Alaaddin BAŞAR
İman ile hayatı hayatlandırmak
“Hayatın lezzetini ve zevkini isterseniz hayatınızı imân ile hayatlandırınız ve ferâizle zînetlendiriniz ve günahlardan çekinmekle muhâfaza ediniz.” Sözler
Bu dünya gölgeler âlemi; ahiret asıl…
Bu dünya fanilik beldesi; ahiret baki…
Bu dünya bir imtihan meydanı ve ahiret tarlası; sonuçlar ötede alınacak, mahsuller orada derlenecek.
Dünyanın mahiyetini böyle bildiğimizde, ondan bekleyeceğimiz lezzet ve zevk de “gölge zevk”, “fani lezzet”, “imtihan meydanında yahut tarlada tattığımız sade nimetler gibi ” olur.
Gerçek zevk, ebedî olandır.
“Ahiret daha hayırlı ve bâkîdir.” (A’lâ Sûresi, 17)
İman hayata hayat olursa, yani bu hayat imanla nurlanır ve canlanırsa, kalbimizin ve ruhumuzun alacakları zevk ve lezzetler de ayrı bir keyfiyet kazanır.
Bediüzzaman Hazretleri, namazı “bu fani misafirhanede bakiyane bir sohbet” olarak görüyor. Bu bakış açısıyla nazar ettiğimizde, bu dünyada da asıllar âleminin zevklerinden bir nebze olsun tadabileceğimiz anlaşılır.
Bunun ilk adımı ve temel şartı imandır. İnsan kalbi, iman ile bütün âlemlerin Rabbine teveccüh eder. Allah’ın kulu olmanın, O’nun eseri, O’nun sanatı ve bu dünyada O’nun misafiri olmanın zevki fani lezzetlerle kıyaslanmaz.
Bu zevk, gölge değildir, asıldır. Zira, bu zevk, günün birinde kaybolup gidecek olan bedenimize ait bir haz değil, baki olan ruhumuza mal olmuş ve onunla birlikte kabirde de, ahirette de devam edecek bir ulvî lezzettir.
Üstad Hazretleri kalbin “ayine-i Samed” olduğunu ifade eder. Samed, “her şey O’na muhtaç O ise hiçbir şeye muhtaç değil.” demektir.
Bir çiçek de Allah’a muhtaçtır, bir böcek de. İnsan bedeni de bir yönüyle bunlara benzer; o da bütün bir kâinata muhtaçtır. Ama insan kalbi, Samed isminin en büyük, en derin ve en geniş aynasıdır. Zira o, kâinat ve içindekilerle değil, onların yaratıcısına iman ile ve O’nu anmakla tatmin olabilmektedir.
“Haberiniz olsun ki, Kalpler ancak Allah’ı zikirle tatmin olur” (Ra’d Sûresi, 41) ayet-i kerimesi bu gerçeğin en güzel ifadesidir.
Öyleyse gerçek zevk, Allah’a imanla, O’nu anmakla insan kalbinde hasıl olan manevi haz ve ulvî lezzettir.
Allah Bâki’dir, insanın kalbini ve ruhunu da ebedî kılmıştır. İşte imanın verdiği zevk, bu bâki ruhun Bâki olan Allah’a iman ile, O’nun marifetinde yol almakla, O’na yaklaştırıcı ameller işlemekle kazandığı zevklerdir.
Bu zevklerin çok önemli bir kısmı, On Birinci Sözde güzelce ortaya konulur. “Senin hayatının gayelerinin icmali dokuz emirdir.” diye başlayan hakikat derslerini, bu yönüyle, başlıklar halinde hatırlayalım:
Duygularımızla İlahi rahmet hazinelerindeki nimetleri tartıp külli şükretmenin zevki…
Manevi cihazlarımızı kullanarak Esma-i İlahiyenin tecellilerini seyretmenin zevki…
Ahsen-i takvimde en güzel ve mükemmel bir mahluk olarak kendimizi diğer mahlukların müşahedesine sunmanın zevki…
Âlemlerin Rabbi olan Allah’a ubudiyet görevimizi yerine getirmenin zevki…
Esma tecellileriyle süslenmiş ve mükemmelleşmiş bir mahluk olarak, özelikle namaz vakitlerinde, kendimizi Rabbimizin müşahedesine arz etmemizin zevki..
Mahlukatın ibadetlerini, tespihlerini tefekkür etmenin zevki…
Cüzi sıfatlarımızı vahid-i kıyası ittihaz ederek, Allah’ın külli sıfatlarını bilmenin zevki…
Âlemdeki varlıkların Allah’ın birliğine olan delaletlerini okumanın ve anlamanın zevki…
Aczimizi, fakrımızı ve noksanlığımızı iyi değerlendirerek Rabbimizin kudretini, kuvvetini, rahmetini tefekkür etmenin zevki…
Bunların her biri, imanın insan kalbine tattırdığı çok büyük manevi lezzetlerdir.
İman zevkinin inkişaf etmesi ve korunması için iki önemli esas vardır: Salih amel ve takva.
Dünya işlerinde başarılı olmanın da yolu bu esaslara uymaktan geçer. Yani, insan önce bir meseleyi gaye edinecek, sonra o gayesinin tahakkuku için olanca gücüyle çalışacak, o hedefe ulaşmayı engelleyen yanlışlıklardan da bütün hassasiyetiyle sakınacaktır.
Salih amelin ölçüsü, Allah Resulünün (asm) işlediği bütün güzel amelleri yapmaya çalışmak; takvanın ölçüsü ise bütün kötülüklerden sakınmaktır.
İşte, “hayatınızı imân ile hayatlandırınız ve ferâizle zînetlendiriniz ve günahlardan çekinmekle muhâfaza ediniz” cümlesinde bu esaslar birlikte ders verilmiştir.
Bir hayat, iman ile kemale erer ve canlılık kazanırsa, onu hemen ibadet takip eder; farzları işlemekle onu süslemek, daha da güzelleştirmek görevi başlar.
Kazanılan bu nimetin kaybedilmemesi, bu süslerin bozulmaması, çirkinliğe dönüşmemesi için de günahlardan çekinmeye ihtiyaç vardır.
Üstadın bu ifadesinde şöyle bir işaret de olabilir:
“Nasıl, cansız bir cisim, hiçbir iş göremezse, iman ile gerçek manada canlılık kazanmayan bir hayat da manen ölü gibidir; ondan ne farzların işlenmesi beklenebilir, ne de günahlardan sakınılması.”
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.