İlham-ı İlahi (İdris Tüzün)

İdris Tüzün'ün yazısı

Pek çok kimselerin Üstad Bediüzzaman’a yerli yersiz hücum ettiklerini uzun zamandan beri görüp duyuyoruz.

Hücumda bulunanların bir kısmı garazkâr oldukları kadar, insaf ve edep sınırlarını da aşıyorlar. Üstelik bunların risaleleri doğru dürüst okumadıkları, bazen okusalar bile Üstad’ın kastettiği manayı değil de, anlamak istedikleri manayı anladıkları görülüyor. İsmet Özel’in “İnsanlar hangi dünyaya kulak kesilmişse öbürüne sağır” dediği gibi, bu tip sağırlara sözümüzü duyuramayacağımızı peşinen kabul ediyoruz ve lüzumsuz da görüyoruz. Bazen “sükut”ta bir cevaptır.

Fakat insaflı olmakla beraber, bizim gibi düşünmeyen hakperestlere delillerimizi sunmak mecburiyetinde olduğumuzu da kabul ediyoruz.

Bu hücum ve tenkitlerden biri Üstad’ın “bana ihtar edildi ki” “bana yazdırıldı” sözüyle ilgili. Bu ifadelerden yola çıkan bazıları, Üstad için “peygamberlik iddia ediyor” “kendisine vahiy geldiğini söylüyor” şeklinde cahil, kaba ve çirkin saldırılarda bulunuyorlar.

Risaleleri ve Üstad’ı tenkid etmek isteyenler, her şeyden önce risaleleri önyargıyla değil insafla okumalıdırlar. Okurken de kendi kafalarındaki ithamlar için, mesnet aramaktan ziyade müellifin kastettiği manayı anlamaya çalışmaları gerekir.

Üstad’ın şu sözüne kulak verelim:

Şunu iyi bil ki; ben hayatta olduğum müddetçe Mevlana Celaleddin Rumi’nin dediği gibi derim: “Ben hayatta olduğum müddetçe Kur’ân’ın kulu, kölesiyim, seçilmiş Muhammed as’ın yolunun tozu, toprağıyım”. Çünkü ben Kur’ân’ı bütün feyizlerin kaynağı olarak görüyorum. Eserlerimde hakikatlerin güzelliklerinden ne varsa, ancak Kur’ân’ın feyzindendir. (Arabî Mesnevi-i Nuriye, s. 116)

Risalelerde “kalbime ihtar edildi ki” “bana yazdırıldı” tarzında ifadelerin varlığı bir gerçek. Fakat Üstad bununla ne kendine vahiy geldiğini, ne de peygamber olduğunu ima ediyor.

Bizzat kendisi bu hususta şöyle der “:Risalet-in-Nur vahiy değil ve olamaz. Ancak ilham ve istihractır” (Sikke-i tasdik: s.70, 75) “Birden hatıra geldi ki: Bu üç farkın sırrı ise Risalet-ün-Nur'un mertebesi üçüncüde olmasıdır. Yani vahiy değil ve olamaz. Hem umumiyetle dahi ilham değil, belki ekseriyetle Kur'ân'ın feyziyle ve medediyle kalbe gelen sünühat ve istihracat-ı Kur'âniyedir.” (Sikke-i Tasdik, s.81, Osmanlıca nüsha, Nesil yayınları, c.1. s.843)

Şimdiye kadar pek çok İslam büyüğü ilhamdan ve kendilerine ilham geldiğinden bahsetmiştir. Bu ilk defa Üstad’ın söylediği bir şey değildir. Şimdiye kadar kendilerine ilham geldiğini söyleyen velilere kimse “Bu adam peygamberlik iddia ediyor” demediğine göre Üstad’a da “peygamberlik iddia ediyor” denemez. (Üstad’ın vefatı üzerinden 50 yıl geçtiği halde, hiçbir nur talebesinin gizli veya açıktan onun peygamber olduğunu iddia etmemesi de bunu gösterir. Onu peygamber ilan edenler genelde onun düşmanlarıdır.)

İlhamın hakikatına dair Kur’ân’da pek çok ayet var. Bunları sırayla ele alalım:

1.  Allah’ın her insana ilhamı vardır.

Nefse ve onu (insan şeklinde) düzenleyene, Sonra da ona günahını ve takvasını (itaat etmesi gerekeni) ilham edene yemin ederim ki, Nefsini (günahlardan) temizleyen felaha ermiştir. Onu (günahlarla) gömen ise, hüsrana uğramıştır. Şems suresi: 7-10

Hatta ilham yalnızca insanlara değil hayvanlara da gelir: “Rabbin bal arısına şöyle ilham etti: Dağlardan, ağaçlardan ve (insanların) kurdukları çardaklardan evler edin.” Nahl, 68

2.  Allah makbul kulları olan seçkin evliyasına hususi ilhamlarda bulunur:

“Havârîlere de "Bana ve peygamberime iman edin" diye ilham etmiştim. Onlar "İman ettik, şâhit ol ki, biz müslümanlarız" demişlerdi.” (Maide: 111)

Ayette (evhaytü) ibaresi, (Vahyettim) manasına gelir. İmam Nesefi tefsirinde bunu (elhemtü) yani “ilham ettim” manasında olduğunu söyler. İsa as’ın havarilerine ilhamda bulunan Allah’ın ümmetler içerisinde en hayırlı ümmet olan Ümmet-i Muhammed’in seçkinlerine de ilham etmesine şaşmamalı.

Kur’ân’da iki peygamber annesine Allah’ın ilham ettiği zikredilir.

“Musa’nın annesine “Çocuğu emzir; başına bir şey gelmesinden korktuğun zaman onu denize (Nil’e) bırak; korkma ve üzülme. Çünkü muhakkak biz onu sana geri vereceğiz ve onu peygamberlerden yapacağız” diye ilham ettik. (Kasas:7) (AYRICA BKZ. TAHA.38)

(Meryem) “Rabbim! Bana bir insan dokunmadığı halde nasıl bir çocuğum olur?” dedi. (Rabbi de) “Böyledir, Allah dilediğini yaratır. Bir işi yapmak istediğinde, ona sadece  “Ol” der, o da oluverir” dedi. (Ali İmran.47)

3. Peygamberimiz (asv)’da Allahın bazı kullarına ilhamda bulunduğunu haber vermiştir:

قد كان يكون في الأمم قبلكم   محدثون  فإن يكن في أمتي منهم أحد فإن عمر بن الخطاب منهم

قال بن وهب تفسير   محدثون  ملهمون

“Sizden önceki ümmetlerde kendilerine (Allah tarafından ) söz söylenen (ilham edilen) kimseler vardı. Eğer ümmetimden de biri varsa o mutlaka Ömerdir”

Müslim: C.2.S.1864. Hn.2398.  Buhari: C.4.S.149. Tirmizi: C.5.S.622.Hn.3693. .(Çağrı yayınları)

Buhari’nin başka bir rivayetinde hadis şöyledir:

لقد كان فيمن كان قبلكم من بني إسرائيل   رجال يكلمون من غير  أن يكونوا أنبياء فإن يكن من أمتي منهم أحد فعمر

“Sizden önce İsrail oğulları içinde bazı kimseler vardı ki, peygamber olmadıkları halde kendilerine (Allah tarafından) söz söylenir, konuşulurdu. Onlardan ümmetimden biri varsa o muhakkak Ömerdir.”

Kamil Miras hadisin şerhinde şu açıklamalarda bulunur:

Hadisin son fıkrasındaki (bulunursa) şartı, şek için değildir. Bilakis bu fıkranın mazmununu te’kid içindir. Çünkü İslam ümmeti, öbür ümmetlerin efdali olduğundan, öbürlerinde bulunan ilham ile müeyyed kimselerin İslam ümmetinde de bulunması muhakkaktır. Bu cihetle şartın tekide delalet ettiğine kavis içindeki kayıt ile işaret ettik.

Bu hadiste peygamber olmadıkları halde kendilerine Allah tarafından haber ilham olunduğu bildirilen zevata Muhaddesun deniliyor. (..) İbni Abbas Hac suresinin 52. ayetine bu muhaddes lafzını ziyade ederek  و ما ارسلنا من قبلك من رسول ولا نبي ولا محدث suretinde okumuştur. İbni Abbas bu hususta mevzuumuz olan hadise istinad etmiş olsa gerek. Şu halde muhaddes nubüvvetin dununda bir vahiy ve ilham mertebesi demek oluyor. Ve bu yüksek paye hazreti Ömere tevcih buyurularak taltif ediliyor. ( Tecrid-i Sarih Terceme ve Şerhi. C.9. s.352. DIB YY)

4. ilhamla vahiy arasında ne fark var?

Vahiy peygamberlere gelir ve hususidir. İlham ise hayvanlardan meleklere varıncaya kadar herkese şumülü vardır.

Üstad Bediüzzaman ilhamla vahiy arasındaki farkı şöyle izah eder:

Sadık ilhamlar, gerçi bir cihette vahye benzerler ve bir nevi mükâleme-i Rabbaniyedir, fakat (iki fark) var:

(Birincisi): İlhamdan çok yüksek olan vahyin ekserisi melaike vasıtasıyla ve ilhamın ekserisi vasıtasız olmasıdır. Meselâ: Nasılki bir padişahın iki suretle konuşması ve emirleri var. Birisi: Haşmet-i saltanat ve hâkimiyet-i umumiye haysiyetiyle bir yaverini bir valiye gönderir. O hâkimiyetin ihtişamını ve emrin ehemmiyetini göstermek için bazen vasıta ile beraber bir içtima yapar. Sonra ferman tebliğ edilir. İkincisi: Sultanlık ünvanı ile ve padişahlık umumî ismiyle değil, belki kendi şahsıyla hususî bir münasebeti ve cüz'î bir muamelesi bulunan has bir hizmetçisi ile veya bir âmi raiyetiyle ve hususî telefonuyla hususî konuşmasıdır. Öyle de Padişah-ı Ezelî'nin umum âlemlerin Rabbi ismiyle ve kâinat hâlıkı ünvanıyla vahiy ile ve vahyin hizmetini gören şümullü ilhamlar ile mükâlemesi olduğu gibi, her bir ferdin ve her bir zîhayatın Rabbi ve Hâlıkı olmak haysiyetiyle hususî bir surette fakat perde arkasında onların kabiliyetine göre bir tarz-ı mükâlemesi var.

(İkinci fark): Vahiy gölgesizdir, safidir, havassa hastır. İlham ise gölgelidir, renkler karışır, umumîdir. Melaike ilhamları ve insan ilhamları ve hayvanat ilhamları gibi çeşit çeşit hem pekçok enva'larıyla denizlerin katreleri kadar kelimat-ı Rabbaniyenin teksirine medar bir zemin teşkil ediyor. Ve ( لو كان البحر مدادا لكلمات ربي   لنفد  البحر قبل أن تنفد كلمات ربي ) âyetinin bir vechini tefsir ediyor. (Ayetel kübradan)

5.İlham dinde hüccetmidir?

Mücerret ilham dinde hüccet değildir. (Taftazani. Şerhül Akaid Tercümesi: s.121. Dergâh yayınları). Çünkü mücerret ilham suiistimal edilebileceği gibi, şeytanlarında insanı kandırması mümkündür.

Dinde, delil ve hüccet esastır. Delilde ya nakli (Kur’ân ve sünnet) ya da akli olur.

Kur’ân’a, sünnete ve akla uygun dinin esaslarına ters düşmeyip, bilakis dini mevzuları takviye eden ilhamlar hüccet olurlar. Hüccet oluşları mücerret ilham oluşlarından değil hakikat oluşlarındandır.

Risale-i nurlara verilen kıymet hem akli delillerle teyit edilmiş olması, hem de ilham olmasından kaynaklanmaktadır. Yalnız mücerret ilham oluşundan değil.

VEHBİ İLİM

Allah vahiy vasıtasıyla peygamberlerine ilim öğrettiği gibi, ilham vasıtasıyla da makbul kullarına bazı sırları, ilmi konuları öğretir. Buna en büyük delil, Kur’an’da bahsi geçen Hızır as’dır.

“Derken ikisi, indimizden kendisine bir rahmet verdiğimiz ve tarafımızdan bir ilim öğrettiğimiz kullarımızdan birini (Hızır’ı) buldular.” (Kehf. 65)

Hızır as’a Allah tarafından bir ilim (ilmi ledün) verildiği açıkça beyan edilir. Hızır veli midir nebi midir? Bu hususta âlimler ihtilaf etmişlerdir. (bkz. Hülasatül Beyan. c.8.s.3163). Fakat ekseriyetin kabul ettiği görüş Hızır’ın nebi değil veli olmasıdır. (Fahreddin Razi meşhur tefsirinde Hızır’a “nebi” diyenlerin delillerini çürütür. Tefsiri Kebir tercümesi: c.15. s220-221)

Hızır’ın bir veli olduğunu kabul ettiğimiz takdirde, şu soruya nasıl cevap veririz:

Kur’an’ın “İnsanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmet” övgüsüne mazhar olan Ümmet-i Muhammed’den de Hızır’a benzer şahsiyetlerin çıkması mümkün müdür? Mümkün değildir denilirse bu iddianın gerekçesi nedir?

