İnsan, hikmetle yapılmış bir sanattır

İnsan, hikmetle yapılmış bir sanattır

Günün Risale-i Nur dersi

Bismillahirrahmanirrahim

İ’lem eyyühe’l-aziz!

İnsan, hikmetle yapılmış bir masnûdur. Ve Sâniin gayet hakîm olduğuna, yaptığı vuzuh-u delâletle, sanki mücessem bir hikmet-i nakkaşedir. Tecessüd etmiş bir ilm-i muhtardır. İncimad etmiş bir kudret-i basîre olduğu gibi, öyle bir fiilin mahsulüdür ki, istidadı irade ettiği şeyi kendisine veriyor.

Öyle bir in’âm ve ihsanın kesîfidir ki, bütün hâcâtına vakıftır. Öyle bir kaderin tersim ettiği bir surettir ki, bünyesine lâzım ve münasip şeyleri bilir, bu malûmatla herşeyin mâliki olan Mâlikinden nasıl tegafül eder? Ve bütün cinayetlerini bilen, hâcâtını gören, vâveylâlarını işiten Semî, Basîr, Alîm, Mücîb olarak üstünde bir Rakîbin bulunmamasını nasıl tevehhüm edebilir?

Ey nefs-i emmâre! Ne için kendini hariç tevehhüm ediyorsun? Eğer evâmire imtisal dairesinden çıkarsan, ya herkesin ayağını öpercesine müraat ve ihtiram etmeye mecbur olursun. Veya ehemmiyet vermeyerek zâlim-i ale’l-küll olacaksın. Bu yük ağırdır, taşıyamayacaksın, en iyisi, ecnebî olan şirki terk ile mülküllahın dairesine gir ki, rahat edesin. Ve illâ, sefineye binip yükünü arkasına alan ebleh adam gibi olacaksın. (Mesnevi-i Nuriye, Zerre)

Bediüzzaman Said Nursi

SÖZLÜK:
âlem : dünya, kâinat
Alîm : küçük büyük, görünen görünmeyen, gelmiş ve gelecek herşeyi hakkıyla bilen ve ilmi herşeyi kuşatan Allah
bâki : devamlı, kalıcı, sonsuz
Basîr : her şeyi gören ve müşahede eden ve varlıklara görme kabiliyeti veren Allah
beka : kalıcılık; dünyada kalma
bu’d : uzak
bünye : yapı; insanın maddi ve mânevî yapısı
ebleh : ahmak, akılsız
ecnebî : yabancı
enmuzec : örnek, model
evâmir : emirler
fâni : geçici, yok olucu
farz etmek : var saymak
fihriste : bir şeyin özeti, kapsamını gösteren öz
garabet : gariplik, şaşılacak durum
hâcât : ihtiyaçlar
Hâlık : her şeyi yaratan Allah
hariç : dışarıda, emir dairesinin dışında
i’lem eyyühe’l-aziz : ey aziz kardeşim bil ki!
ihsan : bağış, ikram, lütuf
ihtiram : saygı gösterme
iktidar : güç, kudret
illâ : aksi halde
imtisal : emre uyma, itaat etme
in’âm : nimetlendirme
iska edilmek : sulanmak
istifade : faydalanma, yararlanma
kader : Allah’ın ezelî ilmi ile kâinatta olmuş ve olacak her şeyi bilip takdir ettiği, plân
kesîf : yoğun; burada bütün nimetlerin insana bolca verilmesi, insanda yoğunlaşması kastediliyor
keza : aynı, bunun gibi, böylece
mâdud : sayılı
mahdut : sınırlı
Mâlik : görünen ve görünmeyen her şeyin gerçek sahibi olan Allah
mâlik : sahip
malûmat : bilgiler
masnû : san’at eseri varlık
Mücîb : bütün varlıkların her türlü istek ve ihtiyaçlarına cevap veren Allah
mülküllah : Allah’ın mülkü
mümteni : olması imkânsız olan şey
münasip : uygun
müraat : gözetme, uyma
müştemilât : içindekiler
nefs-i emmâre : insanı daima kötülüğe, yasak zevk ve isteklere sevk eden duygu
Rakîb : bütün varlıkları görüp gözeten, koruyan, kendisinden hiçbir şey gizlenip kaybolmayan ve yarattıklarından bir an bile gafil olmayan Allah
sarf etmek : harcamak, kullanmak
sefine : gemi
Semî : her şeyi işiten ve her bir varlığa kabiliyetine göre işitme duyuları veren Allah
suret : biçim, şekil
şirk : Allah’a ortak koşma
tegafül etmek : gaflet etmek, habersiz olma; Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranma
tersim etmek : resimlemek, çizmek
tevehhüm etmek : kuruntuya kapılmak, zannetmek
vakıf : bilen
vâveylâ : çığlık, feryad
zâlim-i ale’l-küll : bütün varlıklara ve herşeye zulmeden