Dr. Cemil ŞAHİNÖZ
Irkçı terör örgütü NSU ve dava ile ilgili tüm detaylar
İstihbarat ilişkisi ve binlerce soru işareti cevapsız kaldı
Irkçı terör örgütü NSU (Almanca açılımı: Nationalsozialistischer Untergrund) davasını nereden tutsanız, elinizde kalıyor. Hangi konuya uzaktan dahi bakmak isteseniz binlerce soru işareti ile karşı karşıya kalıyorsunuz. Davayla ilgili bir çok kitap, belgesel ve filim çıkmasına rağmen çok eksik bilgiler ve yanıtlan(a)mayan sorular var. Tarihe not düşmek için, tüm NSU olayını başından sonuna kadar incelemeye çalışalım.
NSU terör örgütü 8’i Türk olan 10 kişiyi Almanya genelinde öldürmüştü: 09.09.2000 Nürnberg’de Enver Şimsek (38), 13.06.2001 Nürnberg’de Abdurrahim Özüdoğru (49), 27.06.2001 Hamburg’da Süleyman Taşköprü (31), 29.08.2011 München’de Habil Kılıç (38), 25.02.2004 Rostock’da Mehmet Turgut (25), 09.06.2005 Nürnberg’de İsmail Yaşar (50), 15.06.2005 München’de yunan Theodoros Boulgarides (41), 04.04.2006 Dortmund’da Mehmet Kubaşık (39), 06.04.2006 Kassel’de Halit Yozgat (21) ve 25.04.2007 Heilbronn’da polis Michèle Kiesewetter (22). Bunlar bilinen cinayetler.
Bunun dışında örgüt 23.06.1999‘da bir Türk dükkanına ve 19.01.2001 günü Köln’de İranlı birinin dükkanına bomba yerleştirmişti ve bir kişi yaralanmıştı. 09.06.2004 günü ise Türklerin yoğun olarak yaşadığı Köln’deki Keupstrasse isimli caddeye yerleştirilen bomba saldırısında 22 kişi yaralanmıştı.
Örgüt ayrıca bir çok soygun gerçekleştiriyor. 18.12.1998 Chemnitz’de, 06.10.1999 Chemnitz’de, 27.10.1999 Chemnitz’de, 30.11.2000 Chemnitz’de, 05.07.2001 Zwickau’da, 25.09.2002 Zwickau’da, 23.09.2003 Chemnitz’de, 14.05.2004 Chemnitz’de, 18.05.2004 Chemnitz’de, 22.11.2005 Chemnitz’de, 05.10.2006 Zwickau’da, 07.11.2006 Stralsund’da, 18.01.2007 Stralsund’da, 07.09.2011 Arnstadt’da ve 04.11.2011 Eisenach’de örgüt soygunlar düzenliyor.
Örgütün işlediği cinayetlerin ve saldırıların hiçbirinde ırkçılık ihtimali üzerine gidilmedi, hatta Türklerin birbirlerini öldürdükleri ima edildi. Cinayetlerin organize mafyanın işi olduğuna dair haberler yayınlandı. Ölümlere çirkin bir şekilde “Döner Ölümleri“ ve “Bosporus Cinayetleri“ denildi. Ölenlerin yakınlarına ve akrabalarına senelerce zanlı gözüyle bakıldı.
NSU terör örgütü, üç baş aktörlerinden iki tanesi, Uwe Böhnhardt ve Uwe Mundlos, birbirlerini öldürmeleriyle ortaya çıktı. Örgüt 04.11.2011’de Eisenach’da bir bankayı soyuyorlar. Uwe Mundlos soygundan sonra Uwe Böhnhardt’ı öldürüyor, ardından kiraladıkları kamp arabasını yakıyor ve silahı kendisine doğrultarak intihar ediyor. Fakat otopsi sonucunda intihar ile ilgili büyük şüpheler ortaya çıkıyor. Ayrıca olay yerine ilk gelen itfaiyeciler ve daha sonra gelen polisler tamamen farklı ifadeler veriyorlar. İtfaiyeciler ilk defa Haziran 2015’de Thüringen Eyaleti soruştuma komisyonunda ifade veriyorlar ve yangın ve intihar konusunda büyük bir soru işareti oluşturuyorlar. Örneğin silahlar ve ölülerin yatma şekliyle ilgili verilen bilgiler tamamen farklı. İtfaiyecilerin söylediklerini ele alırsak iki Uwe’nin birbirlerini vurmuş olmaları ihtimal dışında. Sanki intihar süsü verilmiş gibi. Ayrıca itfaiyecilerin ifadelerine göre, polisler işlerini doğru dürüst yapmalarını engellemişler. Bu çok büyük bir iddia. Örneğin iki itfaiyecinin ifadesine göre olay yerine geldiklerinde, patlayan kamp arabasının kapısını açıyorlar ve içeride bacak görüyorlar. Polis ise hemen devreye giriyor ve ateşi söndürmemelerini (!) söylüyor. Halbuki bir itfaiyecinin ilk vazifesi ateşi söndürmektir ve muhtemel canlıları kurtarmaktır. Çok ilginç başka bir konu ise, itfaiyecilerin olay yerinde çektikleri tüm fotoğraflar istisnasız polis tarafından alınıyor ve siliniyor. Bugüne kadar resimler ortaya çıkmadı!
Örgütün diğer lideri, Beate Zschäpe, bu olaydan sonra evlerini yangına veriyor, kaçıyor, aynı gün, yani 04.11.2011 günü, NSU’yu tanıtan DVD’ler gönderiyor ve polise teslim oluyor. Gönderilen DVD’ler sayesinde terör örgütü NSU yüz üstüne çıktı. Ardından adreslerle ve resimlerle dolu DVD’ler de ele geçirildi. Bu DVD’lerde Almanya’nın her şehrinde, her köyünde nerede bir müslümanın veya müslüman dostu Almanın yaşadığı fişlenmişti. 10000 kişi ve kurum ile ilgili detaylı bilgiler toplanmış, adeta suikast yapabilmek için bilgiler dahi kayıt edilmiş, örneğin “kurumun arka kapısı hep açık“ veya “tenha bir yer değil, riskli“ gibi. Bu nedenle bu listeye daha sonra “Ölüm listesi“ adı verildi.
Tam 1,5 sene sonra, 17.04.2013’de München’de dava başlayacaktı fakat 3 hafta ertelendi ve Mayıs’da başladı. Davaya tüm dünyadan 50 gazeteci alındı. Başlangıçta geç başvurdular gerekcesiyle hiç bir Türk gazeteci akredite olamadı. Berlin Türk konsolosu ve TBMM’den insan hakları sorumlusu da davaya alınmadılar. Kamuoyu baskıları neticesinde akreditasyonda hataların yapıldığı ortaya çıktı ve bazı Türk medya kuruluşları davaya alındı.
Beate Zschäpe mahkeme karşısına çıktı. Zschäpe mahkemede zerre kadar pişmanlık göstermiyor, aksine bir kahraman gibi her mahkeme duruşuna özenle hazırlanıyor, makyajını yapıyor, süsleniyor ve duruşmaları tiyatro haline getiriyor. Kendisi aylarca bir kelime dahi konuşmuyor, ismini dahi söylemiyor. Haziran 2015’de avukatları Zschäpe’nin avukatlığından geri çekilme talebinde bulundular, fakat mahkeme kabul etmedi. Zschäpe ilk defa 09.12.2015’de ifade verdi. Fakat kendisi yine konuşmadı. 55 sayfalık ifadesini avukatı okudu. İfadesinin özetine bakıldığında, kendisi değil, hep başkaları suçlu. Önce çocukluğunda anne-babası suçlu, gençliğinde kötü çevresi ve uyuşturucular suçlu. Daha sonra ırkçı gruplara karışıyor ve iki Uwe’ler ile tanışıyor. Tüm olan olaylardan da bu iki Uwe’ler suçlu. Zschäpe’nin, ifadesine göre, ne bombalardan ne de cinayetlerden haberi varmış. Hep olaylar olduktan bittikten sonra haberi oluyormuştu. Hatta NSU diye bir örgüt yokmuş, kendisi de böyle bir örgüte üye değilmiş. Eylül 2016’da Zschäpe ilk defa konuşuyor. Eskiden ırkçı olduğunu, fakat artık ırkçı olmadığını söylüyor. Hatta son duruşma gününde mahkemeye yalvarıyor, özür diliyor.
Zschäpe’ye ilaveten 4 kişi, Ralf W., Carsten S., Holger G. ve Andre E. yardım ve yatakcılık yaptıkları için hukuğun karşısında hesap veriyor. 9 kişi daha yatakçılık ile suçlanıyor. Fakat bunun dışında daha kimler bu terör örgütünün elemanı, toplam kaç kişiler gibi soruların yanıtı yok. Tahminen 129 kişi oldukları belirtiliyor. Örgütün evinde, daha önce belirttiğimiz gibi, 10000 kişinin, kurumun ismi, resmi, adresi ve farklı bilgilerin bulunduğu bir “Ölüm listesi“ bulundu. Almanya genelinde şahısların ismi yazan ve birçok resim ve detay içerisinde bulunduran bu listeyi sadece 3 kişinin hazırlamış olması ihtimal dışı.
En büyük soru işareti ise Almanya’nın iç istihbaratı Anayasayı Korumu Teşkilatı (Almanca Verfassungsschutz) ile ilgili. İstihbarat 1998’de terör örgütü NSU’nun üç baş aktörünü Jena’da bomba imal ederken tespit ediyor, fakat hiç bir işlem yapılmıyor. Ardından grup, cinayetleri, banka soygunları vs. gerçekleştiriyor, ama istihbarat devreye girmiyor.
2011’de örgütün yanan evleri (!) arandığı sırada CD’lerin ve adreslerin yanı sıra sahte ama geçerli kimlikler ortaya çıkıyor. Böyle kimlikleri genelde istihbarat kendisi için çalışan gizli muhbirlere veriyor. Bu kimlikleri örgütü kimin nasıl ne zaman verdiği bilinmiyor.
NSU, istihbaratın dosyalarında ilk defa 28.04.2000’de geçiyor. Daha cinayetler başlamadan istihbarat terör örgütü’nün varlığından haberdarmış. Hatta Mayıs 2000’den Agustos 2000’e kadar örgüt takip edilmiş. İlk cinayet ise bir ay sonra, yani Eylül 2000’de gerçekleşiyor.
2003’de bir istihbarat görevlisi Almanya’nın doğusunda NSU terör örgütünün varlığından haberdar oluyor, fakat üst yetkili görevlisi bu bilgiyi imha etmesini emrediyor. Hatta ırkçı bir dergide 2002 senesinde NSU’ya açıktan teşekkür ediliyor ve bu sayede varlığı kanıtlanmış oluyor.
10.03.2004 tarihinde ZDF’de yayınlanan polisiye dizisi “Die Küstenwache“‘de inanılmaz bir olay gerçekleşiyor. Dizide, o zamanları tamamen önemsiz olan bir sahne, NSU olayı ortaya çıktıktan sonra “bu kadar tesadüf olamaz“ dedirtiyor. Sahnenin birisinde radikal islamcı gruplarıyla bağlantılı oldukları tespit edilen kişilerin dosyası var. Dosyada 3 kişi yer alıyor. İki erkek, bir bayan. İki erkeğin resimleri Uwe Böhnhardt ve Uwe Mundlos’un gerçek resimleri. Hemde 2011’de yangından sonra tüm medyada yayınlanan resimleri. Hatta Uwe Mundlos kendi ismiyle dizide geçiyor. Pes dedirten bu “tesadüfün“ aynısı ARD’de, 25.11.2001’de yayınlanan meşhur polisiye dizisi “Tatort“ dizisinde de gerçekleşiyor. Burada da yine bir dosyada aynı resimle Uwe Mundlos gösteriliyor.
Dava sürecinde gariplilik devam ediyor. Örneğin terör örgütünün ortaya çıktığı günden bir kaç gün sonra (11.11.2011’de) istihbaratta konuyla ilgili tonlarca dosyalar ve belgeler imha edildi. İmha eden ve ettiren memurlar tespit edilmeye çalışıldı fakat hiç bir zaman aydınlanmadı.
Bir başka örnek, istihbaratta çalışan ve ırkçı örgütte ajan olan Andreas Temme 10 cinayetten 6 tanesinde olay yerinde (!) bulunuyor. Ama cinayetler önlenmiyor.
İstihbarata ajanlık veya muhbirlik yapan nazilerin NSU cinayetlerinde olay yerlerinde olduğu da her zaman iddia ediliyordu. Haziran 2015’de bu açık ve net bir şekilde kanıtlandı. Gizlilik sıralamasında en üst derecede olan bir dosya gazetecilere sızdırıldı. Yukarıda bahsettiğimiz gibi, NSU örgütü 2001’de Köln’de iranlı birinin dükkanına bomba yerleştirmişti ve bir kişi yaralanmıştı. Bu sızdırılan çok gizli dosyada yer alan bilgiye göre, 1989’dan itibaren istihbarat için muhbirlik yapan Johann Helfer isimli bir şahsın bu bomba saldırısıyla ilgili bir bağlantısı var. Hatta saldırıyı yapan kişinin robot resmi bu şahısa uyuyor. Dönemin Kuzey Ren Vestfalya Eyaleti İstihbarat Başkanı Mathilde Koller adamın NSU patlamasında bir ilişkişi olduğunu deşifre ediyor, fakat bir çok konuda olduğu gibi, burada da hiç bir işlem yapılmıyor. Ardından Koller 4 ay sonra görevinden istifa ediyor. Neden istifa edildiği bilinmiyor, sadece “şahsi nedenlerden dolayı“ diye bildiriliyor.
NSU terör örgütü üyeleri Uwe Mundlos ve Beate Zschäpe de 2000-2002 seneleri arasında, yani cinayetlerin işlendiği bir zamanda, gizli kimliklerle istihbarat için muhbirlik yapan “Primus“ kod adlı Ralf Marschner’in şirketinde çalışmışlar. Marschner’in dosyası ise 2010’da Sachsen eyaletindeki sel felaketinde yok olmuş.
Heilbronn’da öldürülen polis Michèle Kiesewetter’in cinayetini ise müslüman cemaatlerin içinde istihbarat için muhbirlik yapan İrfan Peçi’nin Amerikan istihbaratı CİA ile beraber izlediği iddia ediliyor.
Tüm bu araştırmaların sonucunca istihbaratın ırkçı örgütlerde bir çok muhbirleri olduğu, fakat bunların çoğunun aslında kendi örgütlerinin değil istihbaratın aleyhine çalıştıkları ortaya çıktı. Üstelik bu ajanlara binlerce Euro ödenmiş. Ajanlar ihtihbaratın kendi görevlileridir. Gizli olarak gruplara girerler. Muhbirler ise, asıl olarak ihtihbarat görevlisi değillerdir, grupların içerisinde olan kişilerdir. İstihbarat ‘uygun’ kişileri tespit eder, muhbirlik teklif eder ve bilgi getirdikleri durumlarda para öder. Yeri gelmişken belirtelim, elbette sadece ırkçı örgütlerde değil, sol örgütlerde ve islami cemaatlerde de muhbirler bulunuyor.
Hatta bu ilişki 1960’lara dayanıyor. 2. Dünya Savaşından yaklaşık 15-20 sene sonra Almanya’da tekrar ırkçı NPD siyasi partisi canlanmaya başlıyor. Kuruluşunda istihbarat için çalışan bir çok ajan ve muhbir yer alıyor. Örneğin NPD’nin kurucu üyelerinden olan Wolfgang Frenz yaklaşık 36 sene istihbarat için çalışmış ve bu bağlamda yaklaşık 1,6 milyon Alman Markı almış. Kendi ifadelerine göre bu paralar sayesinde NPD kurulabildi. 2001’de NPD kapatılmak istenildiğinde, içlerinde bir çok istihbarat ajanı ve muhbiri olduğu için ve bu nedenden dolayı bir çok devlet sırrı ortaya çıkacağı için kapatılamadı.
Sadece NPD’de değil, bir çok ırkçı derneğin kuruluşunda, gösteri organizelerinde, çıkarılan dergilerde istihbarat ajanları ve muhbirleri kullanılmış. Yani istihbarat 1960’li senelerden beri ırkçı grupların tam göbeğinde, herşeyden haberdar, fakat müdahale yok.
Bu ajan ve muhbirler NSU davasına çıktıklarında, adeta alay edici tavırlar takındılar. Bazıları hiç konuşmadı, bazıları hakime gerçek ismini mi yoksa takma ismini mi söylemesi gerektiğini sordu. Bazıları da “tanınmamak“ için kostüm, takma bıyık, şapka vs. giyerek geldiler. Genel olarak ifadelerinde, davayı ciddi almadıkları belliydi.
Araştırmalarda ortaya çıkan başka bir konu, Almanya genelinde hapishanelerde ırkçılar kendi sistemlerini kurmuşlar ve ırkçı mahkumların yakınlarına ciddi maddi yardımlar yapılıyor. Terör örgütü üyesi Beate Zschäpe de bu maddi yardımlardan faydalanan birisi.
Ortaya çıkan başka bir gerçek ise istihbaratın ırkçıların arasında bulunan kendi muhbirlerini polislerin ve emniyet güçlerinin attıkları adımlarından haberdar etmesi. Bu şekilde polisler ırkçı örgütleri yakalamakta son derece zorlanıyorlar. Emniyet dairesi bu hamleleri ilk defa 1997’de fark ediyor ve gereken mecralara şikayette bulunuyor, fakat işlem yapılmıyor.
Örneğin, 1994’de Alman istihbaratın ırkçı örgütlerde bulunan ajanları Luxemburg’da büyük bir ırkçı yürüyüşü düzenliyorlar, fakat ishtibarat bu bilgileri önceden emniyete bildirmiyor.
1993’de istihbarat için çalışan “Piatto“ lakablı Carsten Szczepanski isimli muhbir NSU üçlüsüyle ilgili önemli bilgiler veriyor, örneğin banka soygunu yapıp Güney Afrika’ya kaçacaklarını ve ırkçı “Blood & Honour“ grubunun liderleri kendilerine yardım edeceğini bildiriyor. Fakat istihbarat harekete geçmiyor. NSU davasında bu muhbir ile ilgili soruları yanıtlayan Brandenburg Eyaleti İstihbarat dairesinde muhbirlerle sorumlu görevli Reiner G.’nin davaya getirdiği dosya mahkeme tarafından alınıyor, fakat Brandenburg Eyaleti İçişleri bakanlığı dosyanın tamamını gizli olarak belirliyor ve bu nedenle davada kullanılamaz hale getiriyor. Hazırladıkları rapora göre dosyanın içeriği belli olursa Alman devleti veya belli eyaletlere ciddi sıkıntılar doğar. Rapora göre dosyada istihbarat servislerinin nasıl çalıştığı, nasıl muhbir topladıkları, onlar ile nasıl irtibata geçtikleri vs. yazıyormus.
“Blood & Honour“ grubuna biraz daha değinelim. Yukarıda da belirtildiği gibi, 2000 senesinde yasaklanan bu ırkçı grup, NSU üçlüsüne ciddi yardımlar yapıyor. Mayıs 2017’de “Blood & Honour“ grubunun en önemli adamlarından olan “Nias“ lakablı şahsın, en geç 2002’den en az 2010’a kadar istihbaratın muhbiri olarak çalıştığı ortaya çıktı. Bunun dışında bu grubun Sachsen ve Thüringen eyaletindeki liderleri ve Baden-Württemberg, Dortmund ve Chemnitz’de de grubun bir çok elemanı istihbarat için çalışıyordu.
