Kadir AYTAR
Hiçbir şey kendi haline bırakılmaz
Risale-i Nur’un telif edildiği yıllarda inkâr-ı Ulûhiyet fikri vardı. Deccal, süfyan, zındıka ve ifsad komiteleri var güçleri ile bu fikri yayarak insanlığı, özellikle de gençliği baştan çıkarmaya çalışıyorlardı.
Said Nursi, onların bütün bu fikrî bombardımanlarına karşı koymuş ve dayandıkları bütün temelsiz batıl fikir ve felsefeleri çürütmüş ve yerle bir etmiştir. Bunu yaparken de bir yandan Risale-i Nurlar ile müminlerin imanlarını tahkim etmiş, diğer yandan, zındıka ve ifsad komitelerinin, fen ve felsefeden gelen taarruzlarına karşı, yine fen ve felsefenin dili ile ilmî ve mantıkî delillerle en güçlü silahlarını ellerinden almıştır.
Risale-i Nur eserlerinin örgüsüne baktığımızda, “esaslar, nükteler, noktalar, işaretler, remizler, tılsımlar” gibi kavramları görürüz. İmânî mevzuları bu kavramlar aracılığı ile en inceliklerine kadar anlatmış ve nokta kadar küçük hakikatleri açmış, görünür kılmış, derin bir ilim ve keskin bir nazarla anlaşılabilecek tılsımları, arzu eden her insanın anlayabileceği hale getirmiş, böylece hem yaşadığı zamanı iyi okumuş, hem de geleceğe dönük işaretler bırakmıştır.
Bu nedenle Risale-i Nur metinleri, üzerinde çok fazla düşünülmeden, yüzeysel ve alelacele, âdet yerini bulsun diye okunup geçilecek metinler değildir. Ayrıca çok okumak da anlamak, anlamlandırmak ve yeni fikirler üretmek anlamına gelmiyor. Bu nedenle nüktelere, noktalara, işaretlere, remizlere, tılsımlara çok dikkat etmek, tenkit nazarıyla yaklaşmamak gerekiyor. Aksi halde bârika-i hakikat ortaya çıkmayacaktır. Şayet hakikat güneşi ortalığı aydınlatmazsa, gafletle mağlup olduğu zannedilen küfür karanlıkları meydanı dolduracaktır.
İman ve küfür mücadelesi Hz. Âdem (as) zamanından bu yana süregeliyor ve kıyamete kadar da devam edecek. Bu nedenle küfür, zaman ve zemine göre, bukalemun gibi, sürekli renk ve taktik değiştiriyor, yeni yeni stratejiler geliştiriyor. Fikrî ve felsefî zındıka komiteleri, suret-i haktan görünerek, inceden inceye, masumane tavırlarla ve çeşitli vasıtalarla müminlerin imanlarına saldırıyorlar ve büyük kitleleri, özellikle de bu vatan gençlerini ateşe atıyorlar.
Aldatmakla iş görmek, bu zamanın en büyük stratejilerinden birisidir. İnsanları, ahireti ve hesap vermeyi unutmaya, sadece dünyayı sevmeye, tamamen zevk ve haz odaklı yaşamaya teşvik ediyorlar. Ateizmden vazgeçtiler. Çünkü her şeyin, varlığına ve birliğine işaret ettiği Allah’ı inkâr edemiyorlar. Bu defa da; “Tamam Allah var. Ancak kâinatı yaratmış, bir saat gibi kurmuş, ondan sonra kendi haline bırakmış. Allah artık böyle ufak tefek işlerle uğraşmaz” gibi kendilerine göre dîvânece bir yol bulmuşlar.
Son zamanlarda, bütün dindarlara, cemaatlere ve tarikatlere karşı, bir güvensizlik, dînî hizmetlerde bir duraksama yaşanıyor. Toplumdaki, bu güvensizlik, endişe ve çekimserlik çocukların ve gençlerin dini eğitimlerden mahrum kalmalarına sebep oluyor. Boşlukta kalan özellikle dindar ailelerin çocukları ve gençleri, amelsiz iman diyebileceğimiz; Allah’ı kabul eden, ancak Allah’ın emirlerini ve dinin esaslarını yok sayan bu dîvânece yol olan deizme doğru kaydıkları yapılan araştırma sonuçlarından anlaşılmaktadır.
