Ramazan BALCI
İmam Bediüzzaman ve Siyasi Partiler-III
HÜRRİYET VE İ’TİLAF PARTİSİ KARŞISINDA BEDİÜZZAMAN
Geçen yazıda özetlendiği şekliyle (14 Ocak 1919’da) yeniden kurulan Hürriyet ve İtilaf Partisi’nin mütarekeden sonra görev alan Ferid Paşa kabinelerine destek verdiği bilinmektedir. Bu parti kurulduğu sırada Üstad, İstanbul’da Darulhikmet’te üyedir. Eski Said’den yeni Said’e geçiş günlerini yaşamakta, çok yoğun ruhî ve kalbî vecdler, heyecanlar içinde resmi görevini aksatmakta ve uzun süreli izinler almaktadır.
Bu durumda bir insanın hiçbir ağırlığı bulunmayan İstanbul siyasetinin peşinde koştuğunu ima etmek bile hakikatı inciten bir nazardır.
Konuya Hürriyet ve İtilaf Partisi’nin takip ettiği siyaset açısından bakılacak olursa aynı şekilde bu parti ile Üstad arasında bir bağ kurmanın imkansız olduğu ortaya çıkar.
Bilindiği gibi İ’tilafçı çevre İngiliz himayesine olumlu yaklaşmaktadır. Oysa Üstad aynı dönemde Hutuvat-ı Sitte gibi İngiliz siyasetini zir ü zeber eden dehşetli ve bir o kadar tehlikeli bir risaleyi bu günlerde yayınlar. Bu konuların ayrıntısına girmek konuyu uzatır ancak ana başlıklara değinmek zarureti vardır.
Milli Mücadele aleyhindeki fetvayı usul-i fıkıh açısından geçersiz ilan etmesi, Vahdettin’in mükreh olduğu ve bu durumda verdiği emirlerin geçersiz sayılması gerektiği, İstanbul siyasetinin İspanyol nezlesine benzediği, İstanbul’un kirli siyasetinde her şeyin zıddına inkılap ettiği (Cihadın isyan sayıldığı) gibi bir çok konuda bu partinin yakın desteğine sahip hükümet çevrelerinin aleyhinde bir tavır sergilemiş, işin sonunda Ankara’ya gelerek kendine mahsus duruşunu sürdürmüştür.
Bu dönem için Üstadın Hürriyet ve İ’tilaf Partisini desteklediğini ileri sürmek ancak bir yakıştırmadan ibaret sayılmalıdır.
CUMHURİYET DÖNEMİNDE SİYASİ PARTİLER
Üstad tek partinin şefleri ve uyguladıkları inkarcı rejime karşı müspet hareket düsturunu geliştirmiş ve başarılı bir mücadele yürütmüştür.
Çok partili siyasî hayata geçtikten sonra bu konuda kendi talebelerine oldukça net, hiçbir kafa karışıklığına meydan vermeyecek ölçüler bırakmıştır.
Batı kaynaklı siyasî sistemlerin genel karakterleri itibarıyla insan iradesini (daha doğru bir ifade ile insan nefsini) amir kanun koyucu olarak kabul etmeleri yüzünden temelde ilahî emirlerin icrasını esas alan İslam siyaseti açısından şer niteliklidirler.
Böyle olmakla birlikte dini bütünüyle reddeden materyalist felsefenin uygulamaları ile dini özel hayatın ya da kültürel hayatın bir gereği olarak gören kapitalist anlayış arasında bir tercih yapmak zorunda kalan ehl-i iman, elbette şerri daha az olan ikinci akımı -kerhen de olsa- destekleme ihtiyacı duyacaktır. Ehven-i şer kavramının bende çağrıştırdığı düşünce budur.
Üstad Kur’an hukukunun sağladı evrensel ölçüler içinde hürriyetçidir. Ve hürriyeti Allah’ın insanlara en büyük bir lütfu olarak görür. Ümmet-i Muhammediye dalalet üzerinde birleşmeyecektir. Şeriat sahibi (sevad-ı a’zam) yanında yer almayı öğütlemiştir. Bu milletin ekserisini temsil eden ahrar ismine layık ekseriyetin desteğini alan siyasi parti, seçim sırasında Kur’an hizmetlerinin geleceği adına ehven-i şer olarak desteklenecektir.
Genel bir değerlendirme ile tekrar etmek gerekirse Üstad kendisi bizzat bir hayat nizamının ve külli bir davanın reisi ve imamıdır. Onu bir siyasi partiye mensup göstermek, Üstadı anlamamak demektir. O kendi aslî vazifesine uygun olarak –şu hizbin ya da bu hizbin yanında değil- bizzat Hakk’ın hizmetindedir.
Üstadın tarihî seyri içerisinde Kur’an ahlakının bir ifadesi ya da bu ahlakın sağladığı hürriyet anlayışının bir ifadesi olarak kullandığı ahrar kelimesinden hareketle Üstadın Ahrar Fırkasını desteklediğini ileri sürmek tarihi realiteye uygun değildir. (Birinci yazıda işaret edildiği gibi o fırkanın kurulduğu sırada Üstad, İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti’ne katılmış ve etkin bir şekilde çalışmıştır.) Bu yakıştırma bilgiden hareketle Üstad’ın muhalefette kalmış küçük bir hizbi desteklediğini ileri sürerek aynı şekilde muhalif küçük bir hizbi -sadece adında demokrat ibaresi var diye- Risale-i Nur adına desteklemek bir çarpıtma örneğidir.
Bir şahıs Nur Talebesi de olsa kendi adına siyasî bir teşekkülde hizmet yolları –ya da dünyalık- araması sıradan bir olaydır. Ne var ki bu durumdaki insanların zamanla yeni mesleklerine ya da siyasetin cazibesi ile parlayan parti liderlerine aşık olmaları tehlikesi vardır. Hadisatın tesiri ile sevad-ı azam başka bir kanalda toplandığında, yeni duruma intibak bu gayr-i meşru sevgi yüzünden gecikmektedir. Bu durumda “muhabbet-i gayr-i meşruanın cezası merhametsiz azap çekmektir” düsturu kendini gösterir.
(Beyanat ve Tenvirler isimli derlemede Üstad’ın Ahrar Fırkasını desteklediği ifadeleri yanlıştır. Bu ve benzeri ifadeler zaman zaman dile getirdiğimiz Risale-i Nurların tenkildi basımına olan ihtiyacı artırmaktadır.)
KISA BİR CEVAP
Bu yazıyı yazmama sebep olan bir okuyucunun sorusuna kısa bir cevap ile konuyu bitirelim:
Üstadın bu memlekette dört parti var diye başlayan meşhur mektubundaki İttihad-ı İslam Partisi o tarihte bu isimle aynen kurulmuş değildir. Yalnız Cevat Rıfat Atılhan tarafından 1951 yılında kurulan İslam Demokrat Parti vardır. Bu zatın ve emsalinin destek için Üstad ile görüştüğüne dair –yanlış hatırlamıyorsam- Necmettin Şahiner’in Son Şahitler isimli eserlerinde bazı anekdotlar var.
Üstad, bu düşünceye ya da kendisine yapılan diğer bazı müracaatlara cevap vermek için bu değerlendirmeyi yapmış olmalıdır.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.