Abdulkadir MENEK
Dersim olayı-3
1938 yılının bahar mevsimi ile birlikte harekât, geniş çaplı olarak yeniden başladı. İsmet İnönü’nün yerine Başbakanlığa da Celal Bayar atanmıştı. Bu son harekât Mareşal Fevzi Çakmak, Orgeneral Fahrettin Altay ve Korgeneral Mustafa Muğlalı tarafından bölgeden takip ediliyordu. Bu son harekât ile mesele kökünden hal edilmek isteniyordu ve çok sayıda masum insan da, bu amaçla yakılarak, bombalanarak ve kurşuna dizilerek öldürüldü.
28 Ağustos 1938’de biten Dersim Harekâtı ile birlikte, geriye çok büyük acılar ve devlete çok büyük küskünlükler kaldı. Bu olaylar esnasında ölen ve yaralanan insanların sayısı hiçbir zaman kesin olarak bilinemedi. Dersim dağlarında işinde ve gücünde olan binlerce köylünün hayatı karardı. Demokrasi tarihimizin bir kara lekesi olarak utanç sayfaları arasında yerini aldı.
Nokta Dergisi, Dersim Olaylarının 50. yıldönümü nedeniyle hazırladığı dosyada ilginç itiraflara yer veriyordu. Türkiye’nin ilk kadın pilotu ve Atatürk’ün manevi kızı Sabiha Gökçen de, Dersim Harekâtı’nda yapılan hava operasyonlarına katılanlar arasındaydı. ’’(Attığınız) bombalar nasıldı, tahrip güçleri neydi?’’ sorusuna muhatap olan Sabiha Gökçen ‘’büyük tahrip gücü yoktu. 50 kiloluk bombanın ne şeysi olur?’’ cevabını veriyordu.
Köylü bir kadın olan Menez Akkaya’nın anlattıkları yaşanan dramatik olaylardaki vahşetin boyutları hakkında bir ipucu verir niteliktedir:
’’Bizim köye askerler birkaç kez geldi gittiler. Bir şey yapmadılar bize. Türkçe bilmediğimiz için ne dediklerini anlamıyorduk. Daha sonra bir gün yine geldiler. Bütün köy halkını topladılar. 200–300 kişi vardı. Kadın, çoluk çocuk hepsi oradaydı. Hepimizi Değirmentaş’ın oraya götürdüler. Bize silahlarınızı toplayıp serbest bırakacağız diyorlardı. Ama bizi çay kıyısına götürüp öldürdüler. Biz üç kişi kurtulduk. Ben ağaca yapıştım, öyle kurtuldum. Günlerce aç susuz ölülerin yanında kaldık. Öyle olmuştuk ki, korku diye bir şey kalmamıştı.’’(1)
Dersim’de yaşanan insanlık dışı elim olaylar, birçok yazarın eserlerine konu olmuştur. Bunlardan bir tanesi de Necip Fazıl Kısakürek’tir. Kısakürek, Dersim’de yaşanan vahşet ile ilgili olarak şunları kaydetmektedir:
’’ Elazığ Ortaokulunda okuyan iki çocuk, tatili geçirmek üzere memleketleri olan Hozat’a geliyorlar. Hozat yakınlarındaki köylerin geldikleri zaman babaları Yusuf Cemil’in öldürülmüş olduğunu öğreniyorlar ve ağlamaya başlıyorlar. Onlara şu karşılık veriliyor: ‘Sizi de onun yanına göndereceğiz.’ Çocuklar odadan sürükletilerek çıkarılıyorlar ve jandarma muhafazasında gittikleri yolda süngületiliyorlar. Böylece babalarını yanına gönderilmişlerdir… Yusuf Cemil’in köyünde 200 kadın ve çocuk öldürtülmüş ve bunların cesetleri buğday sapları üzerinde yakılmıştır… Erkekleri tamamıyla doğranmış olan köyün (Hozat İlçesi-Zımbık Köyü) 100 kadar kadın ve çocuğu sivri uçlu aletle (süngü) öldürülüyor. Öldürülenler arasında biri doğurmak üzere olan bir gebedir. Bu kadının karnına giren sivri uçlu alet, barsaklarını yere döküyor, rahmini parçalıyor ve kendisini öldürüyor. Tehlike geçtikten sonra gizlendikleri yerden çıkan birkaç kadın, ölüleri gözden geçirirken, bu kadının rahminden düşen çocuğun sağ olduğunu dehşetler içinde görüyorlar. Muazzam bir kader cilvesi olarak yaşamakta devam eden çocuğu alıyorlar, emzirip büyütüyorlar ve ona ‘’Besi’’ adını veriyorlar… ‘’
‘’Hozat’ın Dolantanır köyünden Veli isminde bir genç, Elazığ Muallim Mektebinde okuduktan sonra öğretmen olarak Trakya’ya gönderilmiş, orada evlenmiş, 3 çocuk sahibi olmuş ve tam da Dersim hareketi başlamak üzereyken, karısı ve çocuklarıyla, yaz tatilini geçirmek üzere köyüne gitmiştir. Genç muallimin köyü, erkekli ve kadınlı, çocuklu ve ihtiyarlı doğranırken, kendisi, karısı ve çocukları da aynı akıbete mahkum edilmiş ve cesetleri yakılmıştır.. Mazgirt Tersemek nahiyesinin halkı doğranmaktadır. Merhamet sahiplerinden biri, birle on yaş arasında 20 kadar çocuğu alıp bir derenin içine saklamıştır. Vaziyet birden haber alınıyor. Çocukların öldürülmeleri emri veriliyor. Fakat bu emri yerine getirebilecek kimse zuhur edemiyor. En katı yürekliler bile, böyle müdafaasız masumlara silah kullanamayacaklarını söylemeye mecbur kalıyorlar. Tecrübe birkaç defa akamete uğruyor ve hayli sıkıntı mevzuu oluyor. Nihayet en kara yüzlü çingeneden daha karanlık suratlı bir adam bulunuyor ve bir dere içinde titreşe titreşe bekleyen 20 masumun işi bitiriliyor… Murat suyunun kandan kıpkızıl aktığını görenler olmuştur…’’
‘’Celal Bayar’ın Başvekil ve Mareşal Fevzi Çakmak’ın Genelkurmay Başkanı bulunduğu 1938 yılında cereyan eden Dersim faciası, bütünleştirilmesini okuyucularımızın hayaline ve istikbaldeki tarihçinin kalemine bıraktığımız birkaç teferruat çizgisi halinde budur. Dayandığı tek sebep de birtakım asayişsizlik ve itaatsizlik bahanesi altında, bütün Doğu Anadolu’yu kapsayıcı olarak, o mıntıkanın bir türlü sulandırılmayan koyu İslami rengidir. Bir kıvılcım halinde gösterdiğimiz Dersim yangınının kömürleştirilmiş 50.000 cesedinde, kutup şahsiyetler dışı bir yığın olarak din mazlumluğunun en çarpıcı levhasını seyredebilirsiniz.’’(2)
Nokta Dergisi, Trabzon’daki İngiliz Temsilciliği tarafından 27 Eylül 1938 tarihinde İngiltere’ye gönderilen bir belge yayınladı. Bu belgenin son bölümünde şu görüşlere yer verilmekteydi:
’’ Kadınlar ve çocuklar da dâhil olmak üzere binlerce Kürt katledildi. Pek çok kişi de Fırat Nehri’ne atıldı. Daha az kötü muameleye tabi tutulan bölgelerde yaşayan binlercesi ise malları, mülkleri ve hayvanları alıkonularak Orta Anadolu’nun çeşitli illerine yollandı. Artık söylenen şu: Türkiye’de Kürt sorunu bitmiştir.’’(3)
Bediüzzaman Said Nursi’nin ilk talebesi Albay Hulusi Yahyagil, Dersim Harekâtı ile ilgili olarak hatıralarında şunları söylemektedir:
’’1938’de bizi Dersim isyanını önlemeye ve bastırmaya memur etmişlerdi. İsyan dedikleri şey de, bazı dağ köyleri o yıl vergi verememişti. Bize verilen emir ise tek kelime idi:’İmha’ Canlı bir şey bırakmayınız; genç-ihtiyar, çocuk-kadın ve saire… Ben kıt’a komutanı idim. En çetin ve zor vazifeyi de bana verdiler. ‘Sen piyadesin, seni topla takviye etmek gerektir’ dediler. Müthiş bir hüzün ve ızdırap içinde idim. Hz. Üstad benim hüznümü hissetmiş. Bu durumu kendisine yazıp soramadım. Nasıl yazabilirdim? Tam merhum pederimle vedalaştım. Hayvana bindim gidiyordum. Bir de baktım, hizmet eri koşarak geldi. Elime bir mektup verdi. Mektubu açtım. Mektubu Üstad Kastamonu’dan Ürgüp Müftüsü olan kardeşi Abdulmecid vasıtasıyla gönderiyordu: ‘Hulusi’nin bir gailesi var diye hissediyorum. Merak etmesin. Risale-i Nur’un şakirtlerine inayet ve rahmet, nezaret ve himaye ederler. Dünyanın meşakkatleri madem sevap verir, geçerler; o musibetlere karşı sabır içinde, şükür ile metanetle mukabele edilmek gerekir. Hem o, hem sizler, bütün dualarımda ve kazançlarımda benimle berabersiniz.’ Az sonra isyan olan bölgeye gittik. Döndük dolaştık. O bölgeyi terk etmişler, dağlara mağaralara çekilmişler. Rahmet-i İlahiye yardımımıza yetişti. Elimizi kirletmeden ve kana bulaştırmadan bizi kurtardı.’’(4)
Dipnotlar:
1-Nokta Dergisi, 25. Sayı, 28 Haziran 1987
2-Necip Fazıl Kısakürek, Son Devrin Din Mazlumları, Büyük Doğu Yayınları, İstanbul, 1976, 4. Baskı, Sayfa:151–154
3-Yakın Tarih Ansiklopedisi, 10. Cilt, Sayfa:94
4-Son Şahitler, 1.Cilt, Nesil Yayınları, İstanbul, 2003, Sayfa:328
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.