Dünyevî bütün kuruluşlarda yani devletlerde, şirketlerde, derneklerde, vakıflarda, topluluklarda, ailelerde kurallar var, esaslar var, uyulması gereken prensipler var. Ama dine gelince, hiçbir kural yok. Bu nasıl kabul edilebilir?
Dünyevileşme yarışı, bütün toplum kesimlerinde olanca hızıyla devam ediyor. Buna dindar aileler ve ehl-i hizmet bazı kesimler de dâhil oldular. Bu durum iman ve Kur’an hizmetlerinde bulunanlara ve ailelere rehavet verdi. Mal mülk, bağ bahçe, makam mansıp peşine düşüldü. Manevi hizmetler ikinci veya üçüncü plana itildi. Var güçleri ile dünyaya çalışan ebeveynlerini gören çocuklar ve gençler de hâliyle dine karşı lakayt kaldılar.
Bu lakaytlık, çocukları ve gençleri dünyaya daha çok bağladı ve ahireti unutturdu. Bilgisayar, cep telefonu, internet, sosyal medya, sanal oyunlar gibi sanal araçlar, neredeyse cismani hayatı unutturacak dereceye geldiler. Bu araçlar, dünyevi meşgalelerden bitkin hale düşen birçok ebeveyn için çocuklarını avutan sanal bakıcılar hükmüne geçtiler. Sonuçta bu ebeveynler rahat bir nefes aldılar ama evlatlarını da ruhen kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalıyorlar.
Gelelim şu asılsız Allah’ın karışmadığı ve kendi haline bıraktığı ufak tefek işlere. Ufak şeyler olmazsa, büyük şeylerin olmayacağını, büyük şeylerin ufak şeylerden yapıldığını, ufak şeyler bozuksa, büyük şeylerin de bozuk olacağını, büyük şeylerin sağlıklı işleyebilmesi için de ufak şeylerin sağlıklı işletilmesi gerektiğini hepimiz biliyoruz.
Küçüklük büyüklük bizlere göredir. Allah’a göre büyük küçük arasında hiçbir fark yoktur. O’nun için zerre de birdir, güneş de birdir. O her şeyi aynı anda gören, her şeyi kuşatan, hiçbir şeyi ihmal etmeyen, ezelî ve ebedî olan, sonsuz ilim, irade ve kudret sahibidir.
İnsan ise, son derece âcizdir, fakirdir, noksandır, zayıftır. Allah için büyük küçük, az çok olmadığı gibi, insan da çoğu az ile sıcağı soğuk sayesinde, güzeli çirkin marifetiyle, uzunu kısa aracılığı ile ışığı da karanlığın müdahalesiyle bilebiliyor. Allah’ın kendisine verdiği cüzi ilim, irade ve kudret ile Allah’ın sonsuz varlığını, ilmini, iradesini ve kudretini anlayabilir ve idrak edebilir. İnsan, fıtratına dercedilmiş bu küçük mizancıklar olmazsa, “Şu kadarcık mülk benim ise, şu koca mülk de O’nundur, sonuçta bana bu mülkü veren de O’dur” diyemez ve kendi sınırlarını bilemez.
İnsan evrende bir zerre kadar bile değildir. Yani cismen çok ufak tefek bir şeydir ama manen evrenin en kıymetli ve en büyük varlığı sayılmıştır. Allah Yüce Kitabında insanı muhatap almış, kendisine rehberlik edecek peygamberler göndermiş, yeryüzüne gönderiliş maksadını ve hem dünya, hem ahiret saadeti için uyacakları ilkeleri tebliğ etmiş, bütün hareketlerinin kayıt altına alınarak ileride hesaba çekileceğini belirtmiştir.
“En küçük şeye hükmedemeyen en büyük şeye de hükmedemez” kaidesi çok önemlidir. Varlık âleminin en küçük maddesi zerredir. Büyük şeyler de zerrelerden yaratılır. Zerrelerden yaratılan varlıkların her biri saray gibidir ve sanat harikasıdır. Her biri ilim, irade ve kudret eli ile yaratılmıştır. Dolayısı ile Yaratıcı varlıkların yapı taşı olan zerreden elini çekse, deistlerin iddia ettikleri gibi, hiç ilgilenmese, kendi hallerine bıraksa, evrende varlık diye bir şey kalmaz. Her şey un ufak olur.
Siz kurulduktan sonra hiç ilgilenilmeyen, kendi hâline bırakılan bir fabrika gördünüz mü? Fabrikanın idare edilmesi, hammaddesinin temin edilmesi, ürünlerin pazarlanıp tüketicilere ulaştırılması gerekir. Bütün bunlar herhalde kendi kendine olacak değildir. İnsan bile fabrikasının başını boş bırakamıyor. Cenab-ı Hak kâinat fabrikasını neden başıboş bıraksın ki?
Her an bir serseri yıldızın dünyamıza çarpması korkusu ile yaşamaktansa, Allah’ın güvencesi altına girmek daha iyi olmaz mı? Yakınlarının ilgisizliklerinden yakınan insanların hayatları nasıl kararıyorsa, deizmin iddia ettiği ilgisizlik de elbette hayatı zindana çevirecektir.
Deizm, biraz da cüz-i ihtiyarinin kader karşısında, “Mademki her şey kader kalemiyle yazılmış, o halde benim ne suçum var?” deyip, her şeyi kaderin üstüne yıkarak, sorumluluktan, itaatten, ibadetten kaçmak isteyenleri anlatıyor.
Amelsiz iman çok zayıf olduğu gibi, imansız amel de yok hükmündedir. İman ameli, amel de imanı besler. Biri eksik olunca, arıza başlar. Allah’ın mülkünden de hükmünden de kaçış olmadığına göre, insanın kuralsız ve başıboş yaşamaya, deizmi de bir kaçış odası olarak kullanmaya elbette hakkı yoktur. Amelsiz bir din, peygamberi inkâra, sonuçta Allah’ı inkâra götüren bir yoldur. Küfür, Yaratıcı ile irtibat ve iletişimi birçokları için kesmeyi başarabilir ama hayatın kendisi, insanın kendi bedeni, ruhu, kalbi ve latifeleri, yaratılan her şey, bağıra bağıra Allah’a işaret ediyorlar ve biz Yaratıcımızla irtibatsız ve iletişimsiz asla hayatta kalamayız diye kör olası münkirlerin gözlerine sokuyorlar.
Aileyi yok eden, çocukları, gençleri, hatta bilinçsiz bazı yetişkinleri esir alan bu teknolojik hastalıklardan ve deizm gibi nefs-i emareye hoş gelen marazlardan kurtulmanın çaresi; teknolojiden gereği gibi yararlanmak, Kur’ân’a ve Sünnete sarılmak, asrımızın iman hastalıklarını tedavi eden Risale-i Nur ilacını kullanmaktır.
Said Nursi’nin Risale-i Nur’larda tesbit ettiği, hakikatleri, noktaları, nükteleri açmak, tılsım ve remizleri deşifre etmek için ciddi okumalar yapmak, zamana ve geleceğe yönelik plan, program ve projeler hazırlamak, bu kavramlarla yeni metinler oluşturmak, okul kitaplarındaki dinsizliği, tabiatperestliği teşvik eden, Yaratıcıyı perdeleyen felsefî ifadelerin ayıklanması ve yerlerine bizim kendi inancımızı, kültürümüzü, Kur’an’a dayalı müsbet medeniyetimizi yansıtan ifadelerin konması zaruretin de ötesine geçmiştir.
Bireylerin sağlıklı yetişmesi, ailemizin, toplumumuzun ve geleceğimizin da sağlıklı olmasını sağlayacaktır.
Sevmek elbette insanın hakkıdır. Dünyayı ve içindeki bütün nimetleri sevmeli ama Allah hesabına sevmeli. Dünyayı sevip ahireti; hayatı sevip ölümü; malı mülkü sevip hesap vermeyi; saraylar gibi evleri sevip kabri, unutanlardan olmayalım.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.