Said Nursi öfke uçurumuna düşmeme dersi veriyor

Said Nursi öfke uçurumuna düşmeme dersi veriyor

“Akrebin Kıskacında-Teslimiyet ve öfke karşısında Bediüzzaman üçüncü yolu” kitabının yazarı, Avukat Ahmet Özkılınç sorularımızı cevapladı.

Röportaj: Abdurrahman Iraz-RisaleHaber

 

“Akrebin Kıskacında-Teslimiyet ve öfke karşısında Bediüzzaman üçüncü yolu” kitabının yazarı, Avukat Ahmet Özkılınç sorularımızı cevapladı.

 

Sizi tanıyabilir miyiz?

1964’te Manisa Soma ilçesinde doğdum. İlk tahsilimi orada yaptım. Orta ve lise tahsilimi Manisa İmam Hatip Lisesinde 1982 yılında tamamladım. 1982 yılından sonra bir süre Manisa’nın merkez Yuntdağı köylerinden, Kozaklarda bir müddet köy imamlığı yaptım. Diyanet İşleri Başkanlığından burslu okuduğum bir vasattı bu nedenle mecburi hizmetim vardı. Bu mecburi hizmetin üç buçuk aylık dönemini imamlık vazifesini ifa ettikten hemen sonra, kazandığıma ilişkin üniversite sonuçları gelince İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesine 1982 yılında kaydoldum. 86 yılında mezun oldum. 1989’un ortalarından sonra, yaklaşık 22-23 yıldır Manisa’da serbest avukatlık yapıyorum. Bu dönem içerisinde Manisa İlim Kültür Vakfı’nın mütevelli heyeti içerisinde bir vazife ifa ediyoruz. Onun dışında Avukat Halil Doğan’ın Genel Başkanlığını yaptığı Demokrat Hukukçular Derneği üyesiyim, o dernekle de irtibatımız devam ediyor.

 

RİSALE-İ NUR’U BEŞ YAŞINDA BİR ÇOCUK İKEN ANNEM MARİFETİYLE ÖĞRENDİM

 

Risale-i Nur’u veya Bediüzzaman ismini ilk defa nasıl duydunuz?

1969 senesinde henüz beş yaşında bir çocuk iken rahmetli Sadettin Birgeoğlu -Osman Birgeoğlu’nun babası- ve Melek teyzenin evlerine, Prof. Dr. Ümit Arinç Bey’in eşleri Hacer abla ve Niyazi Eruslu Bey’in de eşi Nurdan ablanın hanımlar dersi organize ettiği, Ragıp hocanın hanımı olan Ayşe Hanımın, ki benim halamdır, hanımlar dersine gidip gelindiği bir vasat. 1969 senesi Soma’da. Osman Birgeoğlu’nun babasının evinde kız kardeşlerinin organize ettiği hanımlar dersine bir çocuk olarak annemle beraber katıldım, ilk defa üstadı, Risale-i Nur’u beş yaşında bir çocuk iken annem marifetiyle öğrendim. O hanımlar dersinde çocuk olmak hasebiyle bir süre sonra vecizeler ezberlettiler ve biz de o hanımlar derslerinde çocuk olarak vecize okurduk. İlk okulu bitirdikten sonra Manisa İmam Hatip Lisesine gidip orada Ali Katıöz Hocam ve Hüseyin Sel ağabeylerin, hizmette ifa ettikleri o daire içerisine dâhil olmak Karaköy Kur’an Kursunda kalmak fırsatını bulduk. Manisa’da halen çok aktif olan Fikri Bitlisli ağabeyin bir yaz dersinde Tabiat risalesiyle başlamıştık. İrfan Sel’in “Bediüzaman Cevap Veriyor” dersleri, Halil Köprücüoğlunun ders ve sohbetleri... Başta rahmetli annem olmak üzere bizi bu hakikat deryasına Kur’anın bu mucize-i Manevisi le tanıştıran herkesten Cenab-ı Hak razı olsun.Hesapsız Cennetine koysun onları.

 

Manisa’da DYP Manisa il başkanlığını yaptınız, milletvekili aday adayı oldunuz. Nasıl oldu bu? Ve sonrasında siyasi hayatı bırakma işi?

 

O dönemi, kendi şartları içerisinde değerlendirdiğimizde 1989’da Manisa’da avukatlığa başladığımızda, Manisa’da şöyle bir atmosfer vardı: Sayın Rıza Akçalı, eski çevre bakanı, Halil Köprücüoğlu, İrfan Sel gibi çok değerli ağabeylerimiz o zaman siyasetin içerisindeydiler. İl yönetiminde demokratlığın gereği, o günkü Manisa teşkilatını bir kısım kişilerin vesayetinden kurtarma açısından çok çabaları vardı. Biz de genç bir avukat olarak, böyle bir zeminde büro açtık böyle bir zeminde avukatlığa başladık. İster istemez siyasi meselelerle daha sıkı fıkı bir ilişki ve onların zaman zaman il yönetimlerinde karşılaştıkları bir kısım ihtilaflarda danışacakları bir hukuk merciini taşımaya başladık. Neticede karşılaştıkları problemleri bizimle paylaşırlar ve buna çözümleri beraber üretirdik. Parti tüzüğü, buna mümasil siyasi partiler kanunu, delegeler ve sair parti teşkilatında karşılaşılabilen bütün meseleler... Açıkçası 1989’da Manisa’da nisandan itibaren ki o ay Ramazan ayıydı, büromu açtığım ilk zaman siyasetin içerisinde buldum kendimi. 1999’in 18 Ekiminde de yine parti teşkilatındaki arkadaşların bizi aday göstermeleriyle beraber il başkanlığına geldik. Yaklaşık 3 yıllık süreç içerisinde de il başkanı  olarak vazife ifa ettim. 2002 seçimleri öncesinde aday adayı olduk. Milletvekili olma konusunda önümüz açılmadı. İlk etapta 1 Eylülde yapılan bu seçimde bu halden dolayı bir hayli zihni bir travma yaşadım, bu kadar ciddi çabalara rağmen, hatta bizim milletvekili aday adayı olmamızı teşkilatlar istemesine rağmen, ön seçimlerde o arzu ettiğimiz sonucu alamayınca, çok kısa bir zaman sonra 4 Kasımda DYP barajı aşamadı.

 

ahmet_ozkilinc_risalehaber.jpgSonrasında Risale-i Nur’larla bire bir meşgul olma imkanını fırsatını buldum. Hemen sonrasında bir yıl içerisinde Manisa’nın Soma ilçesinde bir merkezimiz var. “Büyüklere okumalar” adı altında yani talebelere veya gençlere orada bir kısım hizmetler ifa ediliyordu. Bir kısım problemlerle karşılaşılıyordu. Talebe bir programa katılıyor. Bir haftalık on günlük süreç içerisinde namazı cemaatle kılmak, tesbihat, risale okumak, o manevi atmosferde fevkalade dolmuş bir vaziyette eve gidiyor. Fakat evde ertesi sabah o hafta cemaatle namazı ya da tesbihatı arzu ettiği biçimde yapamıyor, devam ettiremiyor. Devam ettiremeyince üç-beş gün sonra dönüyor bize şikayette bulunuyor. “Babam cemaatle namaz kılmıyor, yani babam namazı kılıyor ama tesbihatı yapamıyoruz” diyor. İster istemez çocuğun dünyasında, on günlük süreç bir hafta ancak sürdürülebiliyor. Bir hafta sonra çocuk yeniden eski konumuna dönüyor. Bunu nasıl bir formül üretebiliriz diye, buna beraber zihin yorduğumuzda o zaman biz büyükleri de aynı okuma programına niye tabi tutmuyoruz dedik. Çünkü bunların hepsi birer dershane adabından ve usulünden yetişip nur talebesi olmuş ya da Risale-i Nurla muhatap olmuş arkadaşlar değil bir kısmı bunun adabını ve usulünü tam bilmiyorlar. Büyüklere okuma programı altında, bir program geleneği başladı. Onu Halil Köprücüoğlu, Hilmi Arkın ve İsmail Aksaraylı hocalar başlattılar. Biz siyasetten boşalınca bu vazifeyi yapmaya başladık. Siyaset bizi bırakmadı, hamdolsun biz bıraktık. Üstadın himmetiyle biz siyaseti bıraktık.

