İnsan Nedir?

İnsan, Cenab-ı Hakkın yeryüzündeki en değerli ve şerefli biricik varlığıdır. İnsan, bütün hayvanat (canlılar) üstünde, kâinatın en müntehap (seçkin-üstün) ve bahtiyar bir misafiri ve kâinat Sahibinin en mahbup (sevgili) ve makbul (kabul gören) bir abdi ve kuludur. İnsan, şu kâinat içinde ve bütün canlılar âleminde pek nazik, nazenin ve nazdar bir çocuk gibidir. Onun için bütün evren insanın emrine sunulmuştur.[1]

İnsan, küçücük, cüz'î, sınırlı ölçücükleriyle, san'atçıklarıyla Yaratıcısının sınırsız isim ve sıfatlarını, kapsamlı icraatını ve nihayetsiz (sınırsız) tecellilerini ölçe bilecek ve gösterebilecek harika bir yaratığıdır. Ve yine yeryüzünde söz ve davranışlarıyla Yüce Allah’ın kâinattaki icraatını küçük ölçekte ilân ettirdiği ve icraatına küçücük ölçekte bir temsil gösterdiği ve meleklerine tercih ettirip halifelik rütbesini verdiği bir mahlukudur.[2]

Bu nedenle Kur’an-ı Kerimde insana farklı üslup ve isimlerle hitap edilmiştir. İnsan kelime olarak geniş manalar ihtiva eden bir kavramdır. Bu nedenle dilbilimcileri insan kelimesinin etimolojik kökenini tespit ederken farklı görüş ve yorumlarda bulunmuşlar. Kelimenin aslına dair ortaya koydukları görüşlerin hepsi de insanı tanımlayan niteliklere işaret etmektedir. Bu çerçevede insan kelimesinin; “unutan varlık anlamında” ins kökünden, kendisine öğretilen varlık anlamında înâs mastarından, “çok hareket etmek” manasında nvs kökünden, “cana yakın olmak, uyum sağlamak, sosyal bir varlık olmak” anlamında üns mastarından türediğini ifade etmişler.[3]

Tîn Suresinde “Yemin olsun ki biz insanı en güzel şekilde yarattık”[4] ayetiyle insanın, ruhuyla, cesediyle ve bütün duyu ve duygularıyla en mükemmel bir varlık olarak bu aleme gönderildiği ifade edilmektedir. Bazı âyet ve hadislerde bu “kâinat sarayında onunu kendine halife kıldığı”[5] ve sultan ünvanı verdiği belirtilmektedir. Ayrıca şu kâinat ağacının en son ve en kapsamlı meyvesi ve en çok değer verilen misafiridir. Ve yine şu kâinat ülkesinin dünya memleketinde ve yeryüzü mahallesinin bahçesinde ve tarlasında, gelir, gider, ekim ve dikimine bakmakla görevli bir nazırı ve bakanıdır.[6]

Yaratıkların en mükemmeli olan insandaki bu özelliğin ve güzelliğin kaynağı, bazı âyet ve hadislerde belirtildiği gibi Yüce Allah’ın “onu kâinat sarayında kendine halife kılması”[7] ve sultan ünvanını vermiş olmasıdır.

Cenab-ı Hakkın insana verdiği bu değerin bir esprisi de nasıl ki bir ülkenin önde gelen yöneticileri gittiği her yerde, basın mensupları tarafından sürekli takibe alınır, söz ve davranışları kameramanlar tarafından kaydedilir. Yeryüzüne halife kılınan insan da kendisine verilen bu makamdan dolayı “Kirâmen kâtibin”[8] meleklerince yakın takibe alınmakta ve sürekli her sözü ve davranışı kayıt altına alınmaktadır.[9]

İnsanın bir özelliği de “en büyük emanetin” taşıyıcısı olmasıdır.[10] Gökler, yer ve dağlar, o büyüklükleriyle beraber, Allah’ın teklif ettiği bu büyük emaneti taşımaktan kaçınırken o bu görev ve sorumluluğu üstlenme cesaretini göstermiştir. Bundan dolayıdır ki mükafat olarak yer ve gök birer muti asker gibi emrine musahhar kılınmış ve Yüce Allah, , “ben ne yere ne de göğe sığarım, ancak müminin kalbine sığarım”[11] buyurarak, insana özellikle mü’min olan insana ne kadar önem verdiğini göstermektedir.

