İnkardan kurtulan Mustafa Sungur’un Bediüzzaman’a gönderdiği ilk mektup

İnkardan kurtulan Mustafa Sungur’un Bediüzzaman’a gönderdiği ilk mektup

1 Aralık 2012 tarihinde İstanbul’da vefat eden Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin talebelerinden Mustafa Sungur Ağabeyi rahmetle anıyoruz…

Köy Enstitüsü’nde okurken inkarcı bir fikre kapılan Mustafa Sungur, Risale-i Nur’u okuyup, ondaki hakikatlerin değerini kavradıkça Bediüzzaman’a olan sevgi ve bağlılığı her geçen gün artar.

Yaşadığı olağanüstü değişimi ve Risale-i Nur’ların kalp ve ruhunda meydana getirdiği ihtizazı, hissettiği coşkun feyiz dalgalanmalarını anlatırken şöyle der:

“1946’da 16 yaşında iken bana verilen risalelerden okumaya başlayınca bende Köy Enstitüsü’nden kalan inkâr tortularının bir bir yıkandığını hissettim. Müthiş bir değişim geçirdim. Mustafa Osman durumumu Üstad Bediüzzaman’a bir mektupla bildirdi. Ben de kendi intibalarımı yazıp verdim. Orada eski zehirli fikirlerden Risale-i Nur beni nasıl kurtardığını anlattım. Mustafa Osman mektubumu çok beğendi. Hemen Kur’an hattına çevirdi. Kendi mektubunun arkasına ilave ederek Üstad’a gönderdi. Mustafa Osman beni Üstad’a ‘Leyla’nın Mecnun’a olan aşkı gibi size ve Risale-i Nur’a âşık bir genç!’ diye takdim ediyordu.”

İŞTE MUSTAFA SUNGUR’UN BEDİÜZZAMAN HAZRETLERİNE GÖNDERDİĞİ İLK MEKTUP

Mustafa Sungur’un Bediüzzaman Said Nursi’ye yazdığı ilk mektubu, o gün 17 yaşında, kalp ve ruhu inkâr fikirleriyle sarsılmış genç bir öğretmenin feveran eden hissiyatını dile getirir. İhsan Atasoy’un “Mustafa Sungur” kitabında yer alan bu mektup, aynı zamanda Risale-i Nur’la imanlarını kurtaracak bütün bir gençlik adına Bediüzzaman’a sunulmuş bir arzuhaldir.

Gerilerde kalan iman-küfür mücadelesinin o çetin dönemine işaret etmesi bakımından tarihî bir belgedir. Ayrıca, yüksek bir ilim ve irfanı sergileyen bu mektubun, çiçeği burnunda bir genç tarafından kaleme alınmış olması oldukça dikkat çekicidir. Bu mektup, Sungur’daki ruh enginliğini ta o günlerden gösteren berrak bir aynadır.

Evet, “kişinin rütbe-i aklı eserinde görünürmüş.” Öyleyse gelin, Mustafa Sungur’un, coşkun ve taşkın fikir ve hissiyatının bir yansıması olan bu ilk mektubunun satırları arasında yakın tarihe bir seyahat edelim.

SONSUZ HAYRANLIK İFADESİ

Bismihî sübhanehu. Ve in min şey’in illa yüsebbihu bihamdihi. Esselamü aleyküm ve rahmetullahi ve berekatühü ebeden daima.

Pek mübarek ve muhterem ve müşfik Üstad’ım Efendim Hazretleri,

Evvela: El ve ayaklarınızı çok derin hürmetlerimle ebediyyen öperim. Bu biçare ve zavallı genç talebenizin şu âcizane mektubu o biçarenin Risale-i Nur’a karşı sonsuz hayranlığının çok ufak bir ifadesidir.

Bundan bir sene evvel Kastamonu Gölköy Mektebinden, bulunduğum bu Çalışlar Köyüne öğretmen olarak geldiğim zaman bütün aklım ve fikrim, her şeyim gaflet perdesi altında idi. Bütün hakaiklere aykırı olarak verilmiş, efsaneleşmiş olan şeylerin peşinde koşuyordum. Hatta bütün mektep hayatı müddetince ve köyde gece yarılarına kadar, gazete sütunlarında siyaset, efsane, roman yazılarını okuyor ve gözlerim uykusuz kalan o geceler sebebiyle ağrımaya başlıyordu.

Radyo dinlemek, çalgı çalmak, birinci ihtiyacım halinde idi. Sonra halk arasına çıkıp Süfyan ordusunun yıkıcılığını bir inkılâp halinde halka anlatmak merakında idim. Şimdi bütün ruhu canımla reddettiğim o sözlerin hemen hepsinde, “Ey dahiler dahisi, yarattığın gençlik!” vesaire gibi imansızların sözlerini söylerdim.

Şimdi bütün ömrümün nefesi kadar bu sözleri reddediyorum. Ve adeta şu andaki biçare durumumla o zamandaki divane ve sefilâne durumumu tahkir ediyorum.

