İmam Bediüzzaman milli mücadeleye bir ordu kadar hizmet etti

İmam Bediüzzaman milli mücadeleye bir ordu kadar hizmet etti

Bu yazı geçen Cumartesi günü kısaltılmış haliyle Zaman gazetesinde yayınlandı. Yeni bir takım belgeler ekleyerek iki bölüm halinde yeniden okuyucuların tartışmasına açıyorum. Böyle önemli bir konunun yaşanan curcunada kaybolup gitmesine razı değilim.

Milli Mücadele’nin başından beri İstanbul ile Ankara arasında bir kopukluk vardı. Kısaca hatırlamak gerekirse Sultan Vahdettin’in, olağanüstü yetkilerle Mustafa Kemal’i Samsun’a göndermesi ile Milli Mücadele fiilen başlamıştı. Bu tayinin ve Anadolu’da üst üste yapılan kongrelerin Türkleri yeniden istiklal hayallerine sürüklediğini gören İngilizler çok geçmeden saraydan M. Kemal’in geri çağrılmasını istediler. Sultan Vahdettin’de bu isteğe direnecek güç yoktu. Bilindiği gibi M. Kemal, üniformasını çıkarmış, ama kendisine padişah tarafından verilen yetkileri kullanmaya devam etmişti. Bu tarihten sonra sultan ve İstanbul hükümetleri ile Ankara’da toplanan Büyük Millet Meclisi ve onun reisi Mustafa Kemal arasındaki ilişkiler karşılıklı ithamlar, iddialar ve kısa süreli anlaşmalarla devam etti.

İngilizler tarafından Anadolu’ya çıkarılan Yunan kuvvetlerine karşı Büyük Millet Meclisi’nin örgütlediği Milli Mücadele nihayet 9 Eylül 1922 tarihinde zaferle neticelenmiş son Yunan postaları İzmir’den kovulmuşlardı. Bu savaşta Meclis başkanı ve Başkumandan olan Mustafa Kemal Paşa için Ankara’da herhangi bir problem yoktu. Esas problemi İstanbul teşkil ediyordu.

İstanbul için İngilizlerin farklı planlarından burada söz etme imkanına sahip değiliz. Bunlar bir tarafa İstanbul halkının tarihi gelenekleri oldukça canlıydı, padişaha ve hilafet makamına hala bağlı, en azından saygılıydılar. Milli mücadele sırasında ekseriyetle Damat Ferid Paşa’nın basiretsiz siyaseti ile alınan, Mustafa Kemal’in idamı, Millicilerin asi oldukları, padişaha ve halifeye isyan eden bir kısım maceracıların milleti tehlikeye sürükledikleri gibi kararlar, halkı ve bürokrasiyi etkilemişti.
Bu duruma İngilizlerin siyasi entrikaları ve yine onların güdümünde olan basının sorumsuz yayınları da eklenince İstanbul problemi, Türkiye için Yunan probleminden daha büyük bir tehlike olma özelliği kazanmıştı.

Yazımızın esas konusunu teşkil eden Bediüzzaman Said Nursi’nin çalışmaları bu noktada önem kazandı. Problemin ana başlıklarını teşkil eden İngiliz siyaseti, cihat fetvası ve milli mücadelenin meşruiyeti konularında İstanbul siyasetinin aksine bir duruş sergiledi.

O dönemde yayınladığı Hutuvat-ı Sitte isimli küçük bir risale ile İngiliz siyasetinin İslam alemi hakkında düşündüğü öldürücü siyaseti açıklamış, özellikle alimler üzerinde etkili olmuştu. Bu risalenin basılıp dağıtılmasında görev alan Eşref Edip’in ifadelerine göre “kefeni boynuna takmadan” böyle bir iş yapılamazdı.(1) 

Hutuvat-ı Sitte’nin ana fikrine göre “İngiliz’e dost olmak, İslamiyet’e düşman olmak” demekti. Bir kısım eski sadrazamların ve alimlerin İngiliz Muhipleri Cemiyetini kurduğu bir ortamda bu tavır elbette takdir edilmeliydi. İngiliz siyasetine karşı kullandığı şiddetli dilin sebebi sorulduğunda verdiği cevap yine derin bir öfkenin izlerini taşıyordu.

“Sebep bir değil, bindir. Bana en ziyade şedid görünen mânen ahlâkımıza vurduğu darbedir. Edirne camiinde bir İslâm hocasının lisaniyle Venizelos gibi şeytan-ı zalime dua ettirdi. Merkez-i Hilâfette Müslümanlar lisaniyle hizbüşşeytan olan Yunan askerlerini kurtarıcı ilân ve karşısındaki güruh-u mücahidini cânî, zalim söylettirdi.” (2)

Halifenin emirlerine itaat etmek farzdır şeklinde ileri sürülen fikirler için verdiği cevap bu sorunu dönemi için sona erdirecek özellikteydi. “Alem-i İslamı Anadolu için, Anadolu’yu İstanbul için, İstanbul’u da saltanat için feda etmek gibi bir ihaneti, değil Vahdeddin gibi dindar bir zat, belki halife unvanını taşıyan en facir bir adam da isteyerek yapmaz, demek, Vahdeddin tehdit altındadır. O halde ona itaat etmek, itaat etmemekle sağlanır.” (3)

İslam hukukunun temel kurallarına uygun olan bu tavrını Meşihat Dairesi’nin, yine İngiliz baskısı ile yayınladığı Millî Mücadele aleyhindeki fetva karşısında da sürdürdü. Verilen hüküm genel bir fetva değil, tarafları belli olan bir karardı. (Kaza) Kararın geçerli olması için her iki tarafın dinlenmesi gerekirdi. Ankara dinlenmediğine göre bu hükmün dinî bir özelliği ve geçerliliği yoktu. (4)

Özetle Darulhikmet’il İslamiye’nin en şöhretli şahsiyeti olan Bediüzzaman’ın İslam’ın en kavi düşmanı olan İngiliz siyasetinin elinde oyuncak olan Saray’ın ve Meşihat Dairesi’nin kararlarına uymanın İslamiyet’e ihanet olacağını dile getiren görüşleri, İstanbul halkı ve ilmî çevrelerinde Milli Mücadele lehinde bir fikir uyandırmıştı.
İstanbul’daki her türlü gelişmeyi yakından takip eden Ankara ve Mustafa Kemal elbette Bediüzzaman’ın çalışmalarından haberdardı. Kendisi Büyük Millet Meclisi’nde bulunan arkadaşları ve bizzat Mustafa Kemal tarafından Ankara’ya çağrıldı. Davet edenler arasında Mareşal Fevzi Çakmak, Van Valisi Mebus Tahsin Bey gibi önemli isimler de vardı. (5)

Bu davet keyfiyetini Millî Müdafaa İmamı ve Alay Müftülerinden Osman Nuri Efendi ve diğer bazı dostları ile istişare eden Bediüzzaman önce talebelerinden Tevfik Demiroğlu, Molla Süleyman ve Binbaşı Bitlisli Refik Bey’i yollamış, daha sonra kendisi de gelmişti. (6)

Davetin resmi bir şekilde yapıldığı 9 Kasım 1922 tarihinde Büyük Millet Meclisi’nde yapılan hoşâmedi “Hoşgeldin merasimi”nden anlaşılmaktadır.  Bitlis Milletvekillerinin verdiği önerge özetle “Bediüzzaman Molla Said Efendi Hazretlerine hoşâmedi edilmesini teklif eyleriz” şeklindeydi. (7)
Ayrıca tören sırasında mecliste bulunan Siverek Mebusu Abdülgani Ensari ve Van Mebusu Tevfik Demiroğlu, Said Nursî'nin kürsüye gelerek Anadolu gazilerini tebrik ettiğini, zafer için dua ettiğini hatıralarında anlatmışlardı. (8)

İSLÂM ÂLEMİNİN KAHRAMANI PAŞA HAZRETLERİ’NE!

Bediüzzaman’ın bu tutumunda elbette Ankara’nın dillendirdiği söylemin etkisi vardı.  O günlerde bir İstanbul gazetesinin manşet haberi şöyleydi:

ileri_gazetesi.jpg“Büyük Millet Meclisi’nde Mustafa Kemal Paşa’nın irad ettiği muhteşem nutkun Anadolu Ajansı tarafından tebliği edilen metn-i aslisi
Büyük millet meclisi reisi memleketin irfan ihtiyacını şerh ederken diyor ki:
Maarif hakkında takip olunacak umdemiz şu olmalıdır. Evvela memleketin sahibi olan köylüyü, cehaletten kurtarmak ve ona hiç olmazsa okumak yazmak, vatanın tarihi ile coğrafyasını öğrenmek, bununla beraber deha-i millimizin inkişafını temin maksadıyla ilim ve irfanda tarikat-ı âliyyeye yükselmiş mütehassıslar yetiştirmek lazımdır.
Büyük millet Meclisi reisi vatanımızın payitahtı olan İstanbul’a karşı alakamızı, tavsif ederken diyor ki: İstanbul Cenab-ı Peygamberimizin bizzat alaka gösterdiği ve dehay-ı millimizin ibda etiği bütün asar-ı medeniyetimizi havi, bir şehrimiz olduğundan her dürlü halelden masun bulundurulması, Misak-i Millimizin 4. maddesinde tespit edildiği gibi aksay-ı amalimizdir. Şehir ahalisinin gösterdiği gayret ayrıca şayan şükrandır. (İleri nr. 1468)”

Yukarıda çizilen portreye uygun olarak Bediüzzaman M. Kemal’e yazdığı mektuba “İslâm âleminin kahramanı Paşa Hazretleri’ne! Ey şanlı Gazi! Yüce şahsiyetiniz hem başarılı ordunun hem de yüce Meclis’in manevi kişiliğini temsil ediyor” (9)  cümleleriyle başlamıştı.

haberturk.jpgNe varki Paşa, zaferden sonra bu ifadelerini tamamen değiştirmişti.  Sünnet-i Ahmediye’nin bütün kuralları tasfiye edilmiş, Kur’an eğitimi yasaklanıp ezan sesi susturulmuştu.

Öte yandan köylüyü cehaletten kurtarmak zordu! En iyi çözüm onları Taksim meydanı ve çevre caddelerine sokmamaktı. Öyle yaptılar ve köylüler 50’li yıllara kadar bu meydanlara sokulmadılar.

Bunun üzerine İmam Bediüzzaman mektubunun başından bu ifadeleri çıkardı.

DİPNOTLAR:
1-Eşref Edip, Risale-i Nur Müellifi Bediüzzaman’ın Tarihçe-i Hayatı,  3. b. s. 42
2-Bediüzzaman Sadi Nursi, Sünühat, Tulüat,  İşaret, s.15-16.
3-Bediüzzaman, Risale-i Nur Külliyatı, Yeni Nesil yay, s. 2057
4-Bediüzzaman, Sünühat, Tulüat,  İşaret, s. 81
5-Mehmet Süleyman Teymuroğlu. "Muhterem Said Nursî'nin Doldurduğu Boşluk", Hilâl Dergisi, s. 13, Şubat 1969
6-Şahiner Necmeddin, Son Şahitler, c. I, s. 222-226
7-TBBM, Zabıt Ceridesi, c, 24, s. 457, 9 Teşrin i Sani 1338/ 22 Kasım 1922
8-Şahiner, Son Şahitler, c. I, s. 255
9-"İslam âlemi kahramanı Paşa Hazretleri" 23 Kasım 1922 Meclis Riyaseti 5/3218 Evraka 2/12/338 Hıfz; Habertürk Gazetesi, 3 Ocak 2011

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
4 Yorum