Afife ARTIK
Her şey aslına rücu eder
Yürüyüşe çıktığım bir öğlen üzeri idi. Mahallemizde iki katlı, bahçeli evlerden son kalan birkaç tanesinden biri daha yıkılmış idi. Yıkılalı hatırı sayılacak kadar uzun zaman olmamasına rağmen binanın yerinde buğday başakları boy göstermişti.
Yıkılmış olan bina yapılmazdan evvel demek buralar buğday tarlası idi Allahu a’lem. Uzunca bir zaman durdum ve buğday başaklarını seyre daldım. Şimdi binalarla dolu olan bütün bu arazinin belki de tarla olduğu zamanları hayal ettim.
Üzerindeki binayı kaldırınca toprak da eski haline, aslına dönmüştü.
Sonra bu asrın insanını, memleketimin insanlarını düşündüm. Üzerine koca koca binalar kurulmuş münbit topraklar gibi…
Üzerinden bir kalkıverse bu asrın kurduğu dışı cafcaflı içi kof binalar neler çıkacak altından, ne mahsüller verecek…
Her şey asılına rücu eder…
İnsanımızın da üstündeki baskı ve tazyikler ve o tazyikler neticesi olan tepkisellikler bir kalkıverse asıllarına rücu edecekler…
Dışı süs içi pis deniyetin (mimsiz medeniyetin) tazyikinden bir kurtuluverse kendini bulacak insanımız.
Denî yani aşağılık, aşağı olmaktan kurtulup medenî olacak.
Hep ekstralar peşindeyiz, bu da olsa, şu da olsa... Yok. Sadece fıtratımızdan olmayanlar gitse, üstümüzdeki cafcaflı binalar yıkılsa özümüze döneceğiz. Bir şey ilave etmeye değil bizden olmayan ve üstümüze bina edilenlerin gitmesine, kalkmasına ihtiyaç var.
Bir şeyler almaya değil, fuzulî olarak aldıklarımızdan kurtulmaya muhtacız.
“Sade yaşa rahat et”… İmanı olmayan ama fıtratı ve özü arayan batılılar bile fark etti sade yaşama dönmek gereğini. Var bunun afilli tabirleri, kelimeleri, yeni yeni kavramları ama gerek var mı? Mana kâfi.
Biz de saflaşmaya, bizden olmayan pırtı mırtılarımızı üstümüzden atmaya öyle muhtacız ki…
Bizi fakirleştiren bu mimsiz medeniyetin dayatmalarından yakamızı paçamızı kurtarmaya öyle hasretiz ki.
Kalb huzuru, ruh ferahı, vicdan rahatı arıyoruz. Heyhat nefis, heva ve hevesin tahakkümü altında iken olur mu bunlar?
Heva ve hevesi kamçılayan, nefsin arzularının ateşine benzin döken bu umumî havadan, üstümüze inşa edilmiş bu afilli binalardan kurtulmadan nasıl aslımıza döneceğiz?
Arabamız, evimiz, eşyamız hava atmak için mi verilmiş bize?
Şükür nerede?
Verilenleri hak etmişlik iddiası şirk değil mi? Benlik davası değil mi? Ben hala bensem hüve nerde?
Her şey aslına rücu eder…
Tutmayalım bırakalım bizde bizden olmayan ne varsa
Kalbimizin, ruhumuzun, vicdanımızın tertemiz iklimine girelim. Teneffüs edelim biraz. Aslımıza rücu edelim.
Üzerinde ne şaşaalı binalar yapılıp yıkılmış olsa da rahat bırakıldığında, kendi haline bırakıldığında her şey aslına rücu eder.
Her ne kadar nefsin muvakkaten esiri olmuşsak da bırakalım ruhun ulvî lezzetleri kuşatsın bizi. Kalbin geniş huzurlu bahçesine girelim. Tertemiz akarsular yemyeşil bahçeler bir huzur iklimi…
Kalb ve ruhun geniş dairelerinde yaşamak varken neden tercih ediyoruz heva ve heves cenderesini? Bu yok, şu olmadı, beriki gemledi… Ne fark eder ki… Kalb için, ruh için esas nedir? Lezzet nedir? Bu derdini çektiklerimiz gamına, tasasına battıklarımız mı? Hayır değil elbette.
Her şey aslına rücu eder… Varlığın dev binalarını kaldıralım üstümüzden kaldıralım ki yokluğun vacib-ül vücuda îsal eden engin gökyüzüne doğru kanat açalım…
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.