imanı yaymak olduğu için bizim korkularımızda bu şekilde olmalıdır. Bu korku da tıpkı sevgi gibi insanı Allah’a götürür.” dedi.
Havfullah ile ilgili Bediüzzaman Hazretlerinden iktibas yapan Apak seminerine şöyle devam etti:
“Evet, Hâlık-ı Zülcelal'inden havf etmek, onun rahmetinin şefkatine yol bulup iltica etmek demektir. Havf, bir kamçıdır; onun rahmetinin kucağına atar. Malûmdur ki, bir valide, meselâ bir yavruyu korkutup sinesine celbediyor. O korku, o yavruya gayet lezzetlidir. Çünkü şefkat sinesine celbediyor. Hâlbuki bütün vâlidelerin şefkatleri, rahmet-i İlahiyenin bir lem'asıdır. Demek Havfullahta bir azîm lezzet vardır. Madem havfullahın böyle lezzeti bulunsa, muhabbetullahta ne kadar nihayetsiz lezzet bulunduğu malûm olur. Hem Allah'tan havf eden, başkaların kasavetli, belalı havfından kurtulur.
Şu halde, korkunun veriliş maksadı da insanı Allah’a götürmektir. Bu bakımdan, bu duygumuzu başka yerlerde kullanıp asıl maksadından uzaklaştırırsak, büyük zararlara uğrarız. Nasıl sevgimizi yanlış yerlerde kullandığımızda, sevdiklerimizden karşılık görmemek; aksine onlar tarafından tahkir edilmek ve kalbimizdeki onca sevgiye rağmen onlardan ayrılmak gibi acılarla, o sevgi bizi ıztıraplar içinde boğan bir duygu haline gelir. Aynı şekilde, korku duygusunun yanlış yerde kullanılması da, insanın hayatını zindana çevirir. Çünkü korkulmaya değmediği halde korktuğumuz varlıklar bize gayet sıkıntılı bir zillet yaşatmaktan başka hiçbir şey yapamazlar. Ne yardımcı olabilirler, ne de korkumuzu teskin edebilirler. Aksine, duygusuz bir merhametsizlikle sırtlarını çevirerek veya hücumlarını şiddetlendirerek bizleri perişan ederler.
Korku hissinin iman ve tevekkülle olan alâkası Sözler’de şöyle anlatılır:
“Tam münevverü’l-kalb bir âbidi küre-i arz bomba olup patlasa, ihtimaldir ki, onu korkutmaz. Belki, harika bir kudret-i Samedâniyeyi lezzetli bir hayret ile seyredecek. Fakat meşhur bir münevverü’l-akıl denilen kalbsiz bir fâsık feylesof ise, gökte bir kuyruklu yıldızı görse yerde titrer.‘Acaba bu serseri yıldız arzımıza çarpmasın mı?’ der, evhâma düşer. (Bir vakit böyle bir yıldızdan Amerika titredi. Çokları gece vakti hânelerini terk ettiler.).”
Rüstem-i İrani ve Herkül-ü Yunan-i’nin örneğindeki gibi bu feylesoflar imansızlıklarından ve bilgisizliklerinden dolayı böyle olaylardan korkarlar. Ancak iman sahibi birisi bunların hiç birinin başıboş olmadığını bilir ve tevekkül ederek korkmaz.
Allah’tan korkan, Onun emir ve yasaklarına riayet eder. Hiç kimseye zararı dokunmaz. Kendine edilen kötülüğe sabreder. Kusurlarına tevbe eder. Kısaca, Allah’tan korkan, herkese faydalı olur.
Allah-u Teâlâ’nın rahmeti böyle çok olduğu gibi azabı da şiddetlidir. Kuran-ı Kerim de insanların kendisinden korkması için mealen şu şekilde buyuruluyor ki:
(Kullarıma haber ver ki, ben Gafururrahim olduğum gibi, azabım da çok acı, çok şiddetlidir.) [Hicr 49-50]
(Elbette azabım çok şiddetlidir.) [İbrahim 7], (Allah’ın kahrı da pek şiddetlidir.) [Nisa 84]
Allah korkusu, müminin Allah'a olan yakınlığını ve sevgisini kat kat artıran, ona büyük manevi hazlar yaşatan asil bir duygudur. Yine Kur’an-ı Kerim de:
Gerçek şu ki, Rablerinden gayb ile (O'nu görmedikleri halde) içleri titreyerek-korkanlara gelince; onlar için bir bağışlanma ve büyük bir ecir vardır. (Mülk Suresi, 12)
Mümin, vücudunun bütün azaları ile Allah (C.C)´tan korkandır. Vücudunun azaları ile korkmak 6.sözde de belirtildiği gibi o azaları Allah yolunda çalıştırmakla ve onları günahlardan sakındırmakla olur.
Allah korkusunun kalbimize yerleşmesi için onun celali sıfatlarını daha iyi tanıyıp bilmemiz gerekmektedir. Mesela: El- Kahhar; Düşmanlarını kahreden ve perişan eden, mutlak galibiyetin sahibi ve her an kahretmeye muktedir olan manalarına gelir. Kahhar ismi bu manalarıyla; Allah’a isyan eden Ad kavmi, Semud kavmi, Nuh kavmi gibi birçok kavimde tecelli etmiştir.
Allah Zat ve sıfat noktasından nihayetsiz azamet ve haşmet sahibi olduğu için, hiçbir mahlûk Allah’ın bu azamet ve haşmetini kuşatarak idrak edemez. İşte bu idrak edememek manası celal sıfatı ile tabir ediliyor. Hem insan, Allah'tan korkmalıdır. Çünkü O, Rahman ve Rahîm olduğu gibi, Kahhâr ve Cebbâr'dır, Azîz ve Celil'dir de. O'nun izzet ve celâline dokunan, karşısında Cehennemi bulur. Evet, "Şu kâinatın haşmetli Mâlik’inin elbette cezası da dehşetlidir.”
Gayr-i meşru şeylere karşı olan meyil, ancak Allah korkusuyla dizginlenir.
Havf ve Reca
Son olarak Havf’a ve Reca konusuna değinip dersi bitireceğiz inşallah. Havf’ın, tatlı bir korku: Allah’ın celâl, kibriya ve azameti karşısında haşyet duyma olduğunu söyledik. Reca ise zevkli bir ümit: Onun lütuf, ihsan ve kereminden daima ümitvâr olma. İnsanlar, emir ve yasaklar denilen ikili bir imtihana tâbi tutulurlar. Karşılarına helâller ve haramlar çıkar, doğru ve yanlış arasında çoğu kez sıkışıp kalırlar. Hayırları işlemek amel-i salih, şerlerden kaçmak ise takvadır. Amel-i salih işlendikçe reca kapısı, takvada ilerlendikçe havf kapısı açılır. Her iki kapıdan da aynı neticeye erilir: Cennet.
Bize havf ve reca dersi veren bir hilkat tablosu:
Arzın merkezinde, magma bir ocak gibi durmadan yanıyor. Üstte güneş, alevlerini kilometrelerce öteye fırlatıyor. Ve nihayet, insanlar ve hayvanlar, denizler ve ormanlar varlıklarını bu iki ateş arasında devam ettiriyorlar. İnsanın manevî terakkisi de iki ateş arasında sürüyor: Nefis ve Şeytan. Bu tablo karşısında insan şöyle düşünmeli: Mademki bedenim, güneş ve magma arasında hayatını devam ettiriyor; ruhum, nefis ve şeytana rağmen hâlâ mü’min. O halde, Allah’ın rahmetinden ümit kesmek için hiçbir sebep yok. Ve mademki, bu iki ateşten de bir an olsun başım sakin olamıyor, öyleyse azaptan emin olmam da akıl kârı değil...
Havf da reca da mü’minin sıfatlarıdır. Bundandır ki, hangisi ruhtan çekilse, küfür tehlikesi belirir. Havf etmeyen insan, isyan yolunu tutar, bu yolun sonunun ise küfre çıkma tehlikesi vardır. Recanın azalması da ümitsizliğe yol açar. Bu da sonu küfre çıkabilecek bir başka yoldur.
Havf ve recâ dengesi, geçmişten bugüne ahlakçılar, akideciler ve terbiyeciler tarafından da ele alınıp işlenen çok önemli bir meseledir. Üstad Hazretleri de gençlerde havf’ın ve cehennem korkusunun daha fazla olması, yaşlılarda ise reca’nın ve cennet arzusunun daha fazla olması gerektiğini söylemektedir.
Semineri Üstadın bu sözleriyle bitirelim:
"İnsanın havfe ve muhabbete âlet olacak iki cihaz fıtratında dercolunmuştur. Alâküllihal o muhabbet ve havf, ya halka veya Halika müteveccih olacak. Halbuki, halktan havf ise, elim bir beliyyedir. Halka muhabbet dahi, belâlı bir musibettir; çünkü, sen öylelerden korkarsın ki, sana merhamet etmez veya senin istirhamını kabul etmez. Şu halde havf elim bir belâdır.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.