Mehmet Ali BULUT
İnsan ve Oruç
Oruç! İnsan makinesini rektifiye eden yegâne faaliyet… O ne kadar övülse azdır. Riya ve gösterişin içine giremediği azametli bir kulluk vesilesi aynı zamanda…
Cenab-ı Hak, ‘İnsanoğlu’nun, her ameli kendisi içindir. Oruç müstesna. O benim içindir. Ücretini de ben vereceğim!” buyurur.
Bütün maddi ve manevi ücretlerimiz Allah tarafından verildiğine göre, oruç için ayrıca “onun ücretini de ben veririm” şeklindeki özel vurgu yapması gösteriyor ki ‘oruc’un, insanı, yaradılış maksadına taşıma noktasında önemli bir fonksiyonu var. Çünkü oruç, Cenab-ı Hakk’ın insan hakkındaki takdirinin, tezahürüdür.
Cenab-ı Hak insanı yaratmak istediğinde, melaike ve İblis, bu topraksı hayvanın; pis, murdar ve üst bilinç varlıklar için tahammül edilmesi imkânsız şeyler yemesinden dolayı İlahi temizlik ve nezahete yakışmayacağını zannederek onun yaratılmasına itiraz ettiler.
“Ya rabbi bu pis, kokuşmaya, kirlenmeye açık varlığı nasıl kendine muhatap seçersin. Bizim gibi temiz varlıklar dururken, bu yiyen, içen ve kazurat çıkaran varlığı nasıl yüceltirsin” diye itiraz ettiklerinde Cenab-ı Hak, “Onun hakkında sizin bilmediklerinizi de bilirim” diyerek insanı övdü.
Esasında da insan, Yaratıcının en büyük projesidir; Hayata en kabiliyetsiz topraktan, Rububiyete en layık varlığı var etme projesi!
Evet, biz kokarız, kokuşuruz, dağılır tefessüh ederiz, topraktan var edilmiş her mahluk gibi. Leşimiz kokar, vücudumuzdan sadır olan her atık pistir. Melaike ve şeytanlar açısından tahammül edilemeyecek kadar ağır ve pis kokular yayıyoruz.
Haram ve helallere uymayan bir insan ile yaşamak zorunda olan melaikenin hali, tiril tiril elbiseleri ve hoş kokulu bir insanın domuz ağılındaki haline benzer. İnsan bu kadar pis bir varlıktır melaike ve üst bilinç varlıklar açısından.
Fakat iman o insanın içine girse ve o, Kuran vasıtasıyla kendisine önerilen faaliyetleri hakkıyla yapsa ‘misk’ olur, amber olur. Melaikeden dahi daha nezahetli ve zarif bir mahlûk olur.
İşte Oruç, şu pis kokulu kabı, ambere dönüştürme Rahmani bir operasyondur. Maddi ve manevi açıdan…
RAMAZAN Kelimesindeki Hikmet
Oruç, ‘Ramadan Ayı’nın bir meyvesidir. Ramazan kelimesi yakmak ve yok etmek anlamına gelir. Ramazan’ın bu manasını göz önünde bulunduracak olursak, tıpkı kızgın ateşe sokulan demirin kızarıp, terleyip pasını atması gibi oruç da, insanın ruhuna ve manasına sinmiş kirleri ve pasları temizleyen bir şey olur.
O yüzden de oruç sadece bir dini emir olmaktan çıkar ve insan denilen şu mahluk için olmazsa olmaz ameliyeler arasına girer.
Böylece kirlenmesi ve paslanması fıtri olan topraksı şu mahlûkun, tabiatı gereği bünyesinde barındırdığı ve melaike ve iblis tarafından tahkir edilmesine de neden olan o kirlerden ve paslardan temizlenmesi için oruç ona yazıldı. Yazıldı diyorum gerçekten de oruç, yazılı bir emirdir.