Beni bu durumlardan telkin ve irşadiyle Kur’an yoluna çevirmeye sebep olan Fuad Hoca’ya ve benim Risale-i Nur yoluna girmeme sebep olan ve Nur’un kalblerine damlattığı ilham aşklariyle bu zavallıları aşka getiren Mustafa Osman gibi Safranbolulu kardeşlere ve Risale-i Nur’un ilhamiyle ve mütalaasiyle eserler neşreden ve bu eserlerle hakikatı bana telkin eden Şemseddin Yeşil’e ebediyyen minnettarım...

O zamanki gaflet ve küfür içinde geçen hayatıma bakarak bu günkü imanlı fakat en geride ve en zavallı hayatımı çok mesut görüyorum. Ve bu bahtiyarlığa beni kavuşturan Cenab-ı Erhamürrahimine yüz binler defa şükrediyorum. Ve o Kadir-i Zülcelal’den bu fakir ve hakiri, bu zavallı biçareyi ve bu perişan asiyi geniş şefkatiyle kabul eden Efendim Üstad’ım Hazretleri’nden razı olmasını binlerle niyaz ediyorum.

Nur-u iman yolundaki biçareliğimle haddim olmadan maddiyata tapan o biçarelere sanki şöyle diyesim geliyor. Ve diyorum:

“Ey gaflet içinde yutturulan zehirlerle uyuşmuş, sersemleşmiş, körleşmiş, sağırlaşmış ve behimî zevklerle coşup, insanlıktan milyonlar derece aşağı düşüp, elemler ve ızdıraplar içinde çırpınan bedbahtlar! Gelin siz ve ben bütün bu hevaî şeylerden, bu hayvanî arzulardan elimizi ve gönlümüzü çekelim. Ateş kaynayan sahrada kuruyan boğazımıza bir avuç su ihtiyacı gibi şu asırda esbap ve tabiat zehirleriyle uyuşan ve kuruyan ve ölüme yüz tutan kalbimiz bir nur-u iman istiyor, bir ab-ı hayat bekliyor.

Gelin bütün zamanları ve içindekileri ebedî terk ile Hakaik-ı Kur’aniye’nin önünde diz çökelim. Ve o hakaikin gösterdiği ebedî saadet yoluna dönelim. Evvelce yürüdüğümüz şekavet ve helaket yolunun kirlerinden ve çirkef küfür ve dalaletten arınmak, temizlenmek için Nur denizine dalalım ve bu günün ve bu asrın rehber-i saadeti olan ve bu asırda saadet-i ebediyyenin en birinci vesilesi olan Nur medresesine, Risale-i Nur derslerine koşalım. Saatlerce, günlerce, yıllarca alkışlayıp durduğumuz o yalancı sefillerden ve onların hakikat diye gösterdikleri hayal peşinden, o felaket yolundan ayrılalım, vazgeçelim. Zulmetten Nura dönelim.

Otuz seneden beri yalnız rıza-i İlahî için kimseden minnet ve alkış istemeden, aklın ve havsalanın kabul etmeyeceği, beşer vücudunun tahammül edemeyeceği caniyane zulümlere göğüs geren Bediüzzaman Said Nursî Efendimizin önüne gelelim. Onun derslerine gönül bağlayalım. Onun risalelerini Üstad edinelim. O zat bizden alkış istemez, hediye istemez, ücret istemez, hürmet istemez. Yalnız bir şey ister. İmanını kurtar, maddeye bakma, mânâya bak. Aciz insana tapma. Allah’a tap.”

Evet, ey gaflet ve dalalet yolundaki eski arkadaşlarım! O zat şu anda bulunduğu kemalat-ı insaniyenin zirvesinden kendini küçük göstermek istiyor, edna göstermek istiyor. Öyle iken bizim divane ve yalancı kahramanlarımız yuvarlandıkları adi ve pis çukurdan kendilerini yüksekte görüp milyonlara da göstermek istiyorlar. Ve öyle de her gün ve her fırsat buldukça “Ben şunu yaptım, bunu yaptım.” diye yıktıkları maneviyat ve insanlık abidesini ilan ederek milyonlardan alkış, minnettarlık dileniyorlar. Va esefa! Va veyleta! Milyonlar esefler ve yazıklar olsun, onlara ve onların caniyane ve şakîyane kahramanlıklarını takdir ve tebrik ediyorlar.

Sonra gelin bakın! O Üstad’ın ve Nur’un talebelerine. Bakın onlardaki sadakatin, bağlılığın derecesine. Bakın onlardaki ihlâsın, aşkın, imanın ve yüzlerindeki Nur’un kuvvetine, bakın. Ve öyle ise gelin, bakıp bakıp da hayran kaldığımız o mübareklerin gittiği yola gidelim.

El-Bâkî Hüve’l-Bâkî
Duanıza muhtaç, çok kusurlu talebeniz
Sungur

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum