Helal rızık güçle, iktidarla ters orantılıdır
Günlük Risale-i Nur dersi...
İkinci Hakikat:
Bâb-ı Kerem ve Rahmettir ki, Kerîm ve Rahîm isminin cilvesidir.
Hiç mümkün müdür ki, gösterdiği âsâr ile nihayetsiz bir kerem ve nihayetsiz bir rahmet ve nihayetsiz bir izzet ve nihayetsiz bir gayret sahibi olan Şu âlemin Rabbi, kerem ve rahmetine lâyık mükâfat, izzet ve gayretine şâyeste mücâzâtta bulunmasın?
Evet, şu dünya gidişâtına bakılsa, görülüyor ki, en âciz, en zayıftan tut, Haşiye1 tâ en kavîye kadar her canlıya lâyık bir rızık veriliyor. En zayıf, en âcize en iyi rızık veriliyor; her dertliye ummadığı yerden derman yetiştiriliyor. Öyle ulvî bir keremle ziyâfetler, ikramlar olunuyor ki, nihayetsiz bir Kerem Eli, içinde işlediğini bedâheten gösteriyor.
Meselâ, bahar mevsiminde, Cennet hûrileri tarzında bütün ağaçları sündüs-misâl libaslar ile giydirip, çiçek ve meyvelerin murassaâtıyla süslendirip, hizmetkâr ederek, onların latîf elleri olan dallarıyla çeşit çeşit en tatlı, en musannâ meyveleri bize takdim etmek; hem, zehirli bir sineğin eliyle şifâlı en tatlı balı bize yedirmek; hem, en güzel ve yumuşak bir libası elsiz bir böceğin eliyle bize giydirmek; hem, rahmetin büyük bir hazînesini küçük bir çekirdek içinde bizim için saklamak, ne kadar cemîl bir kerem, ne kadar latîf bir rahmet eseri olduğu bedâheten anlaşılır.
Hem, insan ve bâzı canavarlardan başka, güneş ve ay ve arzdan tut, tâ en küçük mahlûka kadar her şey kemâl-i dikkatle vazifesine çalışması, zerrece haddinden tecavüz etmemesi, bir azîm heybet tahtında umumi bir itaat bulunması, büyük bir Celâl ve İzzet Sahibinin emriyle hareket ettiklerini gösteriyor.
Hem, gerek nebâtî ve gerek hayvanî ve gerek insanî bütün vâlidelerin o rahîm şefkatleriyle Haşiye2 ve süt gibi o latîf gıdâ ile o âciz ve zayıf yavruların terbiyesi, ne kadar geniş bir rahmetin cilvesi işlediği bedâheten anlaşılır.
--------------------------------------------------------------------------------
Haşiye1: Rızk-ı helâl iktidar ile alınmadığına, belki iftikâra binâen verildiğine delil-i katî, iktidarsız yavruların hüsn-ü maîşeti ve muktedir canavarların dîyk-ı maîşeti, hem zekâvetsiz balıkların semizliği ve zekâvetli, hileli tilki ve maymunun derd-i maîşetle vücudca zayıflığıdır. Demek, rızık iktidar ve ihtiyâr ile ma'kûsen mütenâsibdir; ne derece iktidar ve ihtiyârına güvense, o derece derd-i maîşete mübtelâ olur.
Haşiye2: Evet, aç bir arslan zayıf bir yavrusunu kendi nefsine tercih ederek, elde ettiği bir eti yemeyip yavrusuna vermesi; hem, korkak tavuk, yavrusunu himâye için ite, aslana saldırması; hem, incir ağacı kendi çamur yiyerek yavrusu olan meyvelerine hâlis süt vermesi, bilbedâhe nihayetsiz Rahîm, Kerîm, Şefîk bir Zâtın hesâbiyle hareket ettiklerini kör olmayana gösteriyorlar. Evet, nebâtât ve behimiyât gibi şuursuzların gayet derecede şuurkârâne ve hakîmâne işler görmesi, bizzarûre gösterir ki, gayet derecede Alîm ve Hakîm birisi vardır ki, onları işlettiriyor; onlar, Onun nâmiyle işliyorlar.
(Sözler. S,65)
Bediüzzaman Said Nursi
SÖZLÜK:
BÂB : Bölüm,kapı,konu,makam,mevki.
KEREM : Cömertlik, lütuf, ihsan, inâyet, izzet, şeref.
ÂSÂR : Eserler, izler, nişanlar, belirtiler.
NİHÂYETSİZ : Sonsuz.
ŞÂYESTE : Uygun, yaraşır, lâyık.
MÜCÂZÂT : Cezâlar.
KAVÎ : Kuvvetli, sağlam, metin, zorlu.
BEDÂHETEN : Ap açık, bir şekilde, birden bire, âniden, ansızın, düşünmeksizin.
SÜNDÜSMİSAL : İpekli kumaş gibi.
LİBAS : Elbise.
MURASSÂ : Kıymetli taşlarla, sırmalarla süslenmiş.
LATÎF : Güzel, hoş. Cenâb-ı Hakk\'ın bir ismi.
MUSANNA : Sanatlı bir şekilde yapılan.
CEMÎL : Güzellik sâhibi.
KEMÂL-İ DİKKAT : Tam ve mükemmel bir dikkat.
ZERRE : Maddenin en küçük parçası, molekül.
AZÎM : Büyük.
İZZET : Şeref, üstünlük; değer, kıymet, yeterlilik.
NEBÂTÎ : Bitki cinsinden, bitkiye âit, yerden biten cinsten olan.
RIZK-I HELÂL : Helâl rızık.
İFTİKAR : Fakirliğini bilmek, alçakgönüllülük.
DELİL-İ KAT\'Î : Kesin ve inandırıcı delil.
HÜSN-Ü MAİŞET : Geçimdeki kolaylık, güzellik.
ZEKÂVET : Zekî oluş, keskin anlayış, kurnazlık.
SEMİZ : Eti, yağı bol, besili.
DERD-İ MAÎŞET : Geçim sıkıntısı.
MA'KUSEN MÜTENASİB : Mat: Tersine olan müvâzene. Yâni, birbirine nisbet edilen iki şeyden, biri çoğaldığı oranda diğerinin eksilmesi veya birinin azaldığı nisbetinde diğerinin çoğalması. Ters orantılı.
MÜBTELA' : (Bel'. den) Yenilmiş. Yutulmuş.
BEHİMİYYET : Hayvanlık, canlı olmakla beraber akılsız oluş.