Ne dağlar ne de sahralar güneşi gösterebilir yani yansıta bilir. Fakat küçük bir ayna, güneşi net bir şekilde gösre bilir. Belli bir mekânı olmayan Yüce Allah, ancak iman etmiş mümin kulunun kalp aynasına girerek, isimleriyle orada tecelli ederek varlığını gösterir. Çünkü mü’minin kalbi Allah’ı bilen, hisseden, varlığından haber veren çok hassas ve şeffaf bir aynadır. Onun için kâmil insanlar Kalbe “Nazargâh-ı İlahi”[12] demişlerdir. Nitekim Şâh-ı Nakşibendi Hazretlerinin; “Cenab-ı Hakk’ın nazarının bulunmadığı hiçbir kalp yoktur.” demesi bunun bir ifadesidir. Bediüzzaman hazretleri ise kalb “Aşk-ı ebedî için yaratılmış bir âyine-i Sameddir” Masivaya yani O’ndan başaka şeyleri kabul etmez.” demesi bu sır olsa gerek. Ondandır ki, Yüce Allah kitabında, "Haberiniz olsun ki, kalpler ancak Allah'ın zikriyle huzura kavuşur, mutmain olur." buyurmaktadır.[13]

İnsan, cisim itibarıyla çok küçük bir varlık ama mâna yönüyle büyük bir âlemdir. Kâinat ağacının bir meyvesidir, özüdür. Kâinat ağacında olan herşey aynı oranda insanda da mevcuttur. Onun için Kur’anda, insanın içinde yaşadığı ve bulunduğu dünya, kainatla denk tutulmuştur. Zaten kainatın varlık sebebi de insan değilmidir? Hz. Ali (r.a): İnsan için, "Sen kendini küçük bir cisim sanırsın, ama en büyük âlem sende gizlidir." diyerek insanın taşıması gereken sorumluluğa dikkatleri çekmektedir. Şeyh Galib ise "Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen / Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen" yani,"kendine güzel ve dikkatle bak, kocaman âlem sende gizlidir. Sen varlığın göz bebeği olan âdemsin, insansın." beytiyle insanın kainattaki önemine vurgu yapmaktadır.

Bediüzzaman hazretleri ise; insan kavramıyla ilgili olarak: “İnsanın küçük bir âlem olduğu gibi, âlemin dahi büyük bir insan olduğunu;”[14] Yani insanın evrenin küçük bir öreneği ve misali olduğunu ifade eder. Mesela “Ruhu, Ruhlar âleminden, hafızası Levh-i Mahfuzdan yani kainatın hafıza kartından; Hayali, “Misal âlemi” denilen varlıkların ve olayların görüntülendiği ve şekil aldığı manevi âlemden haber verdiğini; İnsan vücudundaki elementlerin, kâinattaki elementlere birer örnek teşkil ettiğini; Vücudundaki tüyler, yeryüzündeki ağaçlardan; Kemikler yeryüzündeki taş ve kayalardan; Bedeninde sürekli dolaşan kanın ve gözünden, kulağından, burnundan ve ağzından akan suların yeryüzündeki nehirlerden, çeşmelerden ve madeni sulardan haber verdiğini ifade eder.[15]

İşte bundan dolayı Yüce Allah, Kur’an’ı Kerimde insanı, en şerefli bir varlık olarak yarattığını, mükerrem ve üstün kıldığını” [16] ifade buyurmaktadır. Âyetin devamında ise bu üstün özelliklerinden dolayı at, deve, koyun keçi gibi hayvanları, kara, hava ve denizde kullanılan ulaşım araçlarını insanın emrine verdiğini, boyun eğdirip itaat ettirdiğini ifade etmektedir.

Ayrıca Yüce Allah’ın insana toprak vasıtasıyla en güzel ve temiz yiyeceklerle beslemesi, rızıklandırması; Zehirli bir sinek olan bal arısıyla en şifalı bir gıdayı yedirmesi, ipek böceğiyle en güzel elbise olan ipeği giydirmesi, nice hayvanlardan saf ve temiz sütü içirmesi, etini ve yumurtasını yedirmesi, insana ne kadar değer verdiğini göstermektedir.

Özet olarak, bizi terbiye eden Allah, bize çok iyi bakıyor ve çok büyük ikramlarda bulunuyor. İnsan, son derece zayıf ve fakir bir varlıktır. “Ey insanlar! Siz Allah’a karşı fakir kimselersiniz”[17] âyeti insanın bu yönüne dikkatleri çekmektedir. Velev ki insan dünyanın en zengini ve en varlıklısı da olsa, sonuçta Allah’a muhtaçtır. Çünkü görünürde sahibi olduğumuz herşey O’nun hazinesinden bize gönderilmektedir. Onsuz hiçbir şeye sahip olamayız ve hiçbir bela, hastalıktan kurtulamayız. “Çünkü herşeyin anahtarı O’nun yanında, herşeyin dizgini O’nun elindedir. Herşey Onun emriyle halledilir. Onu bulsan, her matlubunu buldun; hadsiz minnetlerden, korkulardan kurtuldun.[18] "Cenâb-ı Hakkı bulan neyi kaybeder? Ve Onu kaybeden neyi kazanır?" yani, "Onu bulan herşeyi bulur. Onu bulmayan hiçbir şey bulmaz, bulsa da başına belâ bulur." [19]

İşte insan bu kadar zayıf, âciz ve fakir bir varlık olmasına rağmen Yüce Allah Kur’an’da; “Ey insan! Ey Âdemoğlu! Ey iman edenler!” şeklindeki nezih ifadelerle insanı muhatap kabul ederek, seslenmesi, insana ne kadar kıymet verdiğinin en açık bir göstermektedir.

Kur’ânın insana ve mahiyetine bakışı böyleyken, iman nurundan nasibini almayanlar ne yazıktır ki, insandaki bu özellikleri ve güzellikleri görememişler. Kimi onu bir madde yığını sanmış, kimi maymundan geldiğini, kimi de konuşan bir hayvan olduğunu, kimi de onu maalesef “ekonomik bir canlı” olarak kabul etmiş ve değerlendirmiştir.

Son söz olarak: “Ey kendini insan bilen insan! Kendini oku. Yoksa hayvan ve câmid (cansız) hükmünde insan olmak ihtimali var.”[20]

[1] Sözler, 2012, Söz Basım yayın İstanbul, s:438.

[2] Sözler, 2012, Söz Basım yayın İstanbul, s:134.

[3] İnsan Kelimesinin Kur'an'daki Genel ve Özel Kullanımları Bağlamında Meallere Eleştirel Bir Yaklaşım, Süleyman Narol.

[4] Tîn Suresi, 4

[5] Bakara, 30

[6] Şuâlar, 2012, Söz Basım yayın İstanbul, s:288

[7] Bakara, 30

[8]İnfitar, 11

[9]Kaf, 18.

[10]Ahzab, 72

[11]Acluni, Keşfü’l-Hafa, II, 195

[12]Müslim, Birr, 32. İbn-i Mace, Zühd, 9.

[13] Ra'd Sûresi, 13:28.

[14] Lem’alar, 2012, Söz Basım yayın İstanbul, s. 79.

[15]A.g.e.., 337.

[16]İsra, 70.

[17]Fatır,15

[18] Mektubat, 2012, Söz Basım yayın İstanbul s:320.

[19] Mektubat, 2012, Söz Basım yayın İstanbul, s. 208. (İbn-i Atâullah el-İskenderî, Şerhü'l Hikemi'l-Atâiye)

[20] Sözler, 2012, Söz Basım yayın İstanbul, s:937.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.