Afife ARTIK
Hint epistomolojisi üzerinden Risale-i Nur’a muhatap olamayız
Kur’an’ın manevi bir mucizesi olan Risale-i Nur’un en öncelikli konularının başında tevhid geliyor. Tevhid akidesini sağlam elde etmeden Risale-i Nur’a muhatap olmak ve Kur’anî hakikatleri doğru anlamak elbette mümkün değildir. Allah’a ait olan hiçbir şeyi varlığa taksim etmemek tevhid akidesinin gereğidir.
Evet bütün yaratılmışlar Allah’ı anlatır lâkin içlerinde O’ndan bir parça barındırmazlar. ‘Heme ost’ değil ‘heme ezost’dur. Yani; herşey O’ndandır ama ‘O’ değildir.
Hint Epistemolojisine göre ise nasıl ki bir bardağa suyu doldursak ve o su taşsa taşan su ile bardaktaki suyun birbirinin aynı olması misillü, varlık da Tanrı’nın âdeta başka başka görüntüleri gibidir. Yani; varlık ilâhi olandan bir parça taşır. Yapısal olarak varlık ile ilah arasında bir farklılık yoktur. Bu nedenle böyle bir varlık algısı taşıyanlar ilâhî olanın bilgisine ulaşmak için elbette içsel yoğunlaşmaların farklı yöntemleri olan Yoga gibi trans hallere bürünmek gibi yöntemler kullanacaklardır. Çünkü varlık mâdem ilâhtan bir parça taşımaktadır öyle ise varlığın kendisinden hareketle ilahî olanın bilgisine erişilebilir.
Şark Dünyasının varlık algısı ve tasavvuf geleneği Hint Epistomolojisindeki gibi bir varlık algısını içinde barındırır. Bu sebeple bir çok dinî metinlerde varlığın içinde ve elbette varlığın en eşrefi olan insanda ilâha ait bir parça bulunduğunu ima eden ifadeler yer alır.
Risale-i Nur bu varlık algısını esastan bozmayı bir hedef edinmiştir ki aranılan hâkiki tevhid’e ulaşılabilsin. Eğer biz Hint Epistomolojisindeki gibi bir varlık algısı ile Risale-i Nur’u okursak ne kadar çok okursak okuyalım ve metnin zahirî manalarını doğru anlamış bile olsak Risale-i Nur bizi bir yere götürmez.
Mesela “çiçekte Cemîl ismi tecelli ediyor” dediğimizde eğer manay-ı ismî ve manay-ı harfî ayrımının hakkı ile bilincinde değilsek her an düşüncemiz Hint Epistomolojisinde olduğu gibi bir düşünceye meyledebilir ve çiçekte Allah’ın Cemâl sıfatından ve Cemîl isminden bir parça varmış gibi düşünerek tevhid akidesine uymayan bir anlayışa düşmüş oluruz. Böyle bir anlayış tarzı ile Risale-i Nur’un bize anlattıklarını doğru anlamamız mümkün değildir.
Varlık ile kurduğumuz ilişki Allah üzerinden olursa problem yok. Her şeyi Allah’a ait bildikten sonra hiçbir şey Allah’a giden yolumuzda bizim için bir kâti-üttarîk olmayacaktır. Lâkin mahlukattan Allah’a bir yol bulmak istediğimizde (Mesnevi-i Nuriye’de bahsi geçtiği gibi) nazarımız kuvvetli bir esbaba çevrilip, Allah’a ulaşamayabilir veya ulaşsa bile nâkıs olur. Marifetullah için geçerli olan bu kâide Muhabbetullah için de elbette câridir.
Şark Dünyasında ortaya çıkan dilin arkasında Hint Epistomolojisi olduğundan bu yapı ile hesaplaşmadan Risale-i Nur ile temas kurmamız zordur. Şark Dünyasındaki bu dilin ve arkasındaki epistomolojik ve ontolojik yapının İslam aklı ile de uyuşmadığını söyleyebiliriz. Biz de zihnimizi bu yapıdan arındırmadan sabahlara kadar da Risale-i Nur okusak o ilk düğmeleri yanlış iliklediğimizden Risale-i Nur’a doğru muhatap olamayız. Çünkü temelde tanrı tasavvuru ve ona ait bilgiyi elde etme yöntemi hakkında problem var.
Allah varlığı yoktan yaratmıştır ve yaratılmışlar hiçbir ilâhi vasfa sahip değillerdir. Velev ki düşerken tutunduğumuz bir dal olalar…
Not: Akademisyen İsmail Süphandağı’nın sunumundan hareketle yazılmıştır. (Haddimi aşarak belki de) Epeyce kalem karıştırmış olsam da bazı cümleler doğrudan doğruya kendisine aittir.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.