İdlib saldırıları barış sürecini baltalıyor
Rusya’nın sivil alanlara dönük hava saldırıları ve İran-Suriye güçlerinin çatışmasızlık bölgesi anlaşması sınırlarını aşarak muhalif bölgelere askeri operasyonları genişletmesi Astana ve Soçi sürecine darbe vuruyor.
Irak sınırını kontrol altına almayı başaran Rusya ve İran destekli Suriye rejimi güçlerinin yeni askeri hedefi İdlib oldu. Deyr ez-Zor’daki operasyonları sonlandıran elit askeri güçlerini İdlib’e kaydıran rejimin operasyonunun merkezinde Ebu Zuhur Hava Üssü yer alıyor.
Hama’nın kuzeyinden başlatılan operasyonlar sonucunda rejim güçleri Halep’e doğru hızla ilerlemeye başladı. Muhtemelen çok da uzun olmayan bir vadede Halep-Hama yolu rejim güçlerinin kontrolüne geçecek ve bu yol İdlib'de muhalifler ile rejim güçleri arasındaki yeni sınır hattı olacak. Bu yolun doğusunda kalan ve tamamen kuşatılmış durumda olacak muhalif bölgeleri de kısa sürede rejimin kontrolüne geçebilir. Böylece Suriyeli muhalifler Halep-Hama yolunun batısında kalan daha dar bir alana sıkışmış olacak. Bu süreçte Rusya da İdlib çatışmasızlık bölgesi sınırları içinde yer alan başta hastaneler olmak üzere sivil hedeflere dönük hava saldırılarını yoğunlaştırdı.
Barış süreci kırılgan hale geliyor
İdlib’de yaşanan bu gelişmelere paralel olarak Suriye’deki Rus askeri varlığını hedef alan bazı saldırılar gerçekleşti. Öncelikle 31 Aralık tarihinde Lazkiye’de yer alan Hmeymim Hava Üssü muhalifler tarafından Grad füzeleri ile vuruldu. Bu saldırı sonucunda Rus uçaklarının zarar gördüğü ve iki Rus askerinin hayatını kaybettiği açıklandı. Bunun ertesinde 6 Ocak gecesi Hmeymim ve Tartus’taki Rus askeri üslerine 13 silahlı insansız hava aracıyla saldırı girişiminde bulunulduğu açıklandı.
Tüm bu gelişmeler Rusya, İran ve rejim güçlerinin koordineli başlattığı İdlib operasyonu ile bağlantılı. Suriyeli muhalifler Rusya’ya İdlib operasyonu konusunda ısrarcı olmasının kendisi açısından ne kadar maliyetli olacağını göstermeye çalışıyor. Türkiye’nin de son dönemde Esed yönetimi ve Astana’daki ortakları Rusya ve İran’a dönük söyleminde sertleşme gözleniyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Esed’e yönelik 'terörist' ifadesinin ardından Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu da İdlib operasyonuna ilişkin “Rejim Nusra bahanesiyle ılımlı muhalifleri vuruyor. Bu tutum siyasi çözüm sürecini baltalar” açıklaması yaptı.
Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov yakın zaman önce Suriye’de DEAŞ'ın yenilgiye uğratıldığını ve 2018 yılında Rusya’nın yeni hedefinin Nusra olacağını açıklamıştı. Türkiye Suriye’de radikal unsurların elimine edilmesi konusunda Rusya ile paralel düşünüyor. Bu nedenle Rusya’nın söz konusu açıklaması Türkiye açısından özü itibarıyla sıkıntı yaratmıyor. Ancak bu mücadelenin nasıl yapılacağı sorusunun yanıtı Türkiye için hayati öneme sahip. Eğer Rusya daha önceki askeri operasyonlarında benzerleri görüldüğü gibi sivil-silahlı, ılımlı-radikal ayrımı yapmaksızın İdlib’i toptan bir cezalandırmaya tabi tutarsa ortaya çıkacak kaotik ortam doğrudan Türkiye’ye yayılma etkisi gösterecek. Bu nedenle Türkiye üç milyon sivil ve Astana sürecinin de parçası olan onbinlerce ılımlı ÖSO savaşçısının bulunduğu İdlib’de radikaller ile mücadele konusunda farklı bir politika uygulanmasını savunuyor. Bu politika daha uzun vadede askeri olmayan bazı yöntemlerle radikal-ılımlı ayrımının sağlanması ve sonrasında radikaller ile mücadele edilmesi mantığına dayanıyor.