Aynı özellik Kehf suresinde bahsi geçen Zülkarneyn as için de geçerlidir.

“Nihayet güneşin battığı yere varınca, onu balçıklı bir suda batıyor (gibi) gördü ve orada bir kavme rastladı. Kendisine: “Ey Zülkarneyn! Onlara azap da edebilirsin, iyi de davranabilirsin” dedik.” Kehf: 86

Zülkarneyn’in de peygamber olduğu ihtilaflıdır. Veli olduğunu kabul edersek ayette “dedik” ifadesi Allah’ın ona ilham ettiğini gösterir. Aynı zamanda yaptığı harikulade işlerinde ancak Allah’ın ona öğretmesiyle olduğu tahakkuk eder.

Bazı ayetler Allah’ın makbul kullarına bahşettiği özelliklerden bahseder:

  1. Ey iman edenler! Eğer Allah'tan korkarsanız, size furkan (hak ile bâtılı ayıracak bir anlayış) verir, kötülüklerinizi örter ve size mağfiret eder. Allah büyük ihsân sahibidir. Enfal, 29
  2. Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve Resûlüne iman edin ki, O size rahmetinden iki kat nasip versin ve sizin için ışığında yürüyeceğiniz bir nur yaratsın ve size mağfiret etsin. Allah gafûrdur (mağfiret eder), rahîmdir (merhamet eder). Hadid, 28
  3. (Yusuf’un) gücü kemâle erince, biz ona hikmet ve ilim verdik. İşte muhsinleri (iyilik edenleri) de biz böyle mükâfatlandırırız. Yusuf suresi, 22
  4. Musa’nın gücü kemâle erip olgunlaşınca, biz ona hikmet ve ilim verdik. İşte muhsinleri (iyilik edenleri) de böyle mükâfatlandırırız. Kasas, 14

Son iki ayete dikkat edilirse Allah, Yusuf ve Musa as’lara ilim ve hikmet verdiği gibi muhsinlere de ilim ve hikmet vereceğini vaad etmektedir. Meşhur “Cibril hadisi”nde ihsan “Allah’ı görür gibi ibadet etmek” olarak tarif edildiğine göre “Muhsin” de Allah’ı görür gibi ibadet eden kimsedir. İşte bu ayetlerin işaretine göre, Allah’ı görüyor gibi ibadet edenlere Allah ilim öğretir. Bu ilme de “ledün” ismi verilir.

***

İmam Gazali ledün ilmini inkar edenlere karşı (Er-Risaletül-Ledünniye) isimli bir risale telif ederek bu ilmi ispat etme cihetine gitmiştir. (Bkz: İmam Gazali, Arifler Yolu, Elifbe yy, 1981)

İmam Gazali kitabının baş taraflarında “Ledün ilmi”ni inkar eden şahıs hakkında şöyle der:

İlmi sadece Fıkıh, Kelam … dan ibaret sanan bu şahıs zannederim ilimlerin kısımlarını, tafsilatını, derecelerini, hakikatlerini, zahirlerini ve batınlarını bilmiyor. Çünkü onun tasnifi avam tabakasına has bir açıklamadır. Zaten öyledir, kişi bilmediğini inkar eder. Gaybi-Ledün ilmini inkar eden bu şahıs, anlaşılıyor ki, hakikat şarabını tatmamış, gaybi-ledün ilmine muttali olmamış. Öyleyse bu ilmin varlığını nasıl ikrar edebilsin ki? (s.101)

“İnsanların sahip olabilecekleri ilim iki yoldan hasıl olur. Bunlardan biri kişinin çalışarak kendisinin öğrenmesidir. Diğeri de Rabbani öğrenme, yani Allah’ın doğrudan doğruya o kişiye öğretmesidir.” (s.131)

Rabbani yolla ilim öğrenmek vahiy ve ilham olmak üzere iki suretle olur. İmam Gazali vahyin peygamberlere has oluşundan bahseder ve ikinci yol hakkında da şöyle der:

“Rabbani yollarla ilmin hasıl oluşunun ikinci şıkkı ilham yoluyla olur. İlham külli nefsin, insana has cüz’i nefsi uyarmasından ibarettir. Bu uyarma cüz’i nefsin safiliği, uyarmayı kabülü ve uyarılmağa olan isti’dadı derecesindedir. İnsanın cüz’i nefsi, ne derece saf ve gayrı ahlaki duygulardan temizlenmiş ise, külli nefsin uyarmalarını duymağa ve onları kabüle o derece istidadlı demektir.” (s.140)

“Ledünni ilmin husulünde nefs ile Allah arasında bir vasıta yoktur. O gayb kandilinden gelen bir ışık gibidir. Bu ışık ancak saf, yani ahlakı rezileden ve kötü duygulardan temizlenmiş, latif ve ilham ziyasını kabul edebilecek kalplere doğar, orada parıldar.” (140)

Vahiy peygamberlerin zinetidir, onlara mahsustur. İlhamda ermişlerin zinetidir, o da onlara mahsustur. (141)

Şeref, olgunluk, kavilik bakımından peygamber çok daha yüksektir. Aynı zamanda Allaha çok daha yakındır. Birbirlerine nisbetle ilham ile vahiy de böyledir. Mertebe bakımından ilham, vahiyden daha aşağı ve daha zayıftır..(agy)

“Allah hikmeti dilediğine verir. Kime de hikmet verilmişse ona pek çok hayır verilmiş demektir” (Bakara:269)

Hikmet verilen kişiye çok hayırlar verilmiş olması şunun içindir: Ledünni ilim mertebesine vasıl olanlar uzun müddet tahsilden, talim, terbiye meşakkatinden müstağni olurlar. Öğrenmek için az zaman harcarlar. Az öğrenirler fakat çok öğretirler. İlim için çok az zahmet çekerler, fakat hakikatlara ulaşırlar, uzun müddet rahatta kalırlar. (s.145)

Ledünni İlmin hakikatı husulünün sebebleri:

İlham nurunun sirayet edip yayılmasından ibaret olan ledünni ilim ancak bir tesviyeden nefsin asli yaradılışına dönüp kemale ermesinden sonra olur. (…)

Bu dönüş üç suretle olur:

  1. Bütün ilimleri tahsil edip, çoğundan büyük bir zevk almakla.
  2. Hakiki bir riyazet ve doğru murakabe ile. Zira şüphesiz Resul as bu hakikate işaret ederek şöyle buyurdu: “Kim bildiği ile amel ederse Allah ona bilmediğini de öğretir”[1]

“Kim Allah için kırk gün ihlaslı olursa, hikmet pınarları kalbinden diline doğru akar.”[2]

  1. Tefekkür ile. Zira nefs ilmi öğrenip riyazet yaptığı ve sonrada tefekkür etme şartlarına riayet ederek bildikleri üzerinde düşündüğü zaman, onun zihnine gayb kapıları açılır. Tıpkı harcama şartlarına riayet ederek harcayan ve iş yapan bir tüccara kar kapılarının açılması gibi.  Nasıl ki kar etme şartlarına riayet etmeden iş yapan bir iş adamı kar edemezse aynı şekilde düşünme şartlarına uymadan düşünen bir mütefekkir de hüsran çukurlarına düşmekten kurtulamaz.

Bir mütefekkir, doğru düşünme yollarına girdiği zaman akıllı kişilerden olur. kalbinde gayb aleminden bir pencere açılır. Neticede alim, kamil, akıllı, ilhama nail olan birisi haline gelir. Nitekim resulu ekrem (asv) şöyle buyurur: “Bir saatlik tefekkür, atmış senelik ibadetten hayırlıdır”. (s.153-154)

İmam risaleyi bitirirkende son söz olarak şunları söyler.

Bu eseri bitiriyoruz. Zira anlayanlar için bu hususta buraya kadar yazdıklarımız kafidir. Bir kimse ki, Allah ona nur vermemiştir, onun için bir nur yoktur.

 


[1] Keşfül Hafa. c.2. s.265.. hn.2542. Ebu Nuaym’den naklen

[2] Kenzül ummal: c.3.s.24.hn.5271

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
10 Yorum