Hüseyin KARA
Haz mı acı mı?
Haz mı acı mı diye bir tercihte bulunsak, sanırım zihnimizi fazla yormadan elbette haz veren şeylerden yana bir tavır takınmada tereddüt etmeyiz.
Çünkü insan olarak biz, çoğunlukla peşin gelen küçücük bir hazzı sonradan gelecek kocaman hazza tercih eden yanımızın etkisindeyiz. Bunu sürekli bize telkin eden içimizde nefsimiz ve dışarıda şeytandır. İkisi işbirliği yaparak kıskaç arasında kalan insan, biraz ilerisini hiç düşünmeden peşin gelen hazzın kucağına atar kendini. Deve kuşunun avcıdan kaçarken başını kuma sokması ile anlık bir kurtuluş fırsatı yakalamış olması gibi… Böyle yapan anlık bir rahatlama içinde olur ama sonradan gelecek olan tehlikeyi asla aklına getirmez.
İnsan üstelik kaçar acıdan. Kaçarken olur her şey zaten. Acı konusunda kaçmanın, korkunun ecele faydası olmaz anlamında bir işe yaramayacağını nedense düşünmez. Oysa, kaçarken arılar daha çok saldırırlar. Yağmurdan kaçarken doluya daha çok yakalanır insan. Hz. Âdem’den ta zamanımıza kadar her dönemde insan bu senaryoyu kendine ölçü olarak aldıkça hep böyle sürüp gider. Acı böylece gözümüzde kocaman bir heyula, her an bizi boğazlamaya hazır bir canavar olur. Ne gariptir ki acı ve sıkıntılar gelmesin diye kaçanlar, acıyla daha çok karşılaşırlar.
Haz ve acı ya da herhangi bir konuda eyleme karar vermek için biraz olsun düşünmemiz gerekmez mi? İrademizin yanında aklımız da olduğuna göre, anlık geçecek peşin şeye göre değil hayatımızın ilerleyen safhalarında karşılaşacağımız uzun ömürlü güzellikler, iyilikler ve hazlara göre kendimizi ayarlamamız değil mi doğru olan?
Hayatımızda acı ile haz hep yan yanadır. Acı varsa haz da vardır yoksa yoktur. Geldiklerinde ikisine de eşit mesafede bulunmak olgun ve erdemli insanların önemli bir özelliğidir. Böyle bir duruş, bir taraftan da hazzın ömrünü uzatır ve acınınkini ise kısaltır.
Soğuk yoksa sıcaklığın ve karanlık yoksa aydınlığın bir önemi var mı? Zıtlar dünyasındayız. Bir şeye evet ya da hayır diyebilmek için mutlaka o şeyin zıddını da düşünmek zorundayız; aksine hata yapmaktan, kötü şeylerin baskısından kendimizi kurtaramayız.
Asrın adamı Bediüzzaman “Elem olmazsa, lezzet bir kemal olmaz” derken, sağlıklı haz olgusunun acıyı kabulden ve olgun bir kişiliğe ermenin de bu yoldan geçtiğine vurgu yapar. Acıyı güzelce karşılamak, hazzın gelmesine zemin hazırlamak demektir. Acıya gülenler için acı, birazdan gelecek hazzın muştusudur. Acıdan korkmak, kaçmak ve onun karşısında saçı başı yolmak değildir erdem. Doğru olan acıyla barışarak ona “hoş geldin” demektir.
Acının bize etki yapması tamamen bizim ona karşı takınacağımız tavır ve tutumuzla ilgili. Ona gülersek o da güler bize, acıtmaz bizi fazla. Kaşlarımızı çatarsak, o bize bundan daha fazlasını yapar. İçimize girer; girmekle kalmaz bütün organlarımıza el atarak lime lime doğrar. Biz acıdan bağırdıkça ahtapotumsu kollarını daha da içimize salar ve sıkar; öylesine ki biz nefes alamaz hale geliriz.
Bilmeyiz ki acı da hazzımız gibi misafirimiz. Bizim bir parçamız. Acı çektikçe hazzın değerini daha çok anlarız ve haz daha erken bize kavuşur. Biz onu kabul ettikçe, hayatımızın bir gereği olarak gördükçe, o yerini daha erken hazza bırakır.
Acı ya da haz, daha çok geçmişi hatırlamaktan ileri gelir. Geçmiş, haz ve acının, yani “ah!” ve “oh!” ların deposudur. Hangisini çağırırsak o gelir bize. Geçmişimiz acılarla dolu ise, düne göre daha iyi bugünde, dünden hayal dünyamıza getireceğimiz her şey birer haz tomarıdır; yok hazlarla dolu ise, bizden uzaklaştıkları için de hazların her biri birer acı olur ve bize derinden “ah!” dedirtir. Haklı olarak Asrın Adamı Bediüzzaman “Zeval-i elem lezzet olduğu gibi zeval-i lezzet de elemdir” der. Çektiğimiz acı ise geçmiştir; geride bıraktığı “oh!”tur. Aldığımız haz geçmişse geride bıraktığı “ah!”tan başka olamaz; bir daha hazza ulaşamayacağımızı sandığımız için de içimiz dağlanır.
Haz da acı da geçici. Şu anda yaşadığımız her şey mazi olmaya mahkûm. İkisi de bizi terk edecek. Yani sona maruz kalacak şeylere eşit mesafede kalmamız akıllıca bir iş olmaz mı? İlle de haz peşinde koşmak, doğru olan bu mantığa göre hazcılık, kolaya kaçmak ve gerçeklere göz kapamak değil de nedir? Şunu vurgulayalım ki, âşıkların vaveylaları, şairlerin geçmişi özlerken acı acı terennümleri, yaşayıp geride bıraktıkları hazları yeniden düşünmelerinin bir feryadıdır.
Hazlar elimizde değil ama acılar elimizde. Acıları kendimize çeken biziz. İnsanın kendine yaptığını başkası yapmaz çünkü. Yani hazları ne kadar istersek o denli kaçarlar bizden. Acıdan da kaçtıkça daha dolanır ayaklarımıza. Hırs, hasaret ya! İyisi mi ikisine de eşit uzaklıkta duralım. Geldiklerinde yalnız hazza değil, acıya da gülelim. Göreceğiz ki bu güzel karşılamaktan, biraz da sabır kuvvetimiz sayesinde acı da bir hazza dönüşmüş olur.
Yine Asrın Adamı “Demek geçici lezzetten ziyade, geçici eleme tebessüm etmeli, hoş geldin demeli” derken de acıya karşı gerçekçi tavrımızın ölçüsünü de verir.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.