Habibi Nacar YILMAZ

Habibi Nacar YILMAZ

İmam Hatipler ve Namazın İçini Doldurmak

Trabzon'un eğitim camiasının çok değerli bir emektârı, "İmam Hatip Okullarında Namaz Seferberliği" adıyla başlatılan bir kampanya programını paylaşmıştı. Bunu okuyunca, içimden hemen "Niçin sadece imam hatip liseleri de diğerleri değil" cümlesi geçti. Evet, gerçekten neden sadece imam hatip liseleri?

Ben de bu paylaşımın altına, daha geçenlerde bir imam hatip lisesinde yaşanan diyaloğu yazarak, namaz meselesindeki 'ana eksiği' hatırlatmak istedim. Öğrenci, öğretmene "Hocam, Allah'ın bizim ibadetimize ne ihtiyacı var ki bizim ibadet etmemizi istiyor?" diye soruyor. Cevap biraz yalın ve kısa kalınca, diğer bir öğrenci bunu velisine soruyor. Bu sefer de işin sonu bize kadar geldi. Bunun üzerine hem veli hem de üniversite hocası olan duyarlı arkadaşımız "Hocam, her şeyi bırakalım da gençlerin bu tip suallerine cevap için neler yapabilirizi düşünelim" diye teklifte bulundu. Bende İdris Görmez Beyin "Kendini Arayan Genç" kitabı vardı. Zamanında bizim çocuklara okuttuğumuz ve böyle soruların cevaplarının güzelce verildiği bu kitabı, yeniden bastırarak okullara dağıtılabileceğimizi düşündüm. Kitabı da alıp Trabzon Milli Eğitim Müdürüne götürdük. Sağ olsunlar, bizi kabul ettiler. Kitaptan da bahsettik. Hem müracaatımızı hem de kitabı inceleyeceklerini ifade ettiler. Sonucu bekliyoruz.

Bu, namaz kampanyasının duyurulduğu ilânın altında yazdığım yazıda, namaz meselesinin "ana eksiği" olarak belirttiğimiz husus neydi? Evvela, şunu belirtelim ki günün menfi hücumlarına maruz kalmak bakımından, imam hatip öğrencilerinin diğer lise öğrencilerinden bir farkı yok. Onlar da aynı toplumda yaşıyor, aynı televizyon programlarını izliyor, aynı öğretmenlerden ders dinliyorlar. Farkları, okullarında bazı derslere biraz fazla yer verilmesi. Özellikle meslekî derslerde itikadî mevzular, geniş, muknî ve fennî mevzularla yoğrularak anlatılmayınca, belki de daha fazla ikilem yaşayacaklar.

Mesela, tefsir dersinde Âdem Aleyhisselam'ın ilk insan olduğunu, her türün müstakil bir baba ve anneden çoğaldığını öğrenen biri, bir başka dersten veya öğretmenden, milyonlarca türün bir yosun, balık ya da başka bir organizmadan dönüşerek geldiğini duysa, ne yapar? Bocalar. Görünen ve söylenen de öyle maalesef?

İslâm âleminin, hususen Osmanlının son dönemlerinde, fen ve teknolojiden uzak kalması, bu konudaki üstünlüğün Batı'ya geçmesi sonucu, yerli ve yabancı bazı şebekelerin "Din, fen ile çatışıyor" gibi yersiz bazı hücumunu karşılamak, bu iddialarını çürütmek için Üstad Bediüzzaman, adına "Medreset-üz Zehra" dediği fen ve din ilimlerin beraber okutulacağı üniversiteler projesini devrin idarecilerine teklif ediyor. Aslında bu teklifin ana omurgasını, yerel bir takım endişelerin izalesinin yanında, öğrencinin nazarını "sanattan sanatkâra" çevirmek, fen bilimlerinin izah ettiği kâinatla alakalı malumatlara, Kur'anî bir bakış açısı kazandırmak fikri oluşturuyordu. Bugün için de geçerli bu teklif, hayata geçmedikten sonra eğitimde, özellikle imam hatiplerde beklenen netice zor alınır.