Allah’ın ‘yazılı emirler’ diye bize bildirdikleri şeyler, insana insan olması hasebiyle lazım olan şeylerdir. Bunların başında namaz gelir. Keza kısas! Kısas yapmayan toplumların başı dertten kurtulabiliyor mu? Keza mirasın pay edilmesi. Keza Ölürken insanın bir vasiyet bırakması... Ve tabii Allah’ın rahmeti. Cenab-ı Hak, ‘Ketebel’llahu ala nefsihi’r-rahme’ (Allah merhamet etmeyi nefsine yazdı) buyurarak, tüm varlıkların o rahmetten yararlanma hakkı olduğunu gösteriş oldu…
Dolayısıyla Kuran’ın, oruç emrini ‘ke-te-be’ fiili ile anması orucun bir dini emir olmaktan çok, bir fıtrat gereği olduğunu hatırlatması içindir:
“Size oruç yazıldı; sizden önceki ümmetlere yazıldığı gibi” (Bakara, 183). Bu emrin ‘ketebe’ ile anılması ‘yani size yazıldı’ denmesi, bu ibadetin, bir tavsiyeden öte anlam içerdiğini göstermek içindir.
Yani demek ister ki topraktan var edilmiş şu mahlûk(İnsan), eğer oruç denen ameliyeye uymaz ve zaman zaman kendisini tamamen maddi ve bedeni kirlerden temizlemezse o zaman hakikaten, İblis’in ve Melaike’nin dediği, pis, murdar, tefessüh etmiş bir kan dökücü olmaktan kendini kurtaramaz.
Ayetin sonundaki ‘umulur ki ittika edersiniz’ ifadesi de bu manayı çağrıştırır. Yani insana der ki “bu hale düşmekten, şu sıfatlarla anılan bir varlık olmaktan herhalde kendini korursun! Zir asen akıllısın. İyi olmak üzere tasarlandın. Şayet bu işlemi yapmazsan, kendini o hale düşmekten alıkoyamazsın. Bu da senin açından cidden sakınılması gereken bir durumdur!”
Dolayısıyla da oruç emri, insanın doğal yapısının korunması için bir işlem oldu.
Bir ibadetten ziyade fıtratın korunmasıdır oruç. İnsanın, Rahman tarafından ona yüklenen maksatlara uygun yaşaması için vazgeçilmesi mümkün olmayan bir işlem!
Eğer her yıl o işlemden geçmezse, insan, Cenab-ı Hakk’ın ‘onun hakkında sizin bilmediklerinizi de bilirim’ diyerek yücelttiği ve müstesna bir değer verdiği mertebeden, ‘bozguncu ve kan dökücü’ derekesine kendisini indirgemiş olur.
Bu da insanın fıtratının bozulması, asli gayesinden sapması anlamına gelir. İnsanı asıl yok edecek, şu kürenin onun altından çekilip alınmasına yol açacak bu haldir. Yani yedikleri ve içtikleri ile kendisini mutasyona uğratmasıdır.
Çünkü yedikleri ve içtikleri onun tabiatını dönüştürebilmektedir. O yedikleri ve içtikleri yüzünden kendisini aşağılık maymun ve domuza dönüştürebileceği gibi, perhiz ve oruç ile de ‘ahsen-i takvim’e çıkarabilir.
“Leallekum tettekun” (belki sakınırsınız) ifadesi, akıl sahibi bir varlık olarak insanın bu dehşetli sukuttan/düşüşten kendisini koruyacağı gerçeğini hatırlatır.
“Orucu Size Yazdık” Ne anlama Geliyor…
Hiçbir insan insanlık ‘evc-i bâlâsı’na vardıktan sonra, Ademiyet bilincini tattıktan sonra yeniden hayvaniyete dönmeyi, hayvani sukuta uğramayı göze almaz demektir. Çünkü var olmak nimetinden sonraki en büyük nimet, Yaratıcısına muhatap olmaya layık bir hal kazanmaktır ki bu da oruç iledir.
Şu insan makinesini en iyi temizleyen,’ hayvansı bir mahluk’ olan ‘adam’ı, Alemlerin Rabbi’ne muhatap olacak mertebeye yani Âdemiyet mertebesine çıkaran, yücelten en müstesna sırlardan biridir, belki birincisidir oruç!
Esasında Cenab-ı Hak, insanın günah işlemesini zaten ön görmüştür.
Nitekim ‘bu kan dökücü bir bozguncudur’ diyen İblis ve melaikeye ‘hayır o öyle değildir’ demiyor. “Onun hakkında sizin bilmediklerinizi de bilirim” diyerek, “evet o kan döker, tefessüh eder” yani günah işleyebilir, adam öldürebilir, yanlış yapabilir ama benim onda vedia olarak bıraktığım öyle yüksek bir hasiyet/özellik vardır ki -ki o Âdemiyet mertebesidir- işlediği hiçbir günahı, o hasiyet ile boy ölçüşemez ve onu değersiz kılmaz” demeye getirir.
Çünkü o, bu idrak ile ‘halife’ sıfatını kazanmıştır. Halife olmak ne demek? Yaratıcı adına, tüm mahlûklar üstünde bir değer kazanmak ve onları sevk ve idare etmektir.
Yeter ki o, insan olma vasfını kaybetmesin. İnsan olma vasfını korudukça, hangi günahı işlerse işlesin, her daim, o mertebeye çıkma ihtimali vardır. Ama o, yedikleri içtikleriyle ve yaptıklarıyla kendi yaradılış formatını zedeler veya geri dönüşümü olmayacak şekilde tabiatını nesh ederse o artık bir mahlûk bile sayılmaz ve tard edilir.
İşte oruç, özellikle de Ramazan orucu, insanın, o yüksek hakikatini koruması ve fıtratını muhafaza etmesi için zorunlu kılınmış ve KETEB ile anılmıştır.
Bundan vaz geçiş yoktur. Oruç tutmak ezelde takdir edilmiş o halin devamı için zorunludur. Her yıl en az bir ay (daha doğrusu 30 +6 gün) oruç tutar, yani yedikleri içtiklerinin onda yaptığı kirlenmeyi temizlemek için kendini niyetli bir eylemsizliğe tabi tutmalıdır ki bu işlem, ondaki kiri ve pası yaksın (ramazan).
Bunu yapmadığı zaman ‘âlâ-yı illiyyin’e layık iken, ‘esfel-i safilin’ mertebesine iner. Bu da hayvan kadar bile kıymeti kalmamasıdır ki insan kendisini o mertebeye düşürdükten sonra yeryüzünde tutulmasının bir anlamı kalmaz.
İsrail oğulları, Hz. Musa tarafından Mısır’dan kurtarılıp Sina yarımadasına geçirilince, Cenab-ı Hak, çölde onları kendi katından indirdiği Mennu (bir tür mantar) ve Selva (helva tadında bir nebat) ile doyurdu. Bu uzun sürünce, İsrailoğulları sonunda bundan bıktılar ve ‘biz yerin bitirdiği bitkilerden’ istiyoruz dediler. Menn ve Selva, tıpkı Adem ile Havva’ya, Cenab-ı hakkın cenette, ‘yiyin’ dediği cinsten, fıtratı bozmayan nimetlerdi. Onlar ise, fıtratı bozma ihtimali de olan ‘yer nimetlerini’ istediler.
İsrailoğullarının şu talebi üzerine Hz. Musa durumu Alah’a arz etti. Cenab-ı Hak da onlara ‘işte onlara vaad ettiğim toprak. Girin o topraklara, yiyin için. Ama mescidden içeri girerken ‘Hitta’ deyin buyurdu. Bu emir, tıpkı Cennete yerleştirilen Adem ile Havva’ya verilen emir gibidir. ‘Yiyin için ama şu ağaca yaklaşmayın’.
Neden?
Çünkü o ağacın meyvesini yerseniz, tabiatınızı, cennette kalamayacağınız kadar dönüştürürsünüz. Üzerinizdeki ‘sev’âtı’ (cennete has elbize, huy ve hal) çözer ve tabiatınızda zaten var olan mertebelerden biri olan ‘hayvaniyet’e dönersiniz.
Hitta, İncil’de ve eski dini metinlerde ‘Ramazan’ anlamına gelen bir kelimedir. Demek oluyor ki, “tamam girin o topraklara ekin, biçin yiyin. Fakat zaman zaman kendinizi o yediklerinizin etkisinden temizleyin, bünyenizde biriken ve sizi mutasyona uğratacak tortuları, birikintileri, oruç ateşiyle yakın ki, insan kalabilesiniz!”
Fakat israiloğuları, Hıtta kelimesini değiştirip, kırmızı buğday anlamına gelen ‘hinta’ dediler. Temizlenmek yerine daha pis boğaz olmayı, daha çok yiyip tüketmeyi tercih ettiler. Daha çok dünya nimeti istediler. Sonda da uzun bir mahrumiyete çarpıldılar. Tıpkı bugün biz Müslümanlarda olduğu gibi. Biz de güya açlığın hazzına erelim diye oruç tutuyoruz ama iftar saatinde öyle sofralar kuruyoruz ki, nefsi daha da azgınlaştırmaktan başka işe yaramıyor. Korkarım ki bizler de sonunda bir mahrumiyete dücar kılınacağız!
Yeme içme yasaklarına uymamanın bir diğer örneği de şu sahil halkıdır ki ‘Onlara bari bir gün (cumartesi günü) balık yemeyin” denildi. Ama onlar emre uymadılar ve hep ve hep balık yemeyi sürdürdüler. Sonunda da maymuna dönüştürüldüler… (Bakara, 65)
Demek ki insanın insan olmaktan çıkaran en temel argüman yedikleri içtikleridir.
Adem ile Havva’nın cennetten kovulmaları da, İsrailoğullarının, yıllarca çölde sürünmeye mahkum edilmeleri de, onların bir şubesinin maymuna, bir şubesinin de domuza dönüştürülmesinin nedeni de yemek içmekti.
Yediklerimiz içinde fıtratımızı dönüştüren, kan hücremizi mutasyona uğratan, genetik yapımızı yeniden hayvaniyet yönüne çeviren gıdalar var. Ve Allah kendi katından bir merhamet olarak, her yıl o tortulardan ve dönüştürücülerden kurtulalım diye bize bir aylık bir temizlenme, detoks yapma imkânı veriyor ki insan kalalım.
Evet, insanın, insan kalmak için muhtaç olduğu en birinci iş, Ramazan orucudur. Onu ihmal eden, insanlığını da ihmal ediyor.
Zaten de ya kendileri ya dinleri (hayat tarzları) nesh ediliyor hükümden kaldırıyor.
Allah hepimize şu ayın feyzinden bereketlenmeyi nasip etsin.
Ayetin devamında gelen Ramazan ayı ve Kur’an ilişkisini de başka bir yazımıza bırakalım. Şurada şu kadarına temas edip geçelim.
Bir insan eğer her dokunduğu şeyi şerefli kılan Kur’an’a muhatap olma kabiliyeti kazanmak ve onun feyzinden yararlanmak istiyorsa, bedenini oruç ameliyesi ile temizleyecektir.
Nasıl ki namaza durabilmemiz için abdest temizliğini yapmamız gerekiyor, Ramazan’ın yirmi yedinci gecesi sadrımıza inecek Kuran’ın feyiz ve bereketinin bizde karar kılması için de vücudumuzu, oruç operasyonu ile ‘ruhî hades’ten ve ‘bedenî neces’ten temizlemiş olmamız gerekiyor…
Hayırlı Ramazanlar! Rabbim ruhen ve bedenen yunmayı bize nasip etsin!
Haber7
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.