Vehbi KARAKAŞ
Hz. Peygamber’den Bediüzzaman’a yansımalar
Değerli okuyucularımızın da bildiği gibi “Kutlu Doğum Haftası” hafta olmaktan çıktı.Nerdeyse Nisan ayının tamamına yayıldı. Kâinat kitabının ve Kur’an’ın konusu olan bir Zât’ı anlamak ve anlatmak elbette bir haftaya sığmaz.Elbette bir hafta ile bu millet doymaz. Hattâ bu mesele için bir ay ve aylar da yetmez. Teklifim şudur: Hz. Peygamber (s.a.v) Efendimiz, yıl boyu, hatta ömür boyu anlatılmaya ve anlaşılmaya çalışılmalıdır. Ona harcanan zaman boşa gitmez, israf olmaz. Tam tersi, onun için harcanmayan zaman, mekân, insan, akıl, izan, vicdan israf olur, azaba inkılab eder. Onun olduğu zaman ve mekânda ise azap olmaz, gazap olmaz. Onu ve onun sevgisini sinesinde ve ülkesinde taşıyana Allah azap etmez. Allah buyuruyor: “Sen onların içinde iken Allah onlara azap etmeyecektir.” (1)
Hz. Peygamber’i anlatmak yetmez. Onu uygulamak da gerekir. Onu anlayan ve anlatan her Müslüman onun bir misali ve timsali olarak yeryüzünde dolaşmalıdır. Affetmeli, kin tutmamalı, küs durmamalı, sıla-i rahim yapmalı, emin olmalı, eman vermeli, yardımsever olmalı, sevmeli, saymalı, şefkatli, merhametli, adaletli ve hakperest olmalı. Kusura bakmamalı, iyilikleri unutmamalı. Sabır kahramanı ve muhabbet fedaisi olmalı. Kardeşlik prensiplerini hayata geçirmeli, Kur’an’ı, özellikle Hucurat suresini, Üstad Bediüzzaman’ın Uhuvvet ve İhles risalelerini uygulamalı bir şekilde okumalı.
Nisan ayının başlarından sonuna kadar, kimi yerde gece, kimi yerde de gündüz olmak üzere yurt içi ve yurt dışında konferanslar verdik.Bir kısım yerlere de program çakışmalarından dolayı olumlu cevap veremedik, gidemedik.
Ne biz Habibullah’ı (s.a.v) anlatmaktan doyduk. Ne de dinleyenler dinlemekten doydu. Bir çok yerde konferansı sonlandırdıktan sonra: “Hocam iki saat daha devam etseydiniz, usanmadan dinlerdik.” dediler. Biz onu anmaktan, anlatmaktan, ona salat ve selam okumaktan doyamayız, doymayacağız.
Ona ağaçlar, kurtlar, kuşlar, dağlar taşlar, örümcekler-güvercinler, develer, kuru kütükler, yerler-gökler ve bütün bir kâinat doymamışken biz nasıl doyarız?
Biz Sevgili Peygamberimizi anlama ve anlatma sevincini yaşarken bu sevincimize bir sevinç daha eklendi Nisan ayında. “HZ. PEYGAMBER’DEN BEDİÜZZAMAN’A YANSIMALAR” adında bir kitabımız çıktı.
Bunu haber alan Şanlı Urfa’lılar, benden bu başlık üzerinden bir konferans istediler. Hayat yayınlarından da, kitabı istemişler. Nisan’ın 21’inde Urfa’ya indiğim gün, beni havaalanından almaya gelen Haliliye Vakfı Başkanı sevgili kardeşim, dostum Abdulkadır Aydın bey, kitapları da kargodan aldı.
Konferansın duyurularını güzel yapmışlardı. Şehrin en iyi yerlerindeki bilbordlarda ilanlarını gösterdi. Akşam 20’de karşımda muhteşem ve mümtaz bir dinleyici kitlesini buldum. Cenab-ı Hakk’ın lütfu inayetiyle son derece başarılı geçen konferanstan sonra kitabı imzalamaya geçtik. Kitap adeta kapışıldı. Bir çok insan kitabı alamadan hayıflanarak geri döndüler.
Bugün ben yazımda yansımalardan sadece bir iki misal vermekle yetineceğim:
1-TEBLİĞDE ÖNCELİKLE NEFSİNİ MUHATAP OLARAK SEÇMESİ:
Hz.Peygamber(s.a.v), Yüce Allah’ın “Ve enziraşîreteke’l-akrebîn= Önce en yakın akrabalarını uyar” (2) ayet-i celîlesi gereğince tebliğe, en yakından ve en yakın akrabasından başlamıştır. Bir insanın kendisine en yakını yine kendisidir. Hz. Peygamber, peygamber olmasına rağmen göz açıp yumuncaya kadar bile olsa nefsin hevasına yakalanmaması için Allah’dan (c.c) yardım istemiştir. (3) Kur’an için ilk uygulama alanı olarak kendini görmüş ve kendinde uygulamış, daha sonra akrabalarından başlayarak dalga dalga daireyi büyütmüştür.