Ancak bu politikanın uygulanabilmesinin şartı İdlib’de istikrarın kesin olarak sağlanması. Rusya’nın sivil alanlara dönük hava saldırıları ve İran-Suriye güçlerinin çatışmasızlık bölgesi anlaşması sınırlarını aşarak muhalif bölgelere askeri operasyonları genişletmesi Türkiye’nin İdlib politikasının uygulanmasını imkansızlaştırıyor. Bu durum Astana ve Soçi sürecinin giderek daha kırılgan hale gelmesine neden oluyor. İdlib’de sivillere dönük saldırılar artınca ılımlı muhalifler ve radikaller ayrımı yapmak zorlaşıyor ve bütün muhalif kesimler arasında saflar sıkılaşıyor. Bunun yanı sıra hava saldırılarının devam ettiği bir ortamda Türkiye’nin ılımlı muhalifleri masaya getirme imkanı azalıyor.
Rusya'nın PYD/YPG'ye yönelik korumacı tavrı
Son dönemde yaşanan karşılıklı sertleşmenin Türkiye açısından arka planında yatan bir başka neden de Afrin konusundaki beklentilerinin karşılanmıyor oluşu. Türkiye’nin Suriye’de birinci önceliği YPG/PKK ile mücadele ve bu konuda elini güçlendirecek ittifaklar arayışı içinde. Suriye’de Rusya ile işbirliğinin temeli de buna dayanıyor. Türkiye muhaliflerin ateşkese uyması ve siyasi sürece entegre olmaları konusunda rol üstlenirken Rusya’dan Afrin konusunda yeşil ışık beklentisi içinde. Ancak Rusya halen Afrin ve YPG konusunda korumacı tavrını sürdürüyor ve bu da Türkiye’yi rahatsız ediyor.
Muhtemelen Türkiye’nin PYD/YPG ile mücadele konusunda Rusya’dan alabileceklerinin sınırına ulaşılmış durumda. Rusya’nın PYD/YPG konusundaki tavrı hiçbir zaman ABD ve Batı kadar destekleyici olmadı. Rusya PYD/YPG’yi daha çok Türkiye’ye karşı kullanabileceği bir koz olarak gördü. Rusya PYD/YPG ile dirsek temasını bölge ülkeleri ile ilişkisini sabote etmeyecek bir düzeyde tutmaya özen gösterdi. Bu nedenle Rusya YPG’ye destek vermekten ziyade ona koruma sağlayan bir konumda oldu. Türkiye ile ilişkilerde kriz yaşadığı ya da Türkiye’nin pozisyonunu değiştirmek istediği durumlarda korumacı tavrını destek boyutuna taşıdığı durumlar oldu. PYD’lilerin de dahil olduğu Kürt aktörlere Moskova’da konferans düzenlenmesine izin verme, PYD’nin Moskova’da ofis açması, PYD’nin Soçi’ye davet edilmek istenmesi bunun örnekleri olarak sayılabilir.
Rusya’nın PYD/YPG’ye yaklaşımı Türkiye için hiçbir zaman tatmin edici olmasa da ABD ile kıyaslandığında tercih edilir bir ortak olarak görüldü. Ayrıca Türkiye ABD’den farklı olarak Rusya ile müzakere ederek YPG konusunda bazı tavizler alabileceğini düşündü. Fırat Kalkanı operasyonu bunun bir örneği. Ancak Türkiye artık YPG’yi doğrudan hedef alabileceği koşulları oluşturma çabası içinde ve bu açıdan Afrin öne çıkıyor. Ancak Rusya’nın Afrin’de YPG’ye koruma kalkanı sağlaması Türkiye’nin rahatsızlığını artırıyor. Rusya, Suriye’de Türkiye ile işbirliği yapmalarının kendileri açısından ne kadar hayati önemde olduğunu açıklıyor. Buna karşın Rusya’nın Türkiye’ye hayati sorunu konusunda çok az hatta neredeyse hiçbir şey vermiyor oluşu gerginliğe neden oluyor. İdlib’de başgösteren karşılıklı güç gösterilerini biraz da bu bağlamda ele almak gerekiyor.
Türkiye-İran işbirliği artabilir
Suriye’nin geleceği konusunda Rusya ve İran arasındaki görüş farklığının da giderek arttığı görülüyor. İran Suriye’de YPG bölgeleri, Suriye’de federalizm gibi konularda Rusya’dan farklı düşünüyor. Bu durum önümüzdeki dönemde Türkiye ve İran’ın Suriye pozisyonlarının en azından YPG ve federalizm bağlamında yaklaşmasını beraberinde getirebilir. İki ülkenin Suriye vizyonlarının birbirinden tamamen farklı olması da buna engel oluşturmayabilir. Irak’ta da Türkiye ve İran farklı yerel aktörleri destekliyor. Ancak Türkiye ve İran, Bölgesel Kürt Yönetimi’nin bağımsızlık referandumu sonrası süreçte Irak’ın toprak bütünlüğünün korunması ve Irak’ta bölge dışı güçlerin rolünün azaltılması konusunda işbirliği yapmayı başardı. Bağdat’ı da içeren süreç Irak’ta güç dengelerinin ve ülke içi fiili sınırların kısa sürede değişmesini sağladı. İran destekli milis unsurların Türkiye’nin yakın ilgi alanındaki bölgelerde dahi etkisini artırması muhtemelen Türk karar alıcılar tarafından memnuniyetle karşılanmıyor. Buna karşılık söz konusu işbirliği Türkiye’nin Irak’ta PKK ile mücadele konusunda elini güçlendirmesini sağladı. Bu süreçte Türkiye’nin İran destekli Haşdi Şabi (Şii milis güçler) algısında da kısmi bir değişim yaşandığı gözlemlendi. Benzer bir durum Suriye’de de yaşanabilir.
Irak benzeri bir Türkiye-İran işbirliğinin geleceğini belirleyecek faktörlerden biri de ABD’nin DEAŞ sonrası dönemde izlemesi muhtemel Ortadoğu politikası olacak. Trump yönetimi yeni dönemde bölgede İran’ı sınırlandırmaya odaklanacak. İran’da iç dinamiklerin tetiklediği protestolar ABD’ye nasıl bir yol izlemesi gerektiği konusunda yol gösterici olabilir. İran’ı sınırlandırmak için askeri müdahale, vekil savaşı gibi seçeneklerin kullanılmasının çok zor olduğu bir ortamda ABD ekonomik yaptırımlar üzerinden İran içindeki çatlakları derinleştirmek isteyebilir. ABD baskısının geldiğini gören İran Türkiye’yi yanında tutmak isteyecektir. Buna karşılık Türkiye ve ABD ilişkileri tarihininin en kötü dönemini yaşamaya devam ediyor. Bilinen nedenlerden ötürü ilişkilerin 2018 yılında daha da kötüleşmesi mümkün. Dolayısıyla İran protestoları sırasında görüldüğü gibi ABD ve Türkiye İran’ın istikrarsızlaştırılması konusunda karşıt pozisyonda yer alacaklar. Türkiye, sadece ABD ile sorunlu ilişkileri olduğu için değil, İran’ın istikrarsızlaştırılmasını kendisini de hedef alan bölgesel bir projenin parçası olarak algılayacağı, PKK yeni mevziler kazanabileceği, ekonomik çıkarları zarara uğrayacağı için de ABD’nin İran’ı sınırlandırma politikasının parçası olmayacaktır. Bu durum Türkiye ile İran’ın Irak’ta başlayan işbirliğini Suriye’ye taşımasını kolaylaştırabilir.
Bütün bu destekleyici faktörlere rağmen söz konusu sürecin Irak’taki kadar kolay olmayacağı söylenebilir. Bunun iki önemli nedeni var. Birincisi birçok soruna rağmen Türkiye ile Irak arasında ilişkilerin hiçbir zaman kopmamış olması ve tarafların kolayca ortak bir zeminde buluşabilmesi. Bu Suriye örneğinde en azından orta vadede mümkün gözükmüyor. İkincisi de İran’ın Şam ile birlikte Suriye’de askeri çözüm konusunda ısrarcı olması. Türkiye açısından hayati öneme sahip İdlib konusunda İran’ın agresif bir politika takip etmesi tarafların olası işbirliğini zorlaştıracaktır. Ancak İdlib’de son dönemde yaşanan gelişmeler herkesin kendisini güvende hissetmediği bir ortamda kalıcı istikrarın tesis edilmesinin son derece zor olduğunu göstermektedir.
[Oytun Orhan Ortadoğu Stratejik Araştırmalar Merkezi’nde (ORSAM) uzman olarak çalışmaktadır]
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.