Biz bu önemli notlardan sonra, tekrar namazdaki "ana eksiğe" dönersek, paylaşım yapan değerli hocama da hem yazdım hem de görüştüğümüz zeminlerde şifahen de söylüyorum. "Namazın nasıl kılındığı" anlatılır da "niçin kılındığı" anlatılmazsa, yani namazın aslında ne olduğu, niçin her gün, her gün kılınması gerektiği, bu önemli ibadete Allah'ın değil, bizim ihtiyacımızın olduğu, özellikle gençlere kavratılmazsa, sağlıklı sonuç alamayız. Yani namazın içinin doldurulması gerekir. Biz hep şekilde kaldık. Namazın ekmek ve su kadar önemli bir gıda, hava kadar da hayatî bir eylem olarak kavratamayınca, insan onu sadece yerine getirilmesi gereken bir yük olarak görüyor. Sahibi olduğu iman, o yükü kaldıramayınca da namaz insanda bir ihtiyaca dönüşmüyor. Bir sevda haline gelmiyor. İnsan, namazdan tatlı bir heyecan alamaz hale geliyor. O zaman da namazı, dinî bir görev, dışarıdan dayatılan bir mecburiyet olarak algılıyorsun.

Hâlbuki namaz, insanın kendi farkındalığının sonucu, içten gelen, kalpten doğan bir gönüllü doğrulmanın adıdır. Namaz insanın yaratılmasına, şuurlu bir mukabelesidir. Akleden insan olmanın icabıdır. Şimdi daha sokaktan alıp sınıfa attığımız bir gence, bu mânayı kavratmadıktan sonra; nasıl ve ne şekilde dayatırsan dayat, hangi sureyi, meali ezberletirsen ezberlet, ona namazı dâimi kıldıramazsınız. Çünkü o daha namazı kaldırılacak bir iman birikimini elde edememiştir. Bu birikimi elde edemeyen, salih amel işleyemez ki. Eylemden iman üretilmez, imandan eylem üretilir.

Yani önce hastalık teşhis edilmeli, işin derinliğine inilmeli. Namazı emreden ayetlerde, "Namaz kılın" denmiyor. "Allah'ı tesbih edin, Allah'a hamd edin" deniliyor. Namaz, kâmil bir mânada tesbih ve hamdin mücessem hâlidir. Bütün kâinatın unsurları, zerreden güneşlere kadar nihayetsiz bir dikkatle Allah'ı tesbih ve övgü ile görevini aksatmadan yaparken, insanın bu küllî itaat ve tesbihe isyan ve nankörlükle ters düşmesi, kâinat ile inatlaşması düşünülebilir mi? Ki insandan, bu tesbihe her an değil; her anı da belki içine alan yirmi dörtte bir zaman dilimini ayırması isteniyor.

Ağacın gür şekilde meyve vermesi, köklerinin sağlamlığına, topraktan minareli bolca almasına bağlıdır. İnsanın da namaz meyvesi vermesi, kendini günahlar tuzaklarına kaptırmaması ve iman kökünün sağlamlığına bakar. Namazın insanın Rabbine ulaşması "O'na ben senden başka bir otorite, Senden başka tesbihe layık birini görmüyorum; ne varsa, Sende var" demesi, bir nevi Rabbi ile konuşması olduğu düşünülürse, bu eylemden önce insanın Rabbinin nimetlerini, emirlerini tanıması, bunu bir alışkanlık ve taklitten çıkarıp hâl haline getirmesi gerekmez mi? Bu olmayınca, hiçbir zorlama insanı dâimi olarak secdeye götüremez. Âcizliğini ve fakr hâlini görmeyen, bilmeyen insan, hangi kudret karşısında secdeye varır ki?

Evet dostlar, namaz bir teşekkür telaşı ve hayranlık ifadesi ve bir memnuniyet ifadesi olarak bilinmeli, görülmeli. Bu teşekkür ve hayranlığı ifade, memnuniyeti izhar, aslında insanda bir heyecana vesile olmalı değil midir? Her namaz vakti, bunları göstermenin bir telaş zamanı, bir heyecan anı değilse, kendimizi iyi bir kontrolden, akıl ve ruhumuzu bakımından geçirmeliyiz herhalde.

Selam ve dua ile.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum