Mehmet PAKSU
İnsanları kınamaktan nasıl kurtulabilirim?
Hocam, ben geçen gün çok büyük bir yanlışlık yaparak arka arka 3 defa kendimle ilgili çok büyük bir söz söyledim, ama sonra çok pişman oldum ve tevbe ettim. Yine de içimi bir şey kemiriyor.
Ben şimdi ne yapmalıyım, bu tür hallerden ve insanları kınamaktan nasıl kurtulabilirim? Siz çareyi bulmuşsunuz, yaptığınızdan pişman olmuşsunuz, tevbe etmişsiniz, fakat bunu yeterli görmüyorsunuz. İçinizi bir şeylerin kemirmesi, Ben şimdi ne yapayım? demeniz, Bu hallerden nasıl kurtulurum şeklinde kendinizi hesaba çekmeniz, önemli bir adımdır.
Böylece hatasını itiraf fazileti sizde hayat bulmuş. Nefsinizle başınızın dertte olduğunu fark etmişsiniz Nefis terbiyesi ise, insanın aczini, fakrını bilmesi, âciz ve her şeye muhtaç bir varlık olduğunu idrak etmesidir. Allah sonsuz kudret sahibidir, biz âciziz; Allah sonsuz nimet sahibidir, biz fakiriz ve muhtacız.
Allah dostları, mutlak aczi, mutlak fakrı kendi iç âlemlerinde canlı ve sabit tutmuşlar, O sonsuz kudrete ve rahmete ayna olmaya çalışmışlar, kendi mevhum varlıklarından yüz çevirmişler, sırtlarını ebedi bir kudrete dayamışlar. Böylece güçlerine güç katmışlar, kâinata meydan okuyacak bir imana sahip olmuşlar.
Peygamberimizin Fakirlik, fahrimdir derken, fakirliğiyle övünmüş. Ancak bu fakirlik, insanlara el avuç açmak değil, fakirliğini Allaha arz ederek, Onun sonsuz nimetlerine talip olmaktır. İnsan ne kadar güçlü, ne kadar servet sahibi olsa da, her zaman Allaha muhtaçtır.
Bir mikroba mağlup olan, bir deprem ve kriz karşısında ne yapacağını şaşıran bir insan bütün ihtiyaçlarını karşılayacak, bütün korkularından emîn edecek bir kudrete sürekli muhtaçtır. Bu duygu fiili bir duadır, yaşanan bir duadır, haliyle/ tavrıyla yapılan bir duadır.
Derdini, tasasını, sıkıntısını ve hüznünü Allaha açmaktır, Allaha şikâyet etmektir; Allahtan şikâyet değildir. Ne ettim de bana bu derdi verdin demek değil, Ya Rabbi, ben bu ağır yükü kaldıramıyorum, bu sıkıntıları çekemiyorum diyerek kendimizi Allaha arz etmektir.
Olgun mümin, yakasını şeytanın elinden ne kadar kurtarırsa o kadar kârdadır. Çünkü şeytanın en önemli oyunlarından birisi insana kusurunu itiraf ettirmemesidir. Böylece istiğfar ve istiâze yolunu kapamasıdır. Yani istiğfar edip Allahtan özür dileme ve Allaha sığınma kapısını kapalı tutmasıdır Oysa Nefsini itham eden, kusurunu görür.
Kusurunu itiraf eden, istiğfar eder. İstiğfar eden, istiâze eder. İstiâze eden, şeytanın şerrinden kurtulur. Kusurunu görmemek, o kusurdan daha büyük bir kusurdur. Ve kusurunu itiraf etmemek, büyük bir noksanlıktır. Ve kusurunu görse, o kusur kusurluktan çıkar. İtiraf etse, affa müstehak olur. Demek ki, şeytanın ve işbirlikçisi olan nefsin elinden kurtulmanın üç yolu var: İstiğfar, istiaze ve itiraf.
Başkalarını kınamaktan kurtulmanın asıl yolu, insanın, herkesi kendinden üstün görmesi ve üstün bilmesidir. Bunun yolu da başkasına sû-i zan değil de, hüsn-ü zan beslemesidir. Yani başkası hakkında kötü zanda değil de, iyi zanda bulunmasıdır Hucurat Suresinin 11 ve 12. âyetleri bu konudaki teşhisi ve tedaviyi birlikte veriyor. Ey iman edenler! ....
Birbirinizi ayıplamayın. Birbirinize kötü lakaplar takmayın. İmandan sonra fâsıklıkla anılmak ne kötü bir isimdir. Bu davranışlardan kim tevbe etmezse, işte onlar zalimlerin tâ kendileridir. Ey iman edenler! Zannın birçoğundan sakının.
Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Birbirinizin gıybetini yapmayın. Sizden biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksinirsiniz. Allahtan korkun. Muhakkak ki, Allah tevbeleri kabul edici ve merhamet edicidir.
Bugün
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.