Aynı metodun Bediüzzaman tarafından uygulandığını görüyoruz. Bediüzzaman, Kur’an’ın emrine imtisalen ve Hz. Peygamber’in sünnetine ittibaen tebliğe önce, en küçük daireden yani nefsinden başlamıştır. Çünkü o, en büyük, en önemli ve sürekli görevin en küçük dairede bulunduğunu söylüyordu. Kur’an’ın:“(Ey bilginler!) Sizler Kitab’ı (Tevrat’ı) okuyup gerçekleri bildiğiniz halde insanlara iyiliği emrediyor da kendinizi unutuyor musunuz?” “Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz? Yapmayacağınızı söylemeniz Allah’ın gazabını artırır.” (4) gibi ayetlerin adetâ kendisine hitap ettiğini telakki ediyordu. Dolayısıyla o da, eserlerinde ilk muhatap olarak nefsini seçti.
“Sözler” kitabındaki “Birinci söz”ün başında şu ifadeleri görüyoruz “Ben nefsimi herkesten ziyade nasihata muhtaç görüyorum. Şimdi kısaca ve avam lisanıyla nefsime diyeceğim, kim isterse beraber dinlesin.”
Enaniyetin ön plana çıkarıldığı, birçoklarının kendisini unutup, başkalarını ıslaha soyunduğu devrimizde Bediüzzaman’ın, nefsini muhatap seçmesi, ıslah operasyonlarına nefsinden başlaması onu mümtaz bir hale getirmiş, insanların sevgi ve saygısına layık eylemiştir. Bu gün, milyonlar büyük bir beğeni ile onu izliyor, onu okuyor. Çünkü o, “ Nefsini ıslah etmeyen başkasını ıslah edemez.” düsturunu, vazgeçilmez prensipler arasına almış, oklarına hedef olarak nefsini seçmiştir. “Ben kendimi beğenmiyorum, beni beğenenleri de beğenmiyorum!” diyerek nefsini kabartacak bütün unsurlardan uzak durmuş, böyle olduğu için de beğenilmiş ve benimsenmiştir.
2-TEBLİĞDE DÜNYA MENFAATLERİNE TENEZZÜL ETMEMESİ
Hz. Peygamber tebliğ hayatında menfaatlerden de, eziyetlerden de asla sarsılmadı. Hiçbir zalime, hiçbir menfaate boyun eğmedi. Hakk’ın hatırını her şeyin üstünde tuttu. Hatta: “-İstiyorsan Mekke’nin en güzel kadınlarını sana getirelim, istediğin kadar mal verelim, seni başımıza reis yapalım, yeter ki sen bu davadan vazgeç, keyfimizi bozma, putlarımıza karışma.” diyenlere:
“-Hayır! Vallahi değil bu saydıklarınızı, güneşi sağ elime, ayı da sol elime verseniz, yine ben bu davadan vazgeçmeyeceğim; ya Yüce Allah, onu bütün dünyaya yayar, vazifem biter, ya da bu yolda ölür giderim.”
Hz. Peygamber’in (s.a.v) çağımızdaki takipçilerinden olan Bediüzzaman ise bir sus payı olarak kendisine sunulan Muş milletvekilliği ve en yüksek maaşla şark vilayetleri umum vaizliği teklifini reddetmiştir. Allah rızası için yaptığı hizmetine karşılık kimseden bir şey beklememiş, ihlasına zarar gelir endişesiyle menfaatlere kapısını kapatmış, kısaca ömür boyu istiğna prensibiyle yaşamıştır. Kaleme aldığı emsalsiz eserleriyle vatan evlatlarının imanını kurtarmaya yönelmiş, takiplere, tarassutlara, sürgünlere, hapislere, zindanlara, zehirlere ve dayanılmaz işkencelere maruz kalmıştır.
Resulullah Efendimizin kararlılığına benzer bir kararlılık içinde “Hakk’ın hatırı yücedir, hiçbir şeye feda olunmaz”, “Saçlarım sayısınca başlarım olsa, her gün biri kesilse, ben bu iman hizmetinden vazgeçmem. Dünyayı başıma ateş yapsanız, Kur’an hakikatlerine feda olan bu başı, zındıkaya eğmem!.” (5) demiştir.
(Devamını ve daha bir çok duyulmamış ilginç tesbitleri Hayat Yayınlarından çıkan “Hz. Peygamber’den Bediüzzaman’a Yansımalar” adlı kitaba havale ediyorum. Öyle anlaşılıyor ki bu kitap üzerinden de daha birçok yerde, konferanslar vereceğiz.Cenab-ı Hak bütün fiil ve eylemlerimizi rızasını kazanmaya vesile eylesin.Âmîn)
DİPNOTLAR:
1-Bkz. Enfal 8 /33
2-Şuera 26 / 214
3-Bkz. Ebu Davud (4/324), Ahmed (5/42) Elbâni, hadisin hasen olduğunu söyler; bkz. Sahih-i EbîDâvud(3/959
4-Saff 61 / 2-3
5-Nursî, Said, Tarihçe, s.701
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.