Misafir Kalem
İnançsızlığın yeni sığınağı, uzaylı gen mühendisleri
Maddeci ve tesadüfçü bilim adamları inançsızlıklarından beslenen felsefi inançlarını ispat edebilmek için yüz yıllardan beri bir çıkış yolu aramaktalar.
Onlar kendi inançsızlıklarını destekleyen görüşlerini ispat için, tesadüf, şans, mutasyon, sebepler, tabiat gibi şuursuz, cansız, kör ve sağır süreçleri, oluşları delil olarak kullanmaktan hiçbir zaman çekinmediler.
Ancak her nedense, tesadüfçü görüşlerini ispat etme şerefini Prof. Dr. Şans Tesadüf Esbab efendiye bırakmamışlar, kendi şuurları ve akıllarıyla bu işin üstesinden gelmeye çalışmışlardır.
Mesela bir kalemi masanın üstüne fırlatıp, şuursuz tesadüfün kendi teorileri hakkında şuurlu bir kitap yazmasını beklememişler, kendi akıllarını ve iradelerini kullanarak bilimi, mantığı çarpıtan kitaplar yazmışlardır.
Çünkü onlar, herkesçe bilinen bir gerçeği, yani tesadüfün, şansın herhangi şuurlu bir eylemde bulunmayacağı hakikatini çok iyi bilmekteydiler.
Fakat bu gerçeğin rağmına, Şuursuz, Cansız, Kudretsiz, Kör, Sağır Tesadüf İlahı’nın kâinattaki tüm düzenli ve mükemmel varlıkların yapıcısı olduğunu iddia etmeye devam ettiler.
Bilimsel araştırmalar sonucunda genlerdeki muhteşem bilginin farkına vardıklarında, yeni biyolojik ilahlarını da bulmuşlardı.
İnsanların ve diğer canlıların vücud saraylarını bu akıllı genler yani onların planlarını içeren bu “fihristler” oluşturmuş olabilir dediler. Böylece Allah’ın ilmini bu gen parçacıklarına verdiler.
Daha sonra bu genlerin de iç ve dış müdahelelerin etkisine maruz kaldığını yani “şuurluca oluşturulmakta” olduğunu fark ettiklerinde, tesadüf gibi şuursuz süreçlerin, bu bilgi ve şuur kitapçıklarını oluşturamayacağını da itiraf etmek zorunda kaldılar.
Halbuki bütün kâinat bir fabrikaydı ve hücreler de bu fabrikanın şuurla, hikmetle, planlanarak, görülerek, duyularak üretilmiş ürünleriydi.
Başlangıçtan bu ana kadar, bu “Kâf Nun (Kün) Fabrikası” yaşamı ve şuuru destekleyen bütün süreçleri doğurmak için çalışır gibiydi.
Mesela, Büyük Patlama denen o ilk an öyle olmasaydı, o zaman bütün o parçacıklar, atomlar ve elementler, yaşamı ve şuuru destekleyecek şekilde oluşamazlardı.
Kâinatın bu ihtişamlı büyüklüğü de, tesadüfün bir gerekçesi olamazdı elbette. Eğer böyle olmuş olsaydı, iğne, vida, boncuk gibi küçük ürünleri üreten bütün o devasa boyutlu fabrikalar da tesadüfen oluşmaya işaret etmeliydi.
Mesela, 1 mm boyundaki bir vida ya da küçücük bir civatayı düzgün ve mükemmel bir şekilde üretebilmek için en az 50 bin metre kare alan üzerine 15 bin metre karelik bir fabrika kurulması gerekir.
Kainat fabrikasının bu mevcut büyüklüğü de, dünya ürününün hayat, şuur gibi esaslarının oluşturulması için gerekli bir büyüklüktür.
Nasıl bir civata fabrikasının devasa büyüklüğü, bütün parçalarıyla birlikte küçücük bir civata ürünü için gerekliyse, kâinat da hayatın, şuurun oluşması için bütün parçalarıyla birlikte bir fabrika kadar gereklidir.
Mesela kâinat fabrikasının yıldız makinelerinde, helyum ve berilyum atomlarının muhteşem oluşum süreçleri neticesinde; hayatın yapı taşı olan “karbon” elementi üretilmektedir.
Hayata destek veren diğer bütün hafif ve ağır elementler de, Büyük Patlamayla üretime başlayan bu kâinat fabrikasının tezgahlarında; şuurlu, planlı süreçler sonucunda üretilmişlerdir.