 

Emaneti sahiplerine devredip, kendi asli işimiz olan, Risale-i Nuru okumaya ve yaşamaya döndük...

 

Hakikat burası. Aynen öyle.

 

Bence en büyük siyaset de budur diye anlıyorum?

Evet aynen öyle. Çünkü Üstadın hayatına bu manada nüfuz ettiğinizde aslında en büyük siyasi tercihin bu anlamda hakikatlı bir biçimde bu olduğunu görüyorsunuz. Aslında o siyasi tercihi tespit eden Bediüzzaman’ın kendisi de değil. Bunu tercih eden o siyasi yöntem ve usulün dersini veren bizzat Resulullah’ın (ASM) kendisi. Ahirzamanda o dehşetli şahsın icraat ve faaliyet dönemine yetiştiğinizde onunla siyaset yoluyla mücadele edemezsin, siyaset yoluyla mücadele edemezsinizin hassasiyet noktası, bu günkü politikalardan anladığımız husustur.

 

Asli vazifemize dönüp, o sahanın vazifelilerini zaman zaman buradan aldığımız maneviyatla,  hassas ölçülerle ikaz vazifesini yerine getirmeliyiz. Üstad Bediüzzaman’ın hayatında gerek Menderes’e, gerek Bayar’a, gerek o dönemin demokratlarına, zaman zaman yazılmış mektuplarda bu usül ve adabı çok net bir biçimde görüyoruz. Hem bir takdir edici yoldaş hususiyeti var, hem bir ikaz edici dost arkadaş hususiyeti var ki, Nur talebesinin siyasetle iştigalini böyle bir zemine oturttuğumuzda Allahu a’lem daha hakikatli bir siyasi yol tercih etmiş oluyoruz. Mesele illa siyaset kelimesi ile dillendirecekse başlı başına bu bir önemli tercihi ifade ediyor ki, Üstadın o dönem içerisinde bu mektuplarında yer  alan ırkçılarla-halkçılar tabirini yani o günün güncelliği o günden bu güne uzanan süreçte çok sağlıklı bir zemine oturtamazken bu gün baktığımızda ne kadar sağlıklı ne kadar harika ve geleceğe yönelik mesajları da barındıran içeriği zengin bir muhteva olduğu görülüyor.

 

2002 yılında Üstadın adap ve usulüyle onun yol ve yöntemiyle siyaseti, daha önce kullandığım sigarayı ve siyasetin sohbetini bıraktım. O dönemde Allah rahmet eylesin Kırkağaç Belediye Başkanı Hacı Kazım Kayadipli vardı, benim siyaseti bıraktığımı duymuş. İl Başkanlığım döneminde çok büyük desteklerini gördüğüm bir abimizdi, yılların demokratıydı, 70 küsür yaşındaydı. Telefon açtı dedi ki; “Siyaseti bırakmışsın evlat gel dedi beni bir ziyaret et, sohbet edelim.” Onu ziyarete gittim. Dedi ki; “ben senin siyaseti bıraktığından çok mahzun oldum.” Hakikaten bizi taltif eden ifadeler kullandı. Benim ısrarla böyle manalara tahşidat yaptığımı görünce, siyasete tekrar dönmeyeceğimi anlayınca o zaman, “Evlat sana bir nasihatım var. Ben 1960 senesinde 60 ihtilali nedeniyle Demokrat Parti İlçe Başkanı olarak içeri alındım, sekiz ay hapiste kaldım, 8 ay hapiste kaldıktan sonra hapisten çıktım. O zaman yatağımızla beraber hapse girerdik. Yatağımı aldım geldim, millet laf etmesin Kırkağaçta diye bir hafta on gün de Demokrat Parti ocağında yattım, eve gitmedim. Millet laf etmesin diye. Ondan sonra eve bir döndüm, iş gitmiş perişan olmuş, çoluk çocuk açlıktan sefaletten perişanlar. Evdekiler fevkalade kötü bir durumdalar. Her şeyleri bozulmuş ihtilal havasının getirdiği hava ile ben de siyaseti bırakıyorum dedim ve siyaseti bıraktığımı ilan ettim. Fakat ‘kuyruğu’ sokakta bırakmışım gelen basıyor, giden basıyor, gelen basıyor giden basıyor. Bir gün masayı yumruklayarak size gününüzü göstereceğim deyip yeniden siyasete daldım. Ben şimdi siyaseti ancak mezarda bırakabilirim. Sen madem siyaseti bırakmışsın, sana bir tavsiyem, ‘kuyruğu altına topla’ sokakta bırakma” dedi. Bunun tercümesi siyasetin sohbetini bırak. Bir an Üstadın o hakikatlı tavsiyesi aklıma geldi ki bizzat Hacı Kazım Kayadikli’nin hatıratına yansımış netice itibariyle.

 

Nasıl?

 

Siyasetin sohbetini bırakınız. Üstad Bediüzzaman’ın tavsiyesi de bu manada. Sohbeti, siyaset-i dünyeviyeyi  bıraktım manası ki, çünkü onunla meşgul olmağa başladığınızda ister istemez, zaman içerisinde o atmosferde zihniniz onunla meşgul olduğunda bu alandan kurtuluş bir hayli zor. Ben de siyasetin sohbetini bıraktım. Siyaset sohbeti bırakılınca, siyasetin kendisi bırakılınca, ister istemez onun menhus tadı kaçtı. Hamd olsun aynı tadı bu sefer Risale-i Nurlarla muhatap oluşta Risale-i Nurlar’ın hususi tetebbuatında da bulunca, o boşluğu hizmette doldurduk. Ve ondan bu yana da Risale-i Nur hizmetleriyle meşgul oluyorum.

 

BARLA DÖNEMI ANLAŞILAMADAN ESKIŞEHIR MAHKEME SAFAHATI EKSIK KALIR

 

Son yazdığınız kitaba gelelim. Kitabın ismi, “Akrebin Kıskacında-Öfke ve teslimiyet çıkmazı karşısında Bediüzzaman’ın üçüncü yolu.” Böyle uzun bir isim nereden geldi?

 

ahmet_ozkilinc3_risalehaber.jpgKitabın hikayesinden başlamak lazım. 27. Lem’a Eskişehir Mahkeme müdafaalarıyla alakalı. Hukukçu ve avukat olarak bir seminer çalışması başlattım. Başladığımda, 27. Lem’ayı Lem’alar’da bulamadım. Döndüm Tarihçe-i Hayat’ta 27. Lemanın Barla dönemi sonuna konulduğunu gördüm. Okuduğumda 27. Lem’a’nın Üstad Bediüzaman’ın 1935 yılında çıkarıldığı Eskişehir Mahkeme Müdafaalarının o mahkeme müdafaatında ilk sorgulama aşamasından son karar aşamasına kadar sekiz safhada verdiği ifadeleri ve bu manada yaptığı savunmaları ortaya koyan Risale-i Nur’un bir parçası olduğunu gördüm. Bu çerçevede okunduğunda sanki 27. Lem’ada bir kısım tespit ve teşhislerin, yapılan bir kısım savunmaların arka planlarının öncesi hadisatla ilişkisi ve ilgisi kurulduğu nisbette anlaşılabilirliği gibi bir noktaya vardım. Sonrasında yazar arkadaşımız çok değerli büyüğüm ağabeyim, vefalı dostum Metin Karabaşoğlu ile bunu paylaştım. Dedim ki “Neden Barla döneminin sonuna konulmuş?” Bu perspektifte bu sorularla beraber yeni bir okumaya başladım. Barla dönemi tam manasıyla anlaşılamadan Eskişehir Mahkeme safahatı sürecinde yapılan savunmalar bütünüyle kavramak eksik kalır.

 

ÜSTAD BUNU ‘MÜSBET HAREKET’ DİYE İFADE EDİYOR, Kİ BU SIRAT-I MÜSTAKİMDİR

 

Adeta on yılın hesabının sorulduğu bir Mahkeme safahatı. O zaman dönüp Barla dönemini Üstadın 1925’te Şeyh Said Hadisesi ile beraber öncesinde Burdur’a sonra Isparta’ya sonra işte kuş uçmaz kervan geçmez bir diyara ve tamamen yokluğa mahkûm edilmek üzere gönderildiği bir diyarda kıyamete kadar yaşama istidat ve kabiliyetindeki bir ‘İman hizmeti’ni nasıl teşekkül ettirdiğini görüyorsunuz. Bu hizmetin nasıl masumiyetine ve meşruiyetine halel getirmeden teslimiyet ve öfke ikilemi karşısında öfke uçurumuna düşmeden, teslimiyet refüjüne çıkmadan üçüncü bir yolda imana, Kur’ana nasıl hizmet edilebileceğinin bir kısım ayrıntı ve detaylarını yakalıyorsunuz. Ki bu size bir yöntem ve usul dersi veriyor. Sonrasında Üstad bunu ‘Müsbet Hareket’ diye ifade ediyor, ki bu sıratı müstakimdir. Bunun hakikatlı bir biçimde o  dönem hadisatıyla irtibat ve ilişkilerini araştırmaya başladığımda umman derya çıktı ortaya.

 

MUSTAFA KEMAL İLE BEDİÜZZAMAN’IN GERİLİMLİ HAYAT SÜRECİ HEPİMİZİN MALUMU

 

İşte onun Şadi Şirazi’nin ifade ettiği mana ile söylüyorum ki çok hoşuma gidiyor. Bir okyanus var karşınızda hakikaten okyanusun her parçası, her vasatı, her damlası, kısmı hakikatlerle dolu, zenginliklerle dolu ama sen selamette kalmak istiyorsan dalma diyor Sadi Şirazi, okyanusta boğulursun. Ben de dalmak arzu ediyorum. Biz sanki böyle bir çabayla  böyle bir okyanusta el yordamıyla ulaşabildiğimiz bir miktarla Bediüzzaman’ın yaşadıklarının o dönem icraatlarıyla beraber sunulduğunda daha hakikatlı bir yere oturduğunu gördük. Sanki Risale metinlerinin anlaşılmasına da katkısı oluyordu. Mustafa Kemal ile Bediüzzaman’ın gerilimli hayat süreci hepimizin malumu. O taraflar arasındaki tümüyle stratejik mücadelenin çok farklı bir boyuta geldiğini görüyorsunuz ki sürekli kendisi bir öfke patlamasının netice vereceği tazyikatla karşı karşıya. Kalbe dokunan, vicdana dokunan, insanın şuuruna ve idrakine dokunan, insaniyetine dokunan ızdıraplı hayat süreci ki gün gün her davranışı hatta namazı nasıl kıldığı, tesbihatı nasıl yaptığına dair detay ve ayrıntısına kadar gün gün mahallin jandarma komutanlığı, mahallin Nahiye Müdürü, mahallin ilçe Kaymakamı mahallin Valisi tarafında İçişleri Bakanlığına rapor edildiği ve içişleri Bakanlığınca da Cumhurbaşkanına,  birinci adama ki o dönemde Mustafa Kemal kendisine bütün o icraat ve faaliyetlerin rapor edildiği bir dönem ve süreçten bahsediyoruz.