Eldeki bilgilere göre Alman istihbaratı için NSU etrafında muhbirlik yapan en az 40 kişi vardı ve bir çoğu, yukarıda da görüldüğü gibi NSU’nun varlığı ile ilgili bilgiler veriyordu, fakat istihbarat ısrarla Kasım 2011’deki patlamadan sonra NSU’yu tanıdıklarını ifade ediyor.
Fedaral Emniyet Dairesi 1997’de Alman istihbaratını muhbirlik konusunda uyarıyor ve bunun yanlış bir strateji olduğunu belirtiyor. Muhbirlerin muhbirlik yapmak yerine, kendi ırkçı gruplarını güçlendireceklerini bildiriyor.
İstihbarat ırkçı cevrelerden tuttuğu muhbirleri parayla besliyor ve bu ırkçılar bu paralarla kendi ağlarını kuruyorlar. Örneğin Tino Brandt ırkçı grup “Thüringer Heimatschutz”‘u istihbarattan aldığı paralarla kuruyor. NSU üçlüsü de bu grup içerisinde radikalleşiyor.
“Tarif“ lakablı muhbir Michael See, 1995’den 2001’e kadar istihbarat için çalışıyor ve istihbaratın gözlemi altında ırkçı dergiler yayınlıyor.
Yine istihbarattan aldığı paraylarla Kai Dalek 90’lı senelerde ırkçılar icin özel bir iletişim sistemi olan “Thule-Netz”‘i kuruyor.
Yukarıda bahsettiğimiz “Piatto“ lakablı Carsten Szczepanski isimli muhbir, aldığı paralarla bir ırkçı dergi çıkarıyor ve ihtihbarat, hapishaneden ırkçı arkadaşlarıyla irtibatına devam etmesine izin veriyor.
Az sonra sözü geçecek olan Corelli lakablı muhbir ve istihbarat için ajanlık yapan “Radler“ lakablı Achim Schmid, beraber Baden-Württemberg eyaletinde ırkçı “Ku-Klux-Klan“ ekibini kuruyorlar. Hatta ekibe öldürülen Michèle Kiesewetter’in 2 polis arkadaşını da alıyorlar.
Örgütün kullandığı silahlardan bir tanesi Česká CZ 83 isimli bir silah. Bu silah ile cinayetlerin 9 tanesini gerçekleştirmişler. Piyasada çok nadir bulunan ve zorlukla elde edilebilinen bu silahın örgütün eline nasıl geçtiği de bilinmiyor. Sadece Carsten S.’nin örgüte bu silahı getirdiği biliniyor.
Tüm bu soru işaretleri ve ilişkiler davayı takip edenleri hayret içerisinde bırakıyordu. Ağustos 2013’de NSU soruşturma komitesinin yayınladığı belge’den İçişleri Bakanlığı 118 yerin değiştirilmesini ve bunlardan 47 tanesinin tamemen çıkarılmasını talep etmişti.
Thüringen Emniyet dairesinde çalışanlar, yapılan araştırmalar sonrasında, terör örgütü NSU’nun devletin bazı kurumlarından ciddi yardım aldıklarını belirtiyorlar. Thüringen NSU soruşturma komitesinin Ağustos 2014’de yayınladığı 1800 sayfalık açıklamada ciddi bir şekilde istihbarat-NSU ilişkisi ortaya çıkıyor. Ardından Thüringen Eyalet meclisi öldürenlerin yakınlarından özür diliyor.
Bazı istihbarat daire başkanları bu ilişkilerin ve ihmalkarlıkların ortaya çıkmasından dolayı istifa ettiler. Bazıları da, örneğin bir polis müdürü mahkemede küstahca “Ne yani? Türk mafyası diye birşey yok mu?” diye sorabildi.
Ayrıca bazı dosyaların, devlet sırrı nedeniyle 120 sene gizli tutulması, avukatlara dahi gösterilmemesi söyleniyor. Genel olarak avukatların kendilerine birçok konuda bilgi verilmediğinden yakınıyorlar.
Garip bir şekilde davanın kilit şahitleri de ölmeye başlıyor. Örneğin 2007’de Heilbronn’da polis cinayetinin şahidi Florian Heilig 16.09.2013’de arabasında bombayla öldürülüyor. Heilig, polisin kimