Her şey beka için yaratılmıştır
Günlük Risale-i Nur dersi…
Bismillahirrahmanirrahim
Birinci esas:
Anlarsın ki, o han gibi bu dünya dahi kendi için değil; kendi kendine de bu sûreti alması muhâldir. Belki, kafile-i mahlûkatın gelip konmak ve göçmek için dolup boşanan, hikmetle yapılmış bir misafirhânesidir.
İkinci esas:
Hem, anlarsın ki, şu hanın içinde oturanlar, misafirlerdir. Onların Rabb-i Kerîmi onları Dârü's-Selâma dâvet eder.
Üçüncü esas:
Hem, anlarsın ki, şu dünyadaki tezyinât, yalnız telezzüz veya tenezzüh için değil. Çünkü bir zaman lezzet verse, firâkıyla birçok zaman elem verir. Sana tattırır, iştihânı açar, fakat doyurmaz. Çünkü ya onun ömrü kısa, ya senin ömrün kısadır; doymaya kâfi değil. Demek kıymeti yüksek, müddeti kısa olan şu tezyinât ibret içindir, şükür içindir, usûl-ü dâimîsine teşvik içindir, başka gayet ulvî gâyeler içindir.
Dördüncü esas:
Hem anlarsın ki, şu dünyadaki müzeyyenât ise, Cennette ehl-i İmân için rahmet-i Rahmânla iddihar olunan nimetlerin numuneleri, sûretleri hükmündedir.
Beşinci esas:
Hem, anlarsın ki, şu fânî masnuât fenâ için değil. Bir parça görünüp, mahvolmak için yaratılmamışlar. Belki, vücudda kısa bir zaman toplanıp, matlûb bir vaziyet alıp; tâ sûretleri alınsın, timsâlleri tutulsun, mânâları bilinsin, neticeleri zaptedilsin. Meselâ, ehl-i ebed için dâimî manzaralar nesc edilsin, hem âlem-i bekâda başka gâyelere medâr olsun.
Eşya bekâ için yaratıldığını, fenâ için olmadığını, belki sûreten fenâ ise de tamam-ı vazife ve terhis olduğu bununla anlaşılıyor ki; fânî birşey, bir cihetle fenâya gider, çok cihetlerle bâkî kalır. Meselâ, kudret kelimelerinden olan şu çiçeğe bak ki, kısa bir zamanda o çiçek tebessüm edip bize bakar; derâkab, fenâ perdesinde saklanır. Fakat, senin ağzından çıkan kelime gibi o gider; fakat binler misâllerini kulaklara tevdî eder, dinleyen akıllar adedince mânâlarını akıllarda ibkâ eder. Çünkü, vazifesi olan ifade-i mânâ bittikten sonra kendisi gider. Fakat, onu gören her şeyin hâfızasında zâhirî sûretini ve her bir tohumunda mânevî mahiyetini bırakıp öyle gidiyor. Güyâ her hâfıza ile her tohum, hıfz-ı zîneti için birer fotoğraf ve devam-ı bekâsı için birer menzildirler.
En basit mertebe-i hayatta olan masnu' böyle ise, en yüksek tabaka-i hayatta ve ervâh-ı bâkiye sahibi olan insan ne kadar bekâ ile alâkadar olduğu anlaşılır. Çiçekli ve meyveli koca nebâtâtın bir parça ruha benzeyen herbirinin kanun-u teşekkülâtı, timsâl-i sûreti, zerrecikler gibi tohumlarda kemâl-i intizamla, dağdağalı inkılâblar içinde ibkâ ve muhâfaza edilmesiyle, gayet cemiyetli ve yüksek bir mahiyete mâlik, haricî bir vücud giydirilmiş zîşuur, nurânî bir kanun-u emrî olan ruh-u beşer ne derece bekâ ile merbut ve alâkadar olduğu anlaşılır.
Altıncı esas:
Hem anlarsın ki, insan, ipi boğazına sarılıp, istediği yerde otlamak için başıboş bırakılmamıştır. Belki, bütün amellerinin sûretleri alınıp yazılır ve bütün fiillerinin neticeleri muhasebe için zaptedilir.
Yedinci esas:
Hem anlarsın ki, güz mevsiminde yaz, bahar âleminin güzel mahlûkatının tahribâtı idâm değil. Belki, vazifelerinin tamamıyla terhisâtıdır. (Haşiye)
Hem, yenibaharda gelecek mahlûkata yer boşaltmak için tefrîgattır ve yeni vazifedarlar gelip konacak ve vazifedar mevcudâtın gelmesine yer hazırlamaktır ve ihzârâttır.
Hem zîşuura vazifesini unutturan gafletten ve şükrünü unutturan sarhoşluktan ikazât-ı Sübhâniyedir.
Sekizinci esas:
Hem anlarsın ki, şu fânî âlemin sermedî Sânii için başka ve bâkî bir âlemi var ki, ibâdını oraya sevk ve ona teşvik eder.
Dokuzuncu esas:
Hem anlarsın ki, öyle bir Rahmân, böyle bir âlemde öyle has ibâdına, öyle ikramlar edecek; ne göz görmüş, ne kulak işitmiş, ne kalb-i beşere hutûr etmiştir. Âmennâ.
Haşiye: Evet, rahmetin erzak hazînelerinden olan bir şecerenin uçlarında ve dallarının başlarındaki meyveler, çiçekler, yapraklar, ihtiyar olup vazifelerinin hitâma ermesiyle gitmelidirler; tâ, arkalarından akıp gelenlere kapı kapanmasın. Yoksa, rahmetin vüs'atine ve sâir ihvanlarının hizmetine sed çekilir. Hem, kendileri gençlik zevâliyle hem zelîl, hem perişan olurlar. İşte, bahar dahi mahşernümâ bir meyvedar ağaçtır, her asırdaki insan âlemi ibretnümâ bir şeceredir, arz dahi mahşer-i acâib bir şecere-i kudrettir, hattâ dünya dahi meyveleri âhiret pazarına gönderilen bir şecere-i hayretnümâdır. (Sözler 10. Söz 6. Hakikat)
Bediüzzaman Said Nursi
SÖZLÜK:
ÂLEM-İ BEKA : Sonsuzluk âlemi.
BÂKÎ : Ebedî, dâimî, sonu gelmez, ölmez, sonsuz.
BASİT : Kıymetsiz.
BEKA : Varlığı devam ettirme; devamlılık, sonsuzluk.
DÂRÜ'S-SELÂM : Cennetin ikinci katı; Cennet, selâmet yurdu.
DERAKAB : Hemen, derhal, çabuk.
EHL-İ EBED : Ebedî olanlar, ebedîler. Sonsuz olanlar.
ELEM : Ağrı, acı, keder, dert, gam, kaygı.
ERVÂH-I BÂKIYE : Bâki ruhlar, ölümsüz ruhlar.
ESAS : Temel. Kök. Rükün. şart. Hakikat ve mahiyetler.
FÂNÎ : Geçiçi, sonu olan, son bulan.
FENÂ : Yokluk, yok olma.
FİRÂK : Ayrılık, ayrılma, hicran.
GAYE : Amaç, ideâl, hedef.
GÜYÂ : Sanki.
HAN : Yolcuların misafir olduğu bina. Kervansaray. Otel.
HIFZ : Korumak, ezberlemek, saklamak.
HUTÛR : Akla gelmek, hatırlamak.
İBÂD : Kullar.
İBKA : Bâkileştirmek. Devamlı etmek.
İDDİHAR : Biriktimek, toplamak, depolamak.
İFÂDE-İ MÂNÂ : Bir mânânın ifâdesi.
KÁFİLE-İ MAHLÛKAT : Yaratılmışların kafilesi, topluluğu.
KÁNUN-U EMRÎ : Cenâb-ı Hakk'ın mânâ ve emir aleminden sudur eden, vasıtasız, doğru işleyen kanunu. Beden'e ruhu takıp çıkarmak gibi.
MÂHİYET : Birşeyin aslı, içyüzü, esâsı.
MÂHİYET : Birşeyin aslı, içyüzü, esâsı.
MAHLÛKÁT : Yaratılmışlar. Varlıklar.
MÂLİK : Sahip olan, mülk sahibi; Allah
MASNU' : (Sun'. dan) San'atla yapılan, yapılmış. Yapma, yapmacık.
MASNUAT : Sanatla yapılmış olan eserler, varlıklar.
MATLUB : Talep edilen. İstenen.
MEDÂR : Sebep, vâsıta, vesîle. Yörünge.
MENZİL : Ev, oda, yer, mekân, durak.
MERBÛT : Bağlı. Rabtedilmiş.
MERTEBE-İ HAYAT : Hayatın dereceleri.
MİSÂL : Benzer, örnek.
MUHÂL : İmkânsız; olması mümkün olmayan.
MUHASEBE : Hesablaşmak. Hesab görmek. Hesab işi ile uğraşmak. Hesab işini gören resmi makam.
MÜZEYYENÂT : Süslü şeyler.
NEBÂTÂT : Bitkiler.
NESC : Dokuma, örme.
NÎMET : İyilik, ihsân, giyecek ve yiyecek gibi şeyler.
NÜMÛNE : Örnek, misal.
RABB-İ KERÎM : İhsanı bol olan ve herşeyi terbiye edip idâre eden Cenâb-ı Hak.
RAHMET-İ RAHMÂN : Her varlığın rızkını en mükemmel bir şekilde karşılayan Cenâb-ı Hakk'ın rahmeti.
SEVK : Önüne katıp sürme.
TEBESSÜM : Gülümseme.
TELEZZÜZ : Lezzetlenmek, tat ve zevk almak, zevklenmek.
TENEZZÜH : Bağ ve bahçe gibi yerlere, her türlü kötü hallerden kurtulmak için çıkıp, gezme.
TERHİS : İzin ve ruhsat verme, serbest bırakma, salma, kurtarma.
TEVDÎ : Bırakma, emânet verme, devretme.
TEZYİNÂT : Süslemeler.
TİMSÂL : Model, sembol, örnek, sûret, nümûne.
ULVÎ : Yüce, yüksek.
USÛL : Bir hedefe ulaşmak için tutulan yol, tarz, metod.
ZAPT : Kayıt tutma.
ZÎNET : Süs.
ZÎŞUUR : Akıl, şuur sâhibi.