Hayata nereden ve nasıl bakalım?

Halimizden şikayet, komşudan şikayet, mahalleden şikayet, gençlikten şikayet, hükumetten, idareden, şikayet… Vakay-ı âdiyeden yani sıradan duyduklarımız, gördüklerimiz… Burnun soluyor derler ya… Öyle bir şey işte…

Halinden memnun olanlar ve şükredenler de var elbet. Onlar sakin olduğu için gürültüleri duyulmuyor. Belki sayı olarak daha fazladır.

Ne gariptir ki şükredenlerin hali ve mali imkânları, sahip oldukları yönüyle şikayet edenlerden daha iyi değil. Ama onlar sessiz ve sakin… Dikkate değer bir husus…

Sosyolojik tablonun görünen ve görünmeyen yönüyle ister istemez insanın zihni karışıyor.

Bu gürültülü sosyal hayat içinde merakımızı tahrik eden şu soruları sormadan edemiyoruz

  • Nerede durmalıyız?
  • Nasıl düşünmeliyiz?
  • Ne yapmalıyız?

Evet bir duruş, tavır, görüş ortaya koymak gerekirse neresi doğrusu?

Akıl, muhakeme, mantık, hikmet, hakkaniyete göre ölçüp biçmekle sıhhatli bir kanaate sahip olmak mümkündür.

Her şeyi olduğu gibi tasvir etmek, mübalağa yapmadan tanımak ve tanıtmak gerek.

Uçlara savrulanlar, yüksek seviyeden stresin sonucu tepki verenler önce kendi sağlığına zarar verirler. Stres bütün hastalıkların risk faktörü…

Hayat enerjisini lüzumsuz yere harcıyorlar.

Dert edineceğiz ama neyi?

Derdi olmak. Bir meseleyi dert etmek başka şey. Olur olmaz her şeye tepki vermek başka şey.

Her mesele önem derecesine göre değerlendirilmeli….

Dert etmek veya dert edinmeye değer bir haslet olan “diğergamlıkla” amacını aşan tepkiler aynı şey değildir.

Bu hususta Himmet Uç hocamızın Risale Haber’de “Diğergamlık ve Empati” başlıklı bir yazısı yayınlandı. Okumanızı tavsiye ederim.

Hiçbir şeyi dert edinmeyen gamsız, sorumsuz, nemelazımcılık tavsiyesi de değil tepkiye karşı durmak.

Olaylara ve insanlara bakışımızın bir ölçüsü ve dengesi ne olmalı?

Nasıl ki, sağlık kontrolümüz “check-up” yaptırıyoruz. Kan tahlili, tansiyon, şeker, kolestrol vs. gibi tahlillerin sonuçları rapor edilirken olması gereken referans değerlerle karşılaştırılıyor. Alt ve üst değerlere dikkat çekiliyor. Ona göre hekimler tedavi planlaması ve algoritması uyguluyorlar.

Bunlar beden sağlığı, vücut makinesi için yapılanlar.

İnsan sadece biyolojik bedenden ibaret değil.

Akıl, ruh, sır, zihin, kalb, vicdan, şeheviye, gadabiye, saika, şahika gibi lâtifelerle donanımlı eşrefi mahlukat.

Her bir latifenin ayrı bir vazifesi olduğu gibi her birinin ayrı ayrı midesi ve gıdası var. Sağlıklı olma kriterleri var. Akıl sağlığı, ruh sağlığı ve diğer latifelerin sağlığı en az beden sağlığı kadar önemli. Referans değerlerini öğrenmek, bilmek lazım…

Referans değerlerde sapma varsa hastalanma riski var demektir.

Sadece biyolojik midenin ihtiyacını karşılamak, açlığı gidermekle sağlık şartı yerine gelmez

Bir de insan maddi manevi unsurlarıyla bir sistem.

Her bir unsurun (maddi olsun manevi olsun) diğer bütün unsurlarla münasebeti var.

Birinde meydana gelen menfi-olumsuz bir durum diğer bütün unsurlara da aynen olumsuz yansıdığı gerçeğini işin uzmanı hekimlerden öğreniyoruz.

Fizyolojideki bozulma, sapma, psikolojide de bozulmayı tetikliyor.

Keza psikolojideki bozulma da fizyolojiyi bozuyor.

Hal böyle iken insan kendi kendini iyileştirdiği gibi fena hale de sokabiliyor.

Uzun bu girişten sonra gelelim araçlarla amaçlar arası münasebete.

Birkaç veciz ifade ile iddiamızın daha anlaşılır olmasına çalışacağız.

Olur olmaz şeylere sadece tepki verenlerin halet-i ruhiyesinin, psikolojinin altında yatan sebepler;

“Acz muhalefetin menşei,

zaaf gururun madeni,

Merak İlmin hocasıdır” (Bediüzzaman Said Nursi)

Her şeye karşıyım!... Önümdekine… Arkamdakine… Geçmişe… Geleceğe… Yapılana… Yapılmayana… vs.  Hatta kendime de karşıyım! diyenleri görmüşsünüzdür. Aslında acizliklerin ve zaaflarının tezahürüdür… Zira yapmak zor tahribat kolaydır da ondan.

Protest tipler böyle bir halet-i ruhiyede… Ruh sağlığında bir problem olduğu gayet açık…

Sadece muhalif olma hissiyatı dışa vuruyor… İçinde belki daha ne fırtınalar esiyor bilinmiyor. Dışarıdan görünmüyor ama anlaşılıyor. Boşluklar var… Açlıklar var… Ama midenin açlığından başka daha çok ihtiyacı olduğu başka şeylere aç. Maneviyat açlığı… Şefkat… Merhamet… Muhabbet… vs. şeylere açlığın, boşluğun tezahürleri.

Niyet sorgulamak caiz değil ama şunu iyi biliyoruz ki, insanın hayata ve hadiselere bakışını niyeti tayin eder.

Nereden baktığı? Niçin baktığı? Neyi görmek isteyip de göremediği… vs.

“Dışa yansıyanla iç dünyalardaki mesafe farkı ne kadar fazla ise stresin derecesi de o kadar fazladır” demişti Doğan Cüceloğlu. Onun için iki ajandalı insanlar asla mutlu olamazlar. Çünkü gizli ajanda ile dışa vuran yazılan yaşanan farklıdır.

Yine Doğan Cüceloğlu hocanın “Savaşçı” adlı çok okunan bir kitabında bir Kızılderili bilge aşiret şefi Don Juan isimli temsili hikaye kahramanın şu veciz sözü yer alıyor:

“Hayat yolunda savaşçının en büyük gücü niyetinin saflığındadır. Adı geçen kitabında; hayata küsmüş Arif isimli bir öğretmenle sohbette aralarında geçen diyaloglar vesilesiyle mesaj veriyor.

Niyetin hayata yansımalarını güzel işlemiş. Herkese tavsiye ederim.

Niyetin halis olmasına dini terminolojide ihlas deniyor. Hayatın her alanında “En büyük kuvvet ihlastır.”

Hadiselere ve insanlara bakışta, yaklaşımda halis niyet kişinin hem kendini mutlu eder, hem de başkalarının kendilerini iyi hissetmesine vesile olur.

“Her şeyin iyisine bak” kaidesiyle her daim “hüsn-ü zan etmek, insan hüsn-ü zanna memurdur.” (Bediüzzaman)

Her hadiseye protest tepki ile yaklaşan bir insan önce fabrika ayarlarına dönmeli.

Kendini yani nefsini tanımalı, bilmeli. Nefsini bilen Rabbini bilir.

Rabbini bilmenin ne anlama geldiğini uzun uzun izah gerekmez. Arif olan anlar.

İletişim konulu bir kitabın ilk cümlesi “Hayatın kalitesi, insanın kendisi ile ve başkalarıyla iletişimin kalitesine bağlıdır” diyor. (Dr. Turgay Biçer, İletişim Donanımları)

Rabbini bilmeyen baştan her şeyi kaybetmiştir.

O’nu bulan neyi kaybeder? Onu kaybeden neyi bulur?” Sorgulamak nefis muhasebesidir.

Lev Tolstoy’un “İtiraflarım” adındaki kitabın yazılışı “Hayat Nedir?” sorusuna cevap arayışıyla başlamış. İntiharı düşünmüş. Sonunda aradığını bulmuş.

“Allah varsa her şey var, O yoksa hiçbir şey yok” cümlesiyle bitiyor kitap.

Nefsini beğenen kimseyi beğenemez sevemez. “Ben merkezli” dedikleri kimselerdir. Kimseyi sevmezler kimse de onları sevmez. Hırçınlıkları, hiddet ve şiddetin başta gelen sebeplerindendir. Sosyal huzursuzlukların kaynağı sağlıksız fertlerdir.

Netice itibarıyla insanın kendisi ile barışık olmasının ölçüsü şükür ve kanaattir.

Her şeyin iyisine bakmak kaidesiyle yaşamaktır.

“Güzel gören güzel düşünür, Güzel düşünen hayatından lezzet alır.” (Bediüzzaman) bakış açısını şiar edinmektir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
7 Yorum