İntiharın eşiğinden Risaledeki cümle ile döndüm
İntihar etmek üzereyken cep telefonuna gelen mesajla dünyası değişen Filipinli Sally hanımın sözleri...
Röportaj: Abdurrahman Iraz-RİSALEHABER
Filipinler’de hizmetlerle ilgilenen M. Rıza Dalkılıç’ın oraya ilk defa gittiği zamanlarda bir İngilizce öğretmenleri var. Sonradan Müslüman oluyor. Adı Sally Tayabana. Salli Arapçada namaz kılmak anlamında. Sally hanım Müslüman olduktan sonra Saliha ismini aldı. Türkiye’de bulunan Saliha hanım ile İslamiyetle tanışmasını konuştuk. Tercümeyi M. Rıza Dalkılıç yaptı.
HAYATIMIN TAMAMINI RİSALE-İ NUR HİZMETİNE VAKFETTİM
Saliha kardeşimiz kendisini nasıl tanıtır?
Filipinlerin kuzey adalarında Katolik bir aileden dünyaya geldim. Altı sene evvel babamı kaybettim. Annem 76 yaşında ve hayatta. Kuzey adalarında kendi köyümüzde ikamet etmektedir.
Eğitiminiz nedir?
Filipinler Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi mezunuyum. Filipinler Üniversitesi dünyanın en büyük 500 üniversitesinden biridir. Asyanın en iyi üniversitelerinden birisidir. Ondan sonra yabancı uyruklulara öğretmenlik yapıyorum.
İngilizce mi öğretiyorsunuz?
Evet. Yabancı insanlara daha çok Kore ve Japon ağırlıklı insanlara İngilizce öğretmenliği yapıyordum. Müslüman olduktan sonra hayatımın tamamını Risale-i Nur hizmetine vakfettim.
Risale-i Nur’u ilk defa ne zaman, nerede duydunuz?
Risale-i Nur’u Türk öğrencilerimden 2003’ün, Ekim veya Kasım ayı başlarında öğretmenliğe daha başlamadan önce ev ziyaretinde duydum. Bana 20. mektubu vermişlerdi.
Hangi vesile ile o eve gittiniz?
Arkadaşlarım beni ikaz etti, “bunlara karşı dikkat et” diye. Bunun üzerine eve gittim. Kaldıkları evi görmek istedim bunlar nasıl yaşıyorlar diye.
“MÜSLÜMANLARIN TERÖRİST OLMA İHTİMALLERİ OLABİLİR” DİYE UYARILMIŞTIM
İlk defa gençler size geldi, siz de onların evine gittiniz?
Ne yaptıklarını öğrenmek istedim. Hakikaten buraya İngilizce öğrenmek için mi geldiler yoksa başka bir maksatları mı var bunu öğrenmek için gitmiştim. Normalde öğrencilerin evine gitmem. “Türkiye gibi gelişmiş bir ülkeden gelen insanların İngilizce bilmemesine imkan yok bunlar İngilizce biliyorlardır. Başka bir maksat için Filipinler’e gelmişlerdir. Belki de Ortadoğu, Irak, Arap ülkelerinden birisi de olabilirler. Müslümanlar, dolayısıyla terörist olma ihtimalleri olabilir” diye uyarılmıştım.
Eve gittiniz ne ile karşılaştınız?
İçeri girdiğimde –erkek öğrenciler oldukları için- evlerinin çok karışık, darmadağın, kirli olacağını düşünüyordum. İçeri girdiğimde çok şaşırdı. Evin çok düzenli, tertipli olduğunu, arkadaşların çok kibar ve misafirperver olduklarını, evin içersinde büyük bir kütüphane ve dışarıdan çok kitapların olduğunu gördüm.
Kitapları görünce ne düşündünüz?
Bu kadar kitabı görünce ilk aklıma gelen şey “bunlar bu kitapları buraya satmaya mı gelmişler, yoksa bu kitapları okumaya mı gelmişler” oldu. Fakat benim anlamadığım bir dilde yazılmış bu kitapları açtığımda içimde şiddetli bir “ben bu kitapları anlamak için her şeyi yapacağım, yapmam lazım” gibi bir his uyandı. Bilmediğim bir dilde yazıldığı halde.
HAYATIN HER SAFHASINDA NASIL ALLAH OLUR?
Sonra nasıl gelişti?
Bu ilk tanışmadan sonra baktım bunlar iyi insanlar, kötü insan değiller. Düzenli, tertipli insanlar. Zarar gelebilecek insanlar gibi gözükmüyorlar. Beni o ilk günde etkileyen hususlardan bir tanesi de tamamen farklı bir hayat tarzına sahip olmalarıydı. Mesela ders günleri konuşulurken Cuma günleri derse kalamayacaklarını çünkü Cuma günü mescide gitmelerinin gerektiğini söylemişlerdi. Ne zaman merak ettiğim bir şeyi sorsam, cevap sürekli dinden geliyordu. “Şunu ne için böyle yapıyorsunuz?”, “Bu bize dinimizin emri.” “Niçin böyle yapıyorsunuz?” “Çünkü Allah böyle söylüyor.” Bu beni çok meraklandırdı.
Bu kadar genç insan sürekli her şeyde “bu bize dinimizin emri, bunu böyle yapmamızı Allah emrediyor” diyorlar. Allah kimdir, nasıl bir inanışları var ki, hayatın her bir safhasında, hayatın devamlı içerisinde emri olur. Her şeyde Allah’ın emri var. Hayatın her safhasında nasıl Allah olur? Bu bana İslamı da merak ettirmeye başladı. Son 5 seneye kadar önce dinsiz bir hayat yaşıyordum. Kiliseye gitmiyordum, dini bir hayatım yoktu. Bu kadar dinden uzak yaşıyorken iki tane genç sürekli Allah’a teslimiyetten bahsediyorlar ve öyle görünüyor.
CENAB-I ALLAH’IN ARASINDAKİ O BÜYÜK DUVARLARIN YIKILDIĞINI HİSSETTİM
İlk okuduğunuz Risale-i Nur parçası hangisiydi, nasıl bir etki bıraktı?
İlk okuduğum kitap 20. Mektup oldu. Hissiyatımı dün gibi gayet çok açık bir şekilde hatırlıyorum. Gece yarısı okumaya başlamıştım. Adeta benimle Cenab-ı Allah’ın arasındaki o büyük duvarların yıkıldığını hissettim. Zaten beni Hıristiyanlıktan dinsizliğe iten en büyük sebeplerden bir tanesi şirk kokulu bir din olmasıydı. Lailaheillellah vahdehu la şerike leh kısımlarını okurken, benim de böyle olması gerektiğini bildiğim beni buraya getirebilecek bir inanç sistemi bulamıyordum. Elbette Allah bir olur birden fazla olamaz, başkaları ilah olamaz, biz sıfatlarında hata ediyoruz ama Allah bir’dir. Ama bu vahdet manasını ben nereden bulabilecektim. Aklen buna inanıyorum ama tatminkar bir dinle hiçbir zaman karşılaşmamıştım. İşte 20. Mektubu okurken tatminkar bir şekilde düşündüğüm şeyleri orada daha güzel ifadelerle bulmuş oldum. O gün anladım ki Müslümanların imanı çok daha derin ve derin bir Allah inancına sahipler.
Dalaletin nasıl bir yara olduğunu hissedebilir misiniz benim anlatacaklarımdan bilmiyorum. Düşününki beş seneden beri Allah’ı bilmiyorum, ahireti bilmiyor, dinden habersiz, tüm dini duygulardan kopmuşum. Hayatın, yaşamın bir maksadı yok. Bizden beklenen bir şey yok. Böyle bir vaziyet içerisinde 20. Mektubu okuyorum. Allah’ın bir olduğunu, şeriki olmadığını okuyorum. Dinden kopmuş bir insanım birden bire böyle hakikatlerle karşılaşıyorum, uzun süreden beri başka şeyler de düşünüyordum. Hayatın maksatsızlığı vesaire. Böyle kendimi kaybetmiş bir vaziyetteydim. O esnada gece yarısı yıldızlara bakmaya başladım, kitabın da etkisiyle dedim ki “sen varsın, bu yıldızlar sensiz olamazlar, ne olur kendini bana tanıttır.” Böyle yıldızlara bakıyorken, öğrencimden bana şöyle bir mesaj geldi: “Dinle de yıldızları şu hutbe-i şîrînine, Nâme-i nûrunu Hikmet, bak ne takrîr eylemiş.” Risaledeki "Yıldızları Konuşturan Bir Yıldıznâme”nin iki mısrası geldi.
Gece yarısı mı oluyor bu olay?
Evet.
İNTİHAR ETMEYİ DÜŞÜNÜYORDUM
Tam da 20. Mektubun etkisiyle yıldızları seyredip Allah’a kendini bana göster dediğin anda?
Tabi. Orada iki şey arasında kaldım. Birisi hayatımın en mutlu anını yaşıyordum ama aynı zamanda da hayatımın en kötü dönemlerinden de birisini yaşıyordum.
(M.Rıza Dalkılıç’a olayı sordum şunları anlattı: Biz kitapları Sally hanıma verdikten sonra Erdem abi ile konuşuyorduk. Ben dedim ki ‘biz buraya İngilizce öğrenmeye gelmedik. Zaten hoca bizi terörist gibi görüyor ama hakikaten biz buraya bunun için gelmedik. Biz buraya Allah’ı anlatmaya geldik. Öyle tefeül edelim ne çıkarsa onu telefonla mesaj gönderelim dedik. Normalde Manila’da ışık kirliliği var yıldızlar pek görünmez geceleyin. Ama Sally hanım o gece on binlerce yıldızı gökte gördüğünü söylüyor.)
Kötü şeyler düşünüyordum dediniz. Ne düşünüyordunuz?
Hayatı terk etmeyi düşünüyordum. Bu uzun ve acıklı bir seyahat. Çok ciddi bir çocukluk yaşadım. Küçük bir çocukken bile diyordum “herkes mutlu yaşasın, hayatın bir gayesi olsun, herkes mutlu ve barış içerisinde yaşasın.” Bana yardımcı olacak, kurtaracak olan din idi. Küçükken öyle düşünüyordum. Pazar günleri kiliseye gitmeye ve çok ciddi bir şekilde takip etmeye başladım. İncil dersleri almaya başladım. Kilisedeki yolsuzluklar, İncil’deki bozukluklar, bunun Allah tarafından yazdırılmamış olacağı zihnime gelmeye başlamıştı. Yani Mesela Hz. İsa hakkında soru sormaya başladım. Öğretmenlerime, hocalarıma Hz. İsa kimdir diye soruyorum. Aynı zamanda tanrının oğlu, aynı zamanda tanrı, aynı zamanda şu, aynı zamanda peygamber… Bütün bunlar bir şahısta nasıl toplanır? Ölen birisi nasıl tanrı olabilir? Sonra dediler ki “o bizim günahlarımız için öldü.” Yani günahlarımız için bir tanrının mı ölmesi gerekir? Hem tanrı diyoruz hem de çarmıha gerilmiş bir insandan bahsediyoruz. Yani “iman etmek istiyorsan iman et aklını fazla karıştırma, soru da sorma” demeye başladılar bana.
Aklımın tatmin olmadığı bu meselelerden dolayı kiliseyi terketmek zorunda kaldım. Üniversite hayatımda hocalarımdan bir çoğu komünistti ve ateistti. Sosyalist kitapları okumaya başlamıştık. Baktım onlar hiç Cenab-ı Hakkı düşünmüyorlar, ahireti düşünmüyorlar, belki ben de böyle olsam hiç olmazsa Allah’ı düşünmemeye başlasam kendimi suçlu hissetmeyeceğim. Dinden hariç bazı yollarda kendime, çare arıyordum. Meditasyon gibi şeylerde öyle oluyor. Bir an rahatlıyorsunuz. Başka dinleri de araştırmaya başlamıştım. O an için akli bir rahatlık veriyor fakat o an geçtikten sonra onun bir tesiri kalmıyor.
YILDIZLARLA KONUŞTUM “SİZ BANA BANA YOL GÖSTERİN” DEDİM
Kiliseden uzaklaşıyorsunuz ama yine sonra kurtuluşun dinde olacağını düşünerek başka dinleri araştırıyorsunuz?
Allah’ı aramaya başladım ama dinler içersinde değil. Çünkü Kiliseye döndüğüm zaman tatminsizlik oluyor ve beni onlara düşman ediyordu. Düşman olmamak için onlardan ayrılayım, kendime başka bir yol seçeyim, Allah’ı kendim arayayım dedim. Kilisenin istediği gibi değil de içimden geldiği gibi ibadet edeyim dedim.
Yani bir Allah’a inanıyorum bir bırakıyorum, bir şükretmek istiyorum bir şükretmemek hali oluyor. Bu gel-gitler yaşadığım dönem içersinde Türkiye’den gelen kardeşlerle buluştum. Yani o 20. Mektubu okuduktan sonra, okuduğum dönem içersinde dışarıya çıktım sanki yıldızlar benimle konuşuyorlar gibi hissettim. Sanki bana bir şeyler söylüyorlar. Yıldızlarla konuştum “siz bana yol gösterin” dedim işte o anda mesaj geldi. Bu benim için büyük bir işaret oldu.
O geceden sonra şu kanaate vardım ki benim aklımda ne sual varsa bu kitapta ve bu arkadaşlarda var. Benim aklıma gelen ne varsa bunlar bana cevap verecekler. Hiç zamanımı boşa harcamadım. Bu noktadan sonra bu arkadaşlara ne soracağım diye düşünmeye başladım.
O GECE MÜSLÜMAN OLMAYA KARAR VERDİM
Hayatımda işaretlere inanıyorum. Her buluştuğumuz, her tanıştığımız insanın hayatımızda önemli bir yeri olduğuna inanıyorum. Ben bilmiyorum ki o gün o aldığım mesaj, bu arkadaşlarla buluşmamız, beni Müslüman edecek. Öyle bir şey aklımın ucundan bile geçmedi. Fakat büyük bir şeyin olacağı aklıma gelmişti. Ben o hissiyat içerisinde iken bir anda böyle bir mesajla karşılaşmam benim için çok büyük bir işaret. Ama Müslüman olmak gibi bir şey düşünmüyordum. Bir şey olacak diye düşünüyordum. İngilizce bilmiyorlardı. Az bir şey İngilizce konuşuyorlardı. Ben ne zaman bir soru sorsam önce gidip sözlüğe bakıyorlardı bu ne demek istiyor diye, sözlüğe baktıktan sonra hemen risaleden bir kitap getiriyorlardı, “senin sorunun cevabı burada, burayı oku” diyorlardı. Uzun bir süre böyle devam etti.
Risale-i Nuru okudukça imanın o altı rüknüne öyle izahlar var ki şüpheye yer bırakmıyor. Şimdi okudukça hayatımda ne gibi değişikler olacak onları düşünmeye başladım acaba ben bunları okuyorum bunlarda da şüphe yok hepsi doğru söylüyor. Hakikatın ifadesi, ama bundan sonra Müslüman gibi mi giyineceğim, hayatımı nasıl değiştirecek? Bu inancın hayata bakışı nasıl olacak? Yani mesela bir müddet, şöyle düşünmeye başladım; bu anlattıkları şeylerin tamamını ispat edemeseler bile Hıristiyanlar da inanıyorlar. O zaman ben iyi bir Hıristiyan olarak devam edebilirim. Bu Türkler kadarda iyi bir insan olabilirim, diye düşünmeye başladım. Ve Sekizinci Sözü okudum. Sekizinci söz benim hayatımda bir dönüm noktası oldu. Birinci defa okudum, ikinci defa okudum, üçüncü defa, tekrar tekrar okuyorum. O mutsuz insanın kendim olduğumu, dalalette giden insanın ben olduğumu, sol yolun yolcusu ben olduğumu gördüm ve bundan kurtulmanın yolu nedir diye, “Ey bu yerlerin hakimi senin bahtına düştüm, sana dehalet ediyorum, sana sığınıyorum, senin rızanı arıyorum” dedim. Bu hakikatleri orada okuyunca, orada bir ayeti kerime beni en fazla etkileyen ayetlerden birisi o oldu, “İnneddine indellahilislam.” Allah katında din İslamdır. O gece Müslüman olmaya karar verdim.
(Devam edecek)