Münafıklar modernist mi?

Şah Veliyyullah Dihlevî, Fevzül Kebir adlı eserinde Kur’ân’ın toplumda 4 gurupla mücadele ettiğinden bahseder: Müşrikler, Münafıklar, Yahudiler ve Hıristiyanlar.

Dihlevî bu dört gurubun yalnızca Peygamberimiz (asm) döneminde olmadığını her zaman ve her mekânda bu tiplere rastlanabileceğini söyler ve kendi günündeki insanlarla Kur’ân’ın mücadele ettiği 4 gurup arasında bazı ortak özellikler kurarak izahlar yapar.

Dihlevî’nin ifadelerini günümüze uyarladığımızda Peygamberimiz (asm) dönemindeki müşriklerin yerini günümüzde ateistlerin aldığını söyleye biliriz. Yahudi ve Hıristiyanlar bugün de mevcut ve o günkülerle bugünküler arasında çok benzerlikler görülüyor. Geriye Münafıklar kaldı.

Acaba günümüzün münafıkları modernistler mi?

Modernistler derken, günümüzdeki batı menşeli modern hayatı asıl kabul ederek, bu modern hayatın kriterlerine uymayan ayetleri tevil eden, işine gelmeyince en sağlam hadisi reddeden, işine gelince zayıf hatta mevzu hadisleri bile kullanan güruhu kastediyorum.

Kur’an ve sünnetin münafıklarla ilgili ifadelerine ve bugünkü modernistlere baktığımızda çok garip bir şekilde aralarında benzer özellikler olduğunu görüyoruz. Burada bu benzerliklerden yalnızca bir iki tanesi üzerinde durmak istiyorum. Fakat önce Müslümanların özelliğinden, karakterinden bahsedelim ki, aradaki farkı daha iyi görelim:

Kur’ân’da sahabilerin “Kâfirlere karşı şiddetli, kendi aralarında şefkatli” (Fetih, 29) oldukları belirtilir. Yine Maide sûresinde irtidat dönemlerinde Allah’ın bir kavmi getireceği ve onların “Kafirlere karşı izzetli, müminlere karşı da mütevazi” (Maide, 54) olacakları belirtilir. Bu iki âyet bütün müminlerin, toplumdaki Müslümanlara ve kâfirlere nasıl davranacaklarını gösteren en önemli âyetlerdendir.

Kur’ân’ın ifadelerine göre, münafıklar yukarıdaki âyetlerde bahsedilen davranışın tam tersi bir karaktere sahiptirler. Onlar kâfirlere karşı zelil (EZİK), müminlere karşı da kibirli ve enaniyetlidirler. Bu konuda bazı âyetler şöyledir:

“Kalplerinde hastalık bulunanların: "Başımıza bir felâketin gelmesinden korkuyoruz" diyerek onların (Yahudi ve Hıristiyanların) arasında koşuştuklarını görürsün.” (Maide, 52)

“Müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinenler, onların yanında izzet (güç ve şeref) mi arıyorlar? Bilsinler ki bütün izzet yalnızca Allah'a aittir.” (Nisa, 19)

Bu iki âyet münafıkların Yahudi ve Hıristiyanların gücünden korktuklarını, onların dostluklarını kazanmak için gayret gösterdiklerini anlatmaktadır. Aynı zamanda onlarla beraber olmanın bir güç, itibar ve şeref vesilesi olduğunu kabul ettiklerini de göstermektedir.

Münafıklar kâfirlere karşı ezik olmanın yanında müminlere karşı da kibirli ve enaniyetlidirler. Nitekim bir âyette şöyle buyrulmuştur: “Onlar: Andolsun, eğer Medine'ye dönersek, aziz olan, zelil olanı oradan (Medine’den) mutlaka çıkaracaktır, diyorlar. Hâlbuki asıl izzet (üstünlük), ancak Allah'ın, Peygamberinin ve müminlerindir. Fakat münafıklar bunu bilmezler.” (Münafikun, 8)

Bu âyette münafıkların aziz dedikleri kendileri, zelil dedikleri de peygamberimiz ve onun sahabileridir. Bu âyet münafıkların Müslümanlara tepeden baktığını, onları aşağıladıklarını göstermektedir.

Bakara Sûresinde de onların hali şöyle anlatılır:

“Onlara: İnsanların iman ettiği gibi siz de iman edin, denildiği vakit "Biz hiç, sefihlerin (akılsız ve ahmak kişilerin) iman ettikleri gibi iman eder miyiz!" derler. Biliniz ki, sefihler ancak kendileridir, fakat bunu bilmezler.” (Bakara, 13)

Münafıkların burada sefih dedikleri kimseler sahabelerdir. Onlar çoğunluğunu fakirlerin oluşturduğu sahabeleri doğruyla eğriyi birbirinden ayıramayacak kadar akılsız, değersiz, kıymetsiz kimseler olarak görüyor, onları aşağılıyorlar ve onlarla alay ediyorlardı. Burada kibirli bir şekilde müminlere yukarıdan baktıkları anlaşılmaktadır.

Ayrıca "Biz hiç, sefihlerin (akılsız ve ahmak kişilerin) iman ettikleri gibi iman eder miyiz!" ifadesinde, iki mana vardır. Birincisi “Bu kendilerine mümin diyen kimseler toplumun aşağı tabakası olup, beyinsiz, geri zekâlı kimselerdir. Bizim gibi şerefli, toplumun üst tabakasını teşkil eden, zeki, bilgili insanlar, nasıl olur da iman ederek onlar gibi olur?”

İkinci bir mana da “Bizim imanımız onların imanından daha yüksektir. Biz onlar gibi iman etmiyoruz. Onlardan daha kaliteli bir şekilde imanımız var” şeklindedir.

Hülasa edersek; Münafıklar Yahudi ve Hristiyanlara karşı eziktirler, onlara karşı bir aşağılık kompleksleri vardır. Fakat ehli imana gelince onları zelil, geri zekâlı olarak görmekte, onlara karşı kendilerini üstün zannetmekte ve kibirlenmektedirler.

Modernistlere gelince, yukarıda bahsettiğimiz iki özelliğin onların en karakteristik özellikleri olduğunu söylemek fazla abartı olmayacaktır.

Bazı Modernistlerin batı karşısında aşağılık kompleksine kapıldığı herkes tarafından bilinir. Bunun en güzel örneği onların mucizeleri inkâr etmesidir. Onlar tarafından yazılmış meallere veya tefsirlere baktığımız zaman Kur’ân’daki mucizelerle ilgili pek çok âyeti zorlama yorumlar ve fasit tevillerle izah ettiklerini, böylelikle âyetlerin manalarını tahrif ettiklerini görürüz. Yine onlar “Peygamberimizin Kur’ân haricinde mucizesi yoktur” diyerek onun mucizelerini de inkâr ederler. Örneğin ayın yarılması (inşikaku kamer) mucizesi Kur’ân’da bahsedildiği halde bin bir teville âyetin manasını tahrif eder, çarpıtır, konuyla ilgili hadisler sahih olduğu halde uydurma deyip işin içinden çıkarlar. (Bu konuda bkz: Diyanet Ansiklopedisi, İnşikaku'l-Kamer” maddesi.)

Modernistler niçin mucizeleri kabul etmezler?

Çünkü batı felsefesi mucizeleri kabul etmiyor da ondan. Onlar bu felsefeden etkilendikleri için veya batılı dostlarına şirin görünmek, onlar tarafından beğenilmek için mucizeleri inkâr etmeyi kendilerine vazife addederler. Mucize anlayışının Müslümanların primitif (gelişmemiş, ilkel) zamanlarına ait olduğunu, bu modern çağda kendilerinin de batılılar gibi çağdaş olduklarını iddia ederler. Böylelikle onların safında izzet bulmaya çalışırlar.

Münafıklar sahabileri küçük görüp onlara hakaret ettikleri gibi günümüz bazı modernistleri de hem sahabelere, hem geçmişteki bütün İslâm büyüklerine, hem günümüzdeki bütün müminlere hakaret etmekten, onları aşağılamaktan geri kalmıyorlar. Örneğin, en çok hadis rivayet eden büyük sahabî Ebu Hüreyre’ye utanmadan dil uzatıyorlar. Onu adeta İslâm’a ihanet eden biri olarak gösteriyorlar. Bununla zımnen Peygamberimizi de bütün sahabeleri de itham etmiş oluyorlar. Çünkü Ebu Hureyre hain biriyse peygamber onu bilememiş, tanıyamamış, Hz. Ömer gibi dirayetli sahabiler onun ne kadar tehlikeli biri olduğunu anlayamamışlar, fakat kendilerini Müslümanlardan daha zeki zanneden bu şahıslar 1400 sene sonra kimsenin fark edemediğini anlamış oluyorlar. (Böylelikle sahabilerden bile zeki olduklarını isbat etmiş oluyorlar.)

Peygamberimiz (asm) ve sahabiler, müşriklerle, Yahudilerle, Hıristiyanlarla cihad ederken, münafıklar onları yalnız bırakmışlar, cihad etmemişlerdir. Tam tersine onlar, Müslümanlar içinde daima fitne çıkararak adeta ehl-i küfre yardımcı olmuşlardır.

Günümüz bazı modernistleri de nedense ateistlerle, Yahudilerle, Hıristiyanlarla hiç mücadele etmiyorlar. Daima İslâm’ı ve Müslümanları tenkit etmekten, onların açığını çıkarmaktan başka bir işle uğraşmıyorlar. Adeta ehl-i küfre yardım eder gibi bir tavır sergiliyorlar. Bu da tuhaf bir benzerlik.

Buraya kadar yalnızca münafıklarla modernistler arasındaki bazı ortak özelliklere dikkat çekmek istedim. Aslında daha başka ortak özellikler de var. Fakat kanaatimce en karakteristik özellikler yukarda bahsettiğim konular.

“Modernistler münafık mıdır?” sorusuna verilecek cevabı size bırakıyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
8 Yorum