 

Böyle bir dönem ve süreçte yaşananları mercek altına aldığınızda bir çok detay ve ayrıntının içinde çok farklı mücadele ve yönteminin usulünün gerçekleştiğini görürsünüz. Bütün bunları ifade edebilecek en güzel kelimenin “akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader” diye Necip Fazıl’ın ifade ettiği o mana ki hakikaten akrebin kıskacında bir vasat ve dönemde ama akrebin kıskacında yaşanan bu şartlarda bir üçüncü yolu, öfke patlamasına neden olmadan ortaya koyan bir Bediüzzaman. Bu çerçeveyi mümkün olduğu kadar kitapta ortaya koymaya çalıştık.

 

ANKARA BEDİÜZZAMAN’I GİZLİCE İZLETTİRİYORDU

 

Mustafa Kemal’in acaba bir talimatı mı var, özel olarak Bediüzzaman Hazretlerinin hayatı rapor ediliyor?

 

Dönemin idarecilerinin Bediüzzaman’ın bütün icraat ve faaliyetleriyle çok yakından ilgilendikleri hususu bugün ulaşılabilen resmi belgelerle açığa çıkmış durumda. Dönemin idarecileri Bediüzzaman Said Nursi’yi o dönemde Barla gibi kuş uçmaz kervan geçmez bir diyara gönderdiler. Şeyh Said hadisesinin bahane edilmesi vesilesiyle yapılan gönderme tamamen hukuksuz, kanunsuz, her hangi bir mahkeme kararına dayanmayan, yasal zemini olmayan keyfi bir sürgün niteliğinde. Bunun sadece bir sürgün hayatından ibaret kalmadığını görüyorsunuz. 1927 Mart’ından itibaren ancak kayıkla ulaşımın temin edilebildiği Barla gibi bir diyara sürgünün akabinde bizzat mahalli nahiye müdürünün mahalde muallimlik yapan şahsiyetlerin Necmettin Şahiner ağabeyin, Son Şahitler isimli kitabında hatıratta ifade ettiği hususlarda da belirtildiği gibi belli ki günlük, haftalık aylık raporlarla o dönemde kaymakam, vali ve içişleri bakanlığı ve nihayetinde Cumhurbaşkanlığı makamına kadar uzanan bir süreçte sürekli bilgilendirildikleri bir vakıa.

 

Böyle bir vasat ve dönemde Bediüzzaman’ın yazdığı bütün eserler, o dönemde neşrettiği Onuncu Söz (Haşir Risalesi), 25. Söz hep en yakın biçimde takipte. Bunu önümüzdeki süreçte açılacak yeni bir kısım arşivlerle, belgelerle çok daha detayıyla göreceğiz. Ama bugün ulaşabildiğimiz ve kitapta kullandığımız Eskişehir Mahkeme safahatına uzanan süreçteki her hadisenin içişleri bakanlığınca Cumhurbaşkanlığı makamına, Mustafa Kemal’e rapor edilmesi hadisesi başlı başına buna dair ipuçlarını veriyor. Ankara kendisiyle çok yakından ilgileniyor. Ama bu ilgilenmeyi bir gizlilik içinde yapıyor. Bu nedenle Bediüzzaman hayatı boyunca her hali, her davranışı, her tutumu, her hareketi sürekli Ankara’ya rapor edildiği hususunda bir tereddüt yok.

 

Bunlar sizde belgeli olarak var mı?

Evet belgeli. Kitapta da bu belgeler var.

(Devam edecek)

 

(Devam edecek)