Safa MÜRSEL
Diş kirası
Irak-Suriye ekseninde yaşanan bölgesel gerilim, hem derinleşiyor, hem yeni boyutlar kazanıyor. Birbiriyle ölümüne çatışan unsurlar, siyasi bir hesaplaşmayı, mezhep boyutu katarak kutsallık veriyorlar. Böylece düşmanının yapamayacağı vahşeti birbirine reva görüyorlar.
Bölgede yaşananlar, sadece iç dinamiklerin ürünü değildir. Irak’taki gerilimin, dışarıdan kurgulandığının net belirtiler var. Bazı Batılı çevrelerde, “Saddam’ı devirmekle “hata” mı ettik?” diyenler çıkıyor. Yeni çatışma odakları oluşturanlar, “hata”larını düzeltmek bir tarafa, yeni husumet tohumları ekiyorlar.
Bir yandan Saddam’ın kızı, siyasi aktör edasıyla devreye giriyor. Yetmiyor, eski dönem askerleri, değişik isimlerle tekrar sahneye çıkıyor.
Şu bir gerçek ki, Şii-Sünni ekseninde, kontrollü ve kanlı bir çatışma stratejisi uygulanıyor.
“Güç” kullanmaktan başka bir vasfı, tahrikten öte sermayesi olmayan, “büyük”lüğü zulmünde saklı bir “aklın”, bu bölgede yeni bir operasyunu ile karşı karşıyayız. Ne yazık ki, bu meşum “akıl”, insan kanı dolu kadehlerle petrol sofrasına meze sunacak unsurları bulmakta hiç güçlük çekmiyor. Mezhepçilik gayreti ile kutsanan bir ortamda fütursuzca karşılıklı cinayetler işleniyor.
Atılan bombalarla sadece can ve mal kaybı yaşanmıyor; bölgenin kadim hafızası da eserleriyle birlikte tarihe gömülüyor. Bediüzzaman’ın, “Alem-i İslam’a inen darbelerin kalbime indiğini hissediyorum” sözünü hatırlatan bir yıkım yaşanıyor.
Aslında basit, fakat büyük strateji diye yutturulmaya müsait böyle tabloları kurgulamak yeteneği, Batı’nın “ikinci” çirkin yüzünün genetiğinde fazlasıyla vardır. Fitneye dayalı tertipleri kurgularken müttefik bulmada hiç zorlanmıyor. Zira, bu bölgede sahip olduğu iktidarı, istikrarsızlığa borçlu olan bir çok otoriter yönetim var. Bunlar, hür, çoğulcu, halka dayalı yönetim tarzından hiç hazzetmiyorlar. Halklarının insan gibi yönetilme arzusu onları hiç enterese etmiyor. Yönetim basiretleri, sıkıştıklarında “halka para dağıtarak” reform yaptığını zannetmekle sınırlı kalıyor. Batı dünyası, gelecek korkusuyla yaşayan Orta Doğu’daki bu yönetimlerin, ele mahkum bu zaafını tepe tepe kullanarak bölgenin kaymağını yemeye devam ediyor. Bu coğrafyada “böl, yönet” ilkesi, bölgedeki yönetimlerin bu zaafı sebebiyle halen kolayca uygulama alanı bulabiliyor.
“Doğru tarih bilgisinden haber veren” hafızaya, engelsiz ulaştığımızda, gerçekleri daha net görme fırsatını şüphesiz bulacağız. Gidiş buraya doğru. Yaşananlar, uyanışı geciktirme ve hatta durdurma arayışlarıdır. Uyandırılmış mezhepçi öfke, en etkili tahrip aracına dönüşmüş bulunuyor. Ne pahasına olursa olsun, bu bölge bu anafordan çıkacaktır. “Yükselen en yüksek gür seda” buradan yankılanacaktır.
Baskı yönetimlerinden bunalan İslam toplumlarının, insani değerlere dayalı gelecek arayışı, bölgede hesabı bozulanlar tarafından hep sabote edildi. Halen süren çatışmalar, Müslümanları birbirine düşürme operasyonları olarak okunmalıdır. İslam dünyası, şu anda yaşadığı kaosla özgürleşme ve demokratikleşme arayışının bedelini ödüyor. Uzun sürmesi arzulanan bir istikrarsızlığın taşları yeniden döşeniyor. Onulmaz yaralar açmak için Müslüman kanıyla mezhep husumetinin harcı karılmak isteniyor.
Ne acı ki, bu tuzağı görerek tepki koyması gerekenler, mezhepçi önyargılarına yenik düşüyor. On dört asır öncesinin “ümeyyeciliğe” atıf yapılarak husumet dalgalarına rüzgar verenler görülüyor. Avuç içi kadar küçülmüş bir Irak coğrafyasını, daha da parçalı hale getirmek için masum insan bedenleri, fitne ateşine yakıt yapılıyor. Halbuki, Şii veya Sünni, her mezhep mensubu, hangi konumda bulunursa bulunsun, inancı gereği, barışçı bir tutum benimsemek zorunda değil midir? İnançlar bunu gerektirmiyor mu? “Kabil-i iltiyam olmayan inşikaklara” ruhsat vermek, din ve inancın gereği olabilir mi? Bu mücadelenin kazananı olmayacak. Aksine, “milletin kuvveti, bir şık bir şıkkın kuvvetini kırdığı için, hiçe inecek”tir.
Bölgedeki çatışmaların arka plan amacı, diz çökmüş, tırnakları sökülmüş, her türlü operasyona açık uysal bir İslam coğrafyası oluşturmaktır. Bu sonucu hazırlayanlar, sanki hayırlı bir iş yapmış gibi, bölgenin kaynaklarına el koyup “diş kirasına” dönüştürerek, bölge insanını ahmak yerine koyuyor ve birbirlerine kırdırıyorlar. Üstelik bu yaşananların mezhep veya etnik farklılığından kaynaklandığına inanmamız isteniyor.
Müslümanların, bu kadar acı tecrübeden sonra, artık bayatlamış bu tuzağı görüp, etkisiz kılabilmeleri gerekiyor. Bunun ilacı, İslam’ın şefkat ve kardeşlik potasında, birbirini, farklılıklarıyla kabullenerek, insanca, barış içinde bir arada yaşama şuurunu ortak payda haline getirmektir.
Geliniz, mezhep farklılığını, siyasi rant kaygısıyla husumet sebebi yapmanın tehlikelerine dikkat çeken şu asırlık ikaz, hepimizin kulağına küpe olsun:
“Ey ehl-i hak olan Ehl-i Sünnet ve Cemaat! Ve ey Âl-i Beytin muhabbetini meslek ittihaz eden Alevîler! Çabuk bu mânâsız ve hakikatsiz, haksız, zararlı olan nizâı aranızdan kaldırınız. Yoksa, şimdiki kuvvetli bir surette hükmeyleyen zındıka cereyanı, birinizi diğeri aleyhinde âlet edip, ezmesinde istimal edecek. Bunu mağlûp ettikten sonra, o âleti de kıracak.”tır.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.