Afife ARTIK
Hürriyetin şartı olarak iktisat
İktisat ve istiğna birbirini tamamlayan iki kavram. Eğer insanlardan veya kurumlardan müstağni olmak, tamah ile onların ellerine bakmamak istiyorsak iktisatlı olmaya mecburuz.
Dünyadan çok fazla beklentisi olan ve dünyevi servet pesinde koşan bir insanın özgür olması düşünülemez. Çünkü; hayat standardını arttırmak için sürekli bir çaba içinde olması gerek. Hem de içinde bulunması gereken çabanın kurallarını kendisinin koymasına da pek müsaade yoktur. Ve yükselen standardın nereye kadar yükselmesi gerektiği konusunda da bir doyum eşiği bulunmamakta.
Maaş karşılığı çalışan insanlara sorduğumuzu düşünelim: “maaşınızın ne kadar olmasını isterdiniz?” acaba kaç kişi bu soruya net bir rakam ile cevap verebilir? Yani kaç kişi gerçek ihtiyacının farkında? Çoğu kişinin ise “olabildiğince yüksek” demesi muhtemel. Veya çok yüksek rakamlar söylemesi. Zira onun önüne öyle geniş bir yelpaze sunulmuştur kiher maaş seviyesine uygun ayrı bir hayat tarzı, her zaman daha iyisi, daha yükseği daha kalitelisi… geliri ne kadar artarsa artsın onu hep muhtaç ve yoksul bırakacak kadar dünya dolusu alternatif.
Yoksulluğun ölçüsü; gelir ile ihtiyaçlar arasındaki farktır. Yani; bir insanın zengin olması, gelirinin çok olmasından ziyade, ihtiyaçlarının az olması ile ilgilidir. Dünyanın en zengin adamı eğer çok daha fazlasına ihtiyaç duyuyor ise yoksulluk kriterine göre o kişi yoksuldur. Bununla beraber asgarî ücret alan biri bu geliri ile ihtiyaçlarını karşılayabildiğini düşünüyorsa, zengindir.
Demek zenginliğin formülü çok kazanıp amiyane tabiri ile “köşe dönmek”te değil, ihtiyaçlarımızı azaltmakta saklıdır.
Peki bu o kadar zor mudur? Bunu yapmak için dişimizi çok mu sıkmamız lazım? Hakikatte bu zor olmamakla beraber rahatlatıcı ve iç huzurumuza da sebep olacak bir davranıştır.
Satın aldıklarımızın büyük kısmı bilinçli olarak düşünerek, ihtiyaç duyduğumuza kânî olduğumuz şeyler değildir. Bir kısmı gittiğimiz markette fazla al-benili olarak taktim edildiği için, bir kısmı reklamlar ile “bunsuz yaşanmaz” algısı bilinç altımıza yerleştirildiği için ve bir kısmı da akran veya akrabalarımız kullanıyor diye düşünmeden aldıklarımızdır.
Hani bazen hastalık dönemlerimizde fark ediveririz; “bu işi yapmadan da yaşayabiliyormuşum, o kadar da elzem değilmiş”. İşte hayatımızın vaz geçilmezi sandığımız çoğu maddeler de böyledir esasen. Bunu fark etmek için yiyecek ekmeği zor bulur hale gelmemiz de şart değildir, akıllıca bakabilmek kafî. Elbette aklımızı kullanabilmek için dış telkinlerden korunabilmek gerek. “toplum mühendisliği, algı yönetimi” çok etkili oluyor üzerimizde. Mesela bu gün Sana yağını çoğumuz kullanmıyoruz ve zararlı buluyoruz fakat bir dönem insanları kuyruklara sokmayı nasıl da başardılar değil mi? sanki onsuz yaşanmazdı. Üstelik o dönemde zeytinyağı şimdiye nispetle daha ucuzdu. Fakat seksenli yıllarda bile okullarımızda “zeytinyağlı yiyemem aman” şarkısısöylettirilmeye devam ediyordu. Oysa basma kumaş ve zeytinyağı şüphesiz ki bizim için naylondan ve margarinden daha sağlıklı ve yerli malımızdı. Her ne ise bu konuda söylenebilecek çok şey var kuşkusuz.
“Evet iktisat etmiyen, zillete ve manen dilenciliğe ve sefalete düşmeğe namzettir. Bu zamanda israfata medar olacak para, çok pahalıdır. Mukabilinde bazan haysiyet, namus rüşvet alınıyor. Bazan mukaddesat-ı diniyye mukabil alınıyor, sonra menhus bir para veriliyor. Demek, manevi yüz lira zarar ile maddi yüz paralık bir mal alınır. ” (OndokuzuncuLem’a – Dördüncü Nükte)
İsrafata medar olacak para, zaruri ihtiyacın gayrısına sarf edilen para demek. Eğer iktisat ile zaruri ihtiyaçların teminine gidilse ve gelir zaruri ihtiyaca hasr edilse rahatla yaşamak mümkün. Demek iktisat edilmediği haysiyet ve namus ve dinin mukaddes kabul ettikleri dahi feda ediliyor. Bunları feda etmek durumunda olan bir insanın ise özgürlüğünden bahsedilemez.
Elbette gelirini zaruri ihtiyaçlara hasretmek, şu an bize dayatılan yaşam tarzından farklıdır; zaten içinde bulunduğumuz tatminsiz ve mutsuz, sürekli birileri veya bir şeyler ile yarışır halimiz de bizi haykırarak ikaz etmektedir ki “şu anki yapıyor olduğundan farklı bir şey yapmalısın, gidişat iyi değil. Bu yarış, bu savaş benzeri hal nereye kadar?”.
Her sabah koşuşturan, işine giden insanları görüyoruz fakat kaç tanesinin ifadesinde şu mana var: “Allah’a şükür, Allah bugün de bana ömür verdi, çalışıp insanlara faydalı olma, insanların işlerini kolaylaştırma imkanı verdi ve helal rızkımın peşinde koşuyor olmak ile Allah yolunda olduğuma dair Allah Resulü’nün hadis-i şeriflerine bu gün de mazhar oluyorum.” İşine zevk ve şevkle giden ve para kazanmanın yanında motive edici ayrı bir niyeti olan, yaptığı işi coşkulu yapmasına sebep olacak bazı hisleri de taşıyan kaç kişi var? İstatistik falan yapmamıza gerek yok, biz bunu yapmayı başardığımız gün iş hallolacak. Elbette yaptığımız işin bize uygun ve sevdiğimiz bir iş olması da mühim ve motivasyon için şart. İşimizi ne kadar kendimize ait hissedersek o kadar özgür olabiliriz. Yoksa sadece para kazanmak amacı ile tüm mesaimizi sarf etmek ve kuralları başkasının koyduğu ve içinde bizim fikrimizin yer almadığı ve almasına müsaade edilmeyen bir ortamda elbette özgürlükten söz edilemez. Özgürlüğümüzden taviz vermemek adına bazen daha düşük geliri olan işleri de tercih etmemiz gerekebilir. Fakat unutmamalı ki özgürlüğümüzden verdiğimiz taviz bize her şeyden daha pahalıya patlayabilir.
Yaptığımız işin para kazanmak haricinde de bizi tatmin eden yönleri yok ise ve işimize rengimizi katma alternatifimiz yok ise hür olduğumuzdan dem vurabilir miyiz? Hele yaptığımız harcamalar zaruri olmayan ve “el ne der” kaygısı ile oluyorsa, hangi özgürlükten bahsedeceğiz? Çalışırken başkasının benim için tespit ettiğini yapıyorum, harcarken de yine başkasının belirlediklerini alıyorum… ben neredeyim; bu hayatın, bu çalışıp didinme ve koşturmacanın içinde sürüklenen ben neredeyim? Ve bu yaşamakta olduğum hayat ne kadar bana ait? Hesap günü gelip çatmadan bir hesaplama yapmak gerek.Zira o gün bütün yapıp ettiklerimizin bize aidiyetini ellerimiz, ayaklarımız, uzuvlarımız dile gelip şahidi olacak. O günden evvel biz bugün “evet ben bunu yapıyorum” diyerek bilerek ve isteyerek ve Allah’ı ve ahireti düşünerek göğsümüzü gere gere sahipleneceğimiz işlerin gayrısını terk etmeliyiz.
İçinde bulunduğumuz israftan vaz geçmek için bedel ödememiz gerekebilir, çevremizi değiştirmek, semtimizi değiştirmek, arkadaşlarımızı değiştirmek gerekebilir. Fakat bu bedellerin hiç biri israfın getirdiği mutsuzluk ve tatminsizlik kadar, manevi dilencilik ve kölelik kadar ağır olmasa gerek. İsraf eden şükür edemez ve hırstan kendini kurtaramaz, hep daha fazlası ve daha fazlasına göz dikenin ise gözünün doyması elbette beklenemez. Ve hırs ile talep edilen maksat yine hırs sebebi ile elden kaçar. “Rızka muhtaç ağaçların fıtrî kanaatları, onların rızıklarını onlara koşturduğu gibi; hayvanların hırs ile meşakkat ve noksaniyet içinde rızka koşmaları, hırsın büyük zararını ve kanaatın azim menfaatini gösterir.” (OndukuzuncuLem’a – Yedinci Nükte)
Özgürleşmek için ihtiyaçlarımızı azaltmak gerek. Yani; zaruri ihtiyaçlarımızı tesbit etmek ve zaruri olmayanlar ise bize yük olduklarını fark etmekle onları terk etmek.
Bu fazlalıklardan kurtulmak kendimize daha fazla zaman ayırmamıza da sebep olacaktır. Bizim itikadımıza göre hayat bir cidal değildir, muavenettir, yardımlaşmaktır, birbirinin hacetine “lebbeyk” demektir. Tek başımıza bunu gerçekleştirmektense elbette cemaatimizle, kardeşlerimizle beraber yapmak çok daha kolaydır. Kendimize bir deneme grubu da kurabiliriz. “haydi arkadaşlar gelin zaruri ihtiyaçlarımızı kendimiz aklı başında insanlar olarak kendimiz kararlaştıralım, birbirimize da bu konuda yardımcı ve hüsn-ü misal olalım, şu modernizmin bize dayatmalarına kapılarımızı kapatalım, bakalım ne olacak?”
Tevfik Allah’tandır…
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.