Çünkü bu fabrikanın sahibi hayatı ve şuuru netice verecek bütün o süreçleri planlamış, fabrikasının makine, bilgisayar ayarlarını da ona göre yapmış ve her an işleri üzerinde tasarruf ederek yapmaktadır.
Tesadüfün yaratıcılığına inanan Dawkins gibi evrimciler bile genlerin tesadüfen oluşmayacağını itiraf etmek zorunda kalmışlardır artık.
Fakat onlar, bütün bu kâinat fabrikasının şuurlu sahibinin apaçık varlığını kabul etmektense, Uzaylılar gibi şuurlu ve hayali mühendisleri icad etmekte oldukça mahirdirler.
Dawkins’e göre dünyadaki yaşam, akıllı bir tasarımın ürünüdür ama her nedense bu tasarımcı Allah değil, uzayda herhangi bir gezegende tesadüfen evrimleşmiş akıllı bir uzaylıdır!
Apaçık olan Allah’ın varlığını kabul etmemek için, daldıkları bu imkansızlık sokağı, açıktır ki evrimciler için karanlık ve çıkmaz bir sokaktır.
Çünkü o uzaylı dedikleri, ya genlerden oluşan biyolojik bir canlıdır ya da melekler gibi ruhani bir varlıktır.
Evrimci mantık, o uzaylı canlının da tesadüfen gelişen evrimler ve doğal seçilimler yoluyla oluştuğunu iddia etmek zorunda kalacaktı.
Bu durumda dünyadaki hayatın ve şuurun oluşumunu çözemeyen felsefesiyle, dünyadaki hayatı oluşturduğunu iddia ettiği Uzaylı Mühendisi oluşturan evrim süreçlerinin çıkmaz sokağına saplanacaktı.
Kendi evriminin çıkmazından kurtulmak için Uzaylı Mühendisler gibi “akıllı müdaheleleri” kabul etmek zorunda kaldığı gibi, o Uzaylı Mühendisi oluşturan “akıllı başka uzaylı mühendisleri” de kabul etmek zorunda kalacaktı.
Çünkü o şuurlu uzaylı mühendis, genlerden oluşan biyolojik bir canlıysa, bu durumda o canlının da kendi genlerini tasarlayacak bilinçli bir tasarımcıya ihtiyaç olacağı açıktır.
Böylece sonsuza kadar devam edecek bir kısır döngünün içine girilecek, birbirlerinin genlerini tasarlayan uzaylı mühendis silsileleri bitmek bilmeyecekti.
Elbette bu kısır döngüden kurtulmak için bir yerde durulması gerektiği kesindir. Eğer bu teselsül, evrimcinin mantığı gereği sonsuza kadar devam ederse, o halde bir tek hücrenin oluşması için sonsuz sayıda uzaylı ilahları kabul etmek gerekecekti.
Eğer dünyadaki hayatı tasarladığı iddia edilen uzaylı genlerden oluşan bir canlı değil de melek gibi ruhani varlık olsaydı böyle bir durumda da dinlerin, meleklerin ve ruhanilerin varlığına inançlarının doğruluğu ispatlanmış olurdu.
Demek ki, sonsuz, ilim sahibi, hikmetli, kudretli, şuurlu, merhametli bir tek Allah’ın varlığını kabul etmeyen, sonsuza kadar devam eden uzaylı tasarımcıların varlıklarını kabul etmek zorunda kalacaktı ki, bu inanç gülünecek bir hurafeden başka bir şey değildir.
Yine bir tek hücredeki hayatın oluşması için seferber olmuş bütün kâinat fabrikasını yok sayıp, o fabrikanın başka bir ürünü olan bir uzaylının dünyadaki çeşit çeşit yaşam türlerini, onların hücrelerini ve genlerini tasarlayarak yarattığını iddia etmek imkansızdır.
Çünkü şu muazzam güneşi yaratamayan, gözdeki hücreleri de yaratamaz; yıldızları yaratamayan hücre içindeki ribozomları da halk edemez.
Kâinat fabrikasında karbon, azot, helyum, hidrojen, oksijen, kalsiyum, demir gibi elementleri üreten kimse, bu elementleri en uygun terkiplerle birleştirip yaşamın devam etmesini sağlayan da O’dur.
Kaldı ki hücreler ve genler, her an değişmekte, başkalaşmakta yani farklı farklı görevlerde kullanılmak için sürekli yaratılmaktadırlar.
Her bir hücrenin vücudun bütün diğer parçalarıyla da ilişkileri vardır ve o hücreler sanki diğer bütün unsurların şuurundaymış gibi birbirlerini engellemeden, hatta birbirlerine destek vererek o vücudun varlığını devam ettirmektedirler.
Bu akılsız, şuursuz, kör, sağır hücrelerin vücud içindeki ilişkilerini her an düzenleyecek, gören, duyan, bilen, şuurlu bir idare edici, sadece başlangıçta değil her an gereklidir.
Üstelik o hücrenin ışınlardan elementlere, kâinatın en uzak yerlerine dağılmış ve varlığını sürdürmesi için her an temin edilmesi gereken ihtiyaçlarını, sınırlı bir gezegenin sınırlarına hapsolmuş sınırlı bir uzaylı mühendis, asla temin edemez.
O tek minik hücrenin yaratılması için bütün kâinatın, bütün unsurları gereklidir ve bu kâinat fabrikasının her tarafında aynı anda hükmedebilen Sonsuz Bir Hâkim olmayan o hücrenin de sahibi olamaz.
Sonsuz Yaratıcı insanları kendi yarattığı varlıklar üzerinde tasarruf edebilecek yeteneklerde ve şuurda yaratmıştır.
Mesala insan, ağaçları ısınmak için keser, sebzeleri yemek için pişirir, çiçeklerden mis kokulu parfümler yapar. Yani kendi yaratmadığı ama hazır bulduğu bütün bu mahluklar üzerinde tasarruf yetkisi vardır.
Onun bu tasarruf özelliği “şuur, ihtiyar ve iradesinin” bir gereğidir ve şuurluca yaratılmış bütün varlıkların Şuurlu Yaratıcısını bulması için ona verilmiştir.
“Varlıklarda tasarruf edip onları değiştirebilme” özelliği, kâinatın sınırsız âlemlerinde aynı anda hükmeden “Sonsuz Tasarruf Ediciyi” anlaması, tanıması için ona verilmiş bir ölçü birimidir aslında.
Kimi evrimciler insanın maymundan türediğini ispatlayacak “Kayıp Halka” hurafesine ulaşamayacaklarını anladıklarından, ilk insanın uzaylılar tarafından oluşturulduğunu iddia etmek zorunda kalmışlardır.
Allah’ın varlığını kabul etmemek adına düştükleri bu durum içler acısıdır. Halbuki bir hücrenin yaratıcısı kimse, insanın da yaratıcısı ancak o olabilir.
Dünyayı güneşin etrafında 365 günde döndürüp mevsimleri oluşturan kimse, o güneşi milyonlarca km ötedeki o en münasip yere kim koyduysa, hidrojenle oksijeni birleştirip suyu kim yarattıysa, atmosferi insan yaşamına uygun şekilde kim hazırladıysa, elbette insanı da yaratan aynı varlıktır.
Çünkü bütün kainat çapındaki süreçler ve varlıklar, bir vücudun organları gibi birbirlerinin varlıklarını destekler mahiyettedirler. Yani insan ve kainatı oluşturan bütün o unsurlar, aslında birbirlerinden ayrı düşünelemeyecek bir bölünmez bütünün parçalarıdırlar.
Bütün o farklı varlıklarda görülen ortak özellikler, onların TEK yapıcılarının imzası gibidir ve bu taklit edilemez BİRLİK mührünün sahibinden başka, o varlıkları böylesine ortak özelliklerde oluşturabilecek bir başka varlık yoktur.
Demek ki, bu kâinat fabrikasını, bütün parça ve süreçleriyle birlikte bir tek vücut gibi yaratıp idare edemeyen, o bir tek hücreyi ya da o bir tek insanı da yarattığını iddia edemez.
Bilim adamlarına düşen görev, Allah’ın varlığını inkar etmek adına Uzaylı Mühendisler, tesadüfler, doğal seçilimler gibi imkansız teorilere inanmak değil, kâinatın, dünyanın, hayatın ve şuurun var oluşunu anlamdıran o Sonsuz Bilici ve Kudretli Yaratıcı’nın apaçık varlığını kabul edip, huzurunda aklen, ruhen, bedenen secdeye varmaktır. (OD)
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.