Her musibet bir saadetin başlangıcı mıdır?

"Ağrısız baş, sancısız diş olmaz" olmaz derler.
Her şey arzu ettiğimiz gibi olmuyor, planladığımız gibi gitmiyor.

Hayat inişli çıkışlı, acılı tatlılı, hüzünlü sevinçli, sıkıntılı neşeli...

Mutluluğu, saadeti ve sevinci hepimiz hoş karşılarız. Ama musibeti, dertleri, hastalığı hoşça karşılayabiliyor muyuz?

Musibetin içinde saadetin varlığını, derdin içinde dermanın gizlendiğini, hastalığın önünde şifanın saklandığını, belânın içinde sefanın, cefanın içinde vefanın olduğunu fark edebiliyor muyuz?

İşte o zaman hayat kolaylaşır, sıkıntılar azalır, musibetler küçülür, hastalıkların acısı ve elemi hafifler.

Nasıl olacak bütün bunlar?

Öncelikle her musibetin ve her derdin daha büyüğü vardır. "Allah beterinden saklasın, daha acısı ve daha dayanıl mazı olabilirdi" demek, musibeti küçültüyor, neredeyse, "Bu kadarına şükür" diyesi geliyor insanın...

İkincisi: Hayat musibetlerle, sıkıntılarla, hastalıklarla pekişiyor, güçleniyor; dayanma gücünü artırıyor, olgunlaşıyor.

Hiç dert görmemiş, hasta olmamış bir insanla, çekmediği sıkıntı kalmamış bir insanın hayatı kavrayışı aynı mıdır?

Birisi için felaket olan bir olay, diğeri için sıradanlaşıyor. Birisi şok ve panik yaşarken, ötekisi soğukkanlılıkla karşılı yor.

Sıradan bir hayat, gecesi gündüzü aynı geçen bir gün, sabah kalk, akşam yat felsefesi insanı tembelleştiriyor, cazibesini, çekiciliği törpülüyor.

Üçüncüsü: En büyük nimetler ve saadetler büyük musibetlerin arkasından gelmiş. Varlık da öyle, servet de öyle...

***

Yusuf Aleyhisselâmın yaşadıkları bunun için en anlamlı örnektir.

Efendiliği, fizik ve ruh güzelliğiyle kardeşlerinin önüne geçmiş. Haklı olarak kıskanmışlar kardeşleri onu... Aralarından uzaklaştırmak istemişler bir an önce...

Bir gün götürmüşler, kuyuya atmışlar. Kurtulduk diye sevinmişler.

Kuyudan çıkartılmış, esir pazarında köle olarak satılmış. Saraya alınmış, bu sefer sarayın hanımı göz koymuş güzelliğine...

İftiraya kurban gitmiş Yusuf Peygamber ama iffetine sahip çıkmış, sonunda kendini zindanda bulmuş.

On dört sene hapiste kalmış. Çekmediği eza, görmediği cefa kalmamış. Gençliği hapishanede geçmiş. Ama orayı bir okula çevirmiş, insan eğitmiş, gönüller yapmış kaldığı süre içinde Bunun için hapishaneye "Medrese-i Yusufi ye" denmiş, "Yusufiye Okulu" anlamında...

Ama sonunda ne olmuş Hazret-i Yusuf? Mısır'a sultan olmuş, ülkenin hazinesi eline geçmiş, tek söz sahibi olmuş her konuda memlekette...

Sonunda yıllar boyu görmediği, hasretleriyle yandığı annesiyle babasıyla ve kendisini yok etmeye çalışan kardeşleriyle buluşmuş, hepsini bağışlamış.

Bir insanın ulaşabileceği en yüksek saadete ve nimete kavuşmuş.

Ama bununla da kalmamış, her konuda zirvede olduğu bir sırada, dünyanın geçici nimetleri tatmin etmemiş onu; bitip tükenmeyen sonsuz saadet nimetini istemiş, Rabbine kavuşmuş. Ebedlere geçmiş, bekaya ulaşmış.

Evet, Vereni tanıyınca gerçek saadetler musibetler içinde gizlenmiş.

Bugün

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.