İhsan Kasım Salihi: Aradan çekildim okuyucu Said Nursi'yi görsün
İhsan Kasım Salihi ile Bediüzzaman ve eserleri üzerine yapılan röportaj
Bazı insanlar vardır, adı anılınca uğruna hayatını vakfettiği değerler canlanır zihinlerde. Kalemi onu yazar, dili onu söyler, hali onu anlatır. Aslen Türkmen olan ve ‘Risale-i Nur’ları Arap dünyasına tanıtan kişi’ olarak bilinen İhsan Kasım Salihi de hakikatle iç içe yaşayan, son dönemin en değerli alimlerinden biridir. Kendisiyle ilgili küçük bir araştırma dahi ömrünü Bediüzzaman ve Risale-i Nur’a adadığını anlatıyor bizlere. İhsan Kasım Salihi imzalı önemli bir eser mevcut: Kendi Dilinden Bediüzzaman Said Nursi. Bu kıymetli alimle, Bediüzzaman ve eserleri üzerine, eseri çerçevesinde verimli bir sohbet gerçekleştirdik. Sohbetin sonunda Üstad’a bir adım daha yaklaştığımızı hissettik.
Üstad hazretlerinin eserleri üzerine önemli bir koleksiyon oluştu. Sizin kitabınız bir otobiyografi eseri mi?
Otobiyografi yazıldığı zaman yazar kendi ifadesi, kendi duygusuyla o işe girer. Bazen eksik, bazen fazla şeyler girebilir. Ben bu kitapta istedim ki, araya girmeyeyim, okuyucu direk Üstad’la görüşsün. Okuyucu bu kitapta kendi ifadeleriyle Üstad’ı görsün. Benim buradaki vazifem, Üstad’ın risalelerde yazdığı bütün meseleleri toplamak, kronolojik şekilde dizmek. Okuyucu kitabı eline alır ama İhsan Kasım’ı görmez. O orada yalnızca tertipçi. Bu şekilde Allah daha çok tesir halkeder inşallah.
Siz bu kitapta Risale-i Nur’un satırları arasına serpiştirilmiş vaziyette bulunan hatıra ve tarihi hadiseleri sırasına göre tertip ve tanzim ettiniz. Bu kitap için, başka eserler oluşturmada bir başvuru kaynağı diyebilir miyiz?
Evet. Üstad kendisi için bazen ‘ben’ kelimesini kullanıyor, bazen de ‘birisi’ ifadesini. Arap aleminde bugüne kadar Üstad hakkında yazılan kitaplar ufak kitaplar. Belki de üç beş kitap var. Ancak dokümanlı, tespitli, Üstad’ın kendi dilinden. Bu eser başka eserlere kaynaklık edebilir. Diyelim ki birisi Üstad’ın hayatını yazacak, bu kitabı alıp onun ifadelerini bulabilir, kaynak olarak kullanabilir. Bu yüzden biraz hacimli bir kitap oldu.
Eser öncelikle Arapça yazılıp daha sonra Türkçeye mi çevrildi?
Bu kitabın aslı Türkçe. Çünkü ben bunları Risalelerden almışım. Mesnevi, İşaratül İcaz gibi bazı Arapça kaynaklar varsa da Risale-i Nurlar çoğunlukla Türkçe. Ben oradan alıp Arapçalaştırdım. Kitapta dipnotlar da var, ancak dipnotlar Üstad’ın değil. Mesela Sebilürreşad’ın bir sayısında Eşref Edip Bey’le Üstad’ın bir muhaveresi var. Bu gibi kaynaklar da var kitapta.
Kendi Dilinden Bediüzzaman’ın, Tarihçe-i Hayat’tan farkı nedir?
Ben öncelikle Arapları düşündüm bu kitabı hazırlarken. Risale-i Nurların bütün tercümesi bittikten sonra yazdım. Ben Irak’tayken 1979’dan 1991’e kadar Risaleleri tercüme ettim. Türkiye’ye geldikten sonra da düzenlemesi ve Türkçeye çevrilmesi bitti. Tarihçe-i Hayat Üstad’ın talebeleri tarafından yazılmış, Üstad da bu eseri tasdik etmiş. Demek ki bu eser Üstad’ın sözü gibi kabul edilebilir. Tarihçe-i Hayat, Üstad’ın bütün hayatı değil. Orada yazan kardeşlerimiz –Allah razı olsun- edebi metinlere yer vermişler. Barla’yı ne kadar anlatırsan değer. Ama bir Arap alemine Barla’nın ne kadar önemli bir yer olduğunu yazmak yerine Üstad ne kadar anlatmışsa Barla’yı ben de o kadarıyla tanıtayım istedim. Tarihçe-i Hayat’ta kronolojik bir bilgiden çok Üstad’ın kerametlerinden bahsetmişler. Onu çıkarmış, Risaleleri koymuş. Hutbe-i Şamiye’den bir özet koymak, Ayetül Kübra’dan bir özet koymak istedik. Biz Risalelerde serpiştirilmiş şekilde olan Üstad’ın hayatını bu kitapta kronolojik bir şekilde okuyoruz. Fotoğrafın genelini görebiliyoruz burada. Kitabı okuyunca bütün Risaleleri okumuş gibi oluyoruz. Ben Üstad’ın kendi ifadesi olmasını istediğim için akademik bir çalışma da ortaya koymadım. Yani Üstad’ın dönemindeki kültürel, sosyal akış nasılmış, buna girmedim ben. Üstad ne kadar anlatmışsa ben o kadarla iktifa ettim. Onu Allah razı olsun Şükran Vahide bacımız çok güzel şekilde ele aldı, Üstad’ın hayatını akademik bir şekilde yazdı.
Büyük insanların hayatı, onları tanımakla birlikte kendimize çeki düzen vermek üzere okunur. Üstad hazretlerinin hayatında da çok hayatlara hayat olacak vasıflar olduğunu görüyoruz. İstiğnası, yaşı küçükken bile olgun davranması, harama nazar etmeyişi gibi. Bize bu vasıflarını bizzat yaşadığı hadiselerden yola çıkarak anlatabilir misiniz?
Bunu ne kadar anlatsak bitmez. Üstad’ın ifadelerinde emir diye bir şey yoktur. Bazı vaiz ve hatiplerden şunu duyuyoruz.“Şöyle yapın, böyle yapın, böyle yapmazsanız böyle olur.” Üstad’da bu yok. Anlattığı şeyi önce kendisi yapıyor. Onu gördüğün zaman ona yakın olmak istiyorsun. Arap aleminde Risaleleri okuyanlar bunu görüyorlar. Risaleler satırlar arasında herkese tesir ediyor Allah’ın fazlıyla.
Kendi nefsine sesleniyor değil mi?
Öyle sesleniyor ki, insan acıyor Üstad’a. Nefsiyle her zaman bir savaş halinde. Mesnevi-i Nuriye baştan sona Üstad’ın nefsiyle olan hatıratıdır. Yani o eserin ismini “Üstad’ın nefsiyle hatıratı” koysak doğrudur. Üstad’ı eski Said’den Yeni Said’e çeviren Mesnevi-i Nuriye. Ama şimdi bizler maalesef bu kitabı yüzünden okuyoruz, içte olan o savaşı görmüyoruz. Üstad diyor ki, “Subhanallah, Elhamdülillah, Allahuekber” in her birisinde otuz meydan muharebesi oldu.
Risaleleri okurken Üstad’ı, işaret parmağını bize doğru sallayarak bizi yargılayan bir alim değil de bizi elimizden tutup Rahmet-i Rahman’ın kapısına götüren, bizi O’na yaklaştıran -tabir caizse- bir beyamca gibi hissediyorum.
Hepimiz bunu duyuyoruz.
İslam dünyasının önde gelen alimleri artık Bediüzzaman’ı tanıyorlar ve onun İslam’ı tebliğ metodunun Arap dünyasında da uygulanması için gayret sarf ediyorlar. Siz de gayret sahiplerinin önde gelenlerindensiniz. Bize biraz bu gelişmelerden bahsedebilir misiniz?
Aslında onu Arap alemine ilk tanıtan biz değiliz. Allah razı olsun, Suriyeli bir alim olan Said-i Ramazani Buhti, Üstad’ın hayatını anlatan küçük bir kitap çıkardı. Gerçi Üstad zamanında da Abdülmecid abi Üstad’ın eserlerinin bazılarını Arapçaya tercüme etti ama o çok yayılmadı. Said-i Ramazani Buhti meşhur bir alim olduğu için daha çok yayıldı. Aradan uzun bir zaman geçti, bizim bu tercümeler geldi ortaya. Bu tercümeler, Allah’ın fazlıyla Üstad’ı daha kapsamlı tanımalarına vesile oldu. Yalnız hayatını değil, fikirlerini de görmüş oldular. Biz Irak’ta olduğumuz zaman tercümeleri ufak kitaplarda neşrettik. Türkiye’ye geldikten sonra bunlar dokuz cilt oldular, İstanbul’da, Mısır’da basıldılar. Mısır’da bir fikir yarışması oldu. Üstad hazretlerini bu kitaplardan Üstad’ı tefsirde görüşü, yaklaşımı, farklı meselelere yaklaşımı nasıl, şeklinde 54 kişinin katıldığı bir yarışma oldu. Ezher’deki alimler sahip çıktılar, sekiz kişilik bir jüri heyeti kurdular, o jüride ben de vardım. Çalışmalar ayıklandı ve üç kişiye ödül verildi. Arap dünyasında meşhur alimler, Ezher rektörü geldi. Sonra sempozyumlar başladı. Ürdün’de ilk sempozyumumuz oldu. Muazzam bir sempozyumdu. Sonra Türkiye’de sempozyumlar oldu. Türkiye’de sempozyumlar olduğu zaman Arap aleminden davetliler, profesörler geldi. Tabi Risale-i Nurlar bu arada yavaş yavaş yayılıyordu. Gelen alimler hayranlıkla Üstad’ın Kur’an’a bakışı, tevhide bakışı, içtimai meselelere bakışını görünce biri değil, beşi değil, onu değil, herkes kendi uzmanlık sahasıyla ilgili hayranlık duyuyordu. Sonra kendileri bunu üstlendiler. İlk üstlenen Ürdün, sonra da Fas oldu. Fas’ta her yıl uluslar arası sempozyumlar yapılıyor. En son sekizincisi yapıldı. Ve her birisini değişik bir üniversite üstleniyor. Bu kadar sempozyum, her birisine on- on beş kişi katılsa çok fazla sayı ediyor.
Mısır’daki sempozyumda neler yaşandı?
Suriye’de bir sempozyum olmuştu, ona devlet erkanı katıldı. Evkaf Bakanı [bizdeki Diyanet İşleri Başkanı], büyük müftü, Suriye müftüsü, Şam müftüsü, oradaki hocalar, dekanların hepsi katıldılar. Hatta Evkaf Bakanlığı’nın kapısında Üstad’ın hayatını ve eserlerini anlatan kocaman bir afiş vardı. Öyle herhangi bir alimmiş gibi yapılmıyor bu sempozyumlar, heyecanla sahipleniyorlar. Sonra bu sempozyumlar kitaplaşıyor, internete veriliyor. Cezayir’de, Yemen’de, Lübnan’da, Suriye’de, Malezya’da, Filipinler’de, Endonezya’da, Avustralya’da, Bosna Hersek’te, Melborn’da sempozyumlar oldu. Said-i Ramazani Buhti ile Bosna’ya gittik. Oranın İlahiyat Fakültesi Üstad için özel bir gün tertipledi. Bu ülkelerin hepsi kendi dillerindeki tercümeler yayıldıktan sonra sahip çıktı.
Birkaç sene önce bir genel müdür Suud-i Arabistan’dan geldi. Türkiye’yi gezmiş, buradaki Kur’ân hizmetlerini görmüş. Biz de kendisini eve davet ettik ailesiyle birlikte. “Hocam, Türkiye intiban nasıl?” dedim. Elini sağdan sola kaldırıp indirerek “Ben 180 derece değiştim.” dedi. “Biz İslamiyet’in konuşmasını biliyoruz, fiiliyatını yapmıyoruz. Ben burada bu Risale-i Nur talebelerini gördüm ki hakikaten bunlar fiiliyat yapıyorlar ama konuşmuyorlar.” Bizler şecaatten bahsediyoruz, civanmertlikten bahsediyoruz. Bunlar ise hepsini yapıyorlar ama konuşmuyorlar. Bizler konuşuyoruz, yapmıyoruz.” diye de ilave etti. Risale’yi okuyan her insanın içinde bazı değişiklikler oluyor. Mısır’daki büyük yazarlardan biri var. Hatice en Nebrabi bacımız, devletin büyük ödüllerini alan. O bana mektup yazarken “Hatic El Cedide” imzasını kullanıyor. Yani “Yeni Hatice.” Bu elbette ki Risale-i Nur’un tesiri.
Üstad hazretleri kelimelere, kavramlara başka türlü yaklaşıyordu. Onu okurken bizi tutup sarstığını hissediyoruz adeta. Bu nasıl bir iman diye hayretler içerisinde kalıyoruz. Bu tesirin sebepleri neler sizce?
Risale, “Allah, Kur’an, ahiret, peygamber gibi kavramlardan bahsediyor. Ama bu kavramlardan bahseden bir çok kitap var. Üstad, bir yerde diyor ki : “Bu bir nüve tefsir-i şuhudidir.” Yani görür gibi. Resulullah’ın bir hadisi var. Orada Cibril soruyor, “İman nedir, İslam nedir, ihsan nedir?” O mertebeleri sorunca Resullullah efendimiz diyor ki, “İhsan Allah’ı görür gibi ibadet etmektir” diyor. Risale-i Nur ahreti sana öyle anlatıyor ki, sen sanki ahirette yaşıyorsun, görür gibi oluyorsun. Melaikeyi öyle anlatıyor ki, sen melaikeyle yaşıyorsun. Okul kitaplarında ne var, Allah var, melaike var, Hz. Cibril vahyi indirdi, Hz. İsrafil ahiretin borusunu çalacak. Çocuğun zihninde Cibril vazifesini bitirmiş, oturmuş, İsrafil daha vazifeye başlamadı, bekliyor. Haşa. Üstad öyle anlatmıyor, diyor ki “Her bahar, nefhuruh gibi, İsrafilvari, İsrafil onlara canlılık veriyormuş gibi, ölmüş ağaçlar yeşil elbiseler giyiyorlar. Bu nasıl bir anlatmak? O zaman İsrafil işsiz güçsüz öylece beklemiyor. Bu canlılık nerede, çocuklukta öğrendiklerimiz nerede? Her Kur’an’ı açtığında sen Hz. Cibril ile konuşuyorsun. O getirdi çünkü Kur’an’ı Resulullah’a (s.a.v.). Demek ki Hz. Cibril’in vazifesi seninle devam ediyor. Sen yaşıyorsun onunla. Bir yer diyor, “Bütün insanlık Azrail’den korkuyor. Üstad diyor ki, “Ben Azrail’i sevdim. En pahalı, en zaruri olan şey bende ruhumdur. Ruhumu emin bir ele teslim edeceğim zat Azrail olduğu için. Paranı emin bir bankaya koyarsın. Ruhunu kime verirsin, en emin el olan Azrail’e veririm. Bu Azrail nerde, bizim çocukluğumuzdan beri bildiğimiz Azrail nerde? Risale okumadan önce Azrail bizim ruhumuzu alıyor, sanki bizim düşmanımız gibi kendine alıyor götürecek.
Türkçede “Azrail gibi adam” şeklinde bir deyim bile var ne yazık ki.
Çok kötü. Araplar altyapılarının üzerine bunları da okudukları zaman hayran kalıyorlar. Ahiret kavramına gelince, bizim aklımızda ahiret ne zaman? Dünya “Taa ne zaman” şeklinde çok ileri bir tarihte. Halbuki Üstad ahireti öyle anlatmıyor. Esmaül Hüsna ile öyle bir anlatıyor ki sanki sen şimdi ahiretin içindesin. Bu oturduğumuz meclis ahirette var. Bunun filmleri çekiliyor ve bir kenara konmuyor. O zaman ne kadar dikkatli olmamız lazım. Mesafe uzak olunca insan ahretten çok korkmuyor. Halbuki ahiret şimdi var. Şimdi cennet, cehennem var.
Üstad neden sakal bırakmıyordu, bunu kitabınız çerçevesinde cevaplayabilir misiniz?
Geçtiğimiz yıl Fas’ta bir sempozyum oldu. Sempozyumda baştan sona bu meseleler işlendi. Üstad hazretleri bazı sünnetleri durdurmuş. Niye durdurmuş? Sünnetleri uygulamada çok dikkatli olan biri bu sünneti neden uygulamamış? Farzlar gitmesin, yani Kur’an hizmeti devam etsin diye Üstad bazı sünnetleri durdurmuş. Bizler konuşmadan oradaki alimler, profesörler bunu çok güzel anlattılar. Biz hakikaten o sempozyumda oturup onlardan ders aldık. Üstad evlenmemiş. Evlenmek sünnet, neden evlenmemiş? Resulullah evlenmiş, sahabeler evlenmiş, o neden evlenmemiş? İslamiyet’te evlenmemek olur mu? Evlenince ya memur olacak, ya başkasına el açacak, çocuklar olacak, bunları idare etmek lazım. Halbuki ben yalnız başıma kalırsam belki de çok şeyleri idare ederim. Üstad bunu uygulamış hayatında. Biz Üstad’ı sevdiğimiz için Üstad yapmışsa doğru yapmıştır diyoruz. O alimler, onu ilmi bir temele oturttular, bütün bunları fıkhi açıdan incelediler. Bu gibi meseleler çoktur. Mesela hediye kabul etmemiş, Resulullah kabul ederken üstad neden kabul etmemişti? Bunların hepsinin gerekçesi orada var.
Üstad’ın hayvanlara karşı özel bir şefkati var, değil mi?
Üstad’ın bütün canlılara şefkati var. Barla’da bir deli varmış, o deli sigara istermiş Üstad’dan. Üstad sigara kullanmıyor. Orada kurumuş otlardan gazete kağıdına sararak bir sigara yapıyor, deliye veriyor. Şefkat ediyor. Biz olsak o deliye öyle mi davranırız? Zaten Üstad’ın dört hatveden birisi şefkat. Acz, fakr, şefkat, tefekkür… Ehl-i dünyayı görünce Üstad ağlıyor. Eskişehir’de hapishanede liseye bakan bir pencere var. Orada kızlar oynuyorlar. Üstad onları görür görmez ağlıyor. İnsan bir açık saçıklık görünce ağlar mı? “Elli sene sonra bunlar ne olurlar, ne olmazlar, ona ağlıyorum.” diyor.
Hatıralarına örnek verebilir misiniz?
Memurlardan onu ziyarete geliyorlar. Diyor ki, “Yalnızca farzlarınızı eda etseniz, bütün yaptığınız işler ibadet hükmüne geçer. Sen trende mi çalışıyorsun, o çalıştığın saatler olduğu gibi ibadet oluyor. Sen memur musun, çalıştığın saatler hep ibadet oluyor. Yalnız sen namazın farzlarını eda et. İnsanı biraz ferahlandırıyor. Ben ne kadar ibadet etsem yine az görüyorum ama ben buranın temizlikçisi isem bunların hepsi ibadettir benim için. Yeni bir ufuk, yeni bir hayat tarzı açıyor insanın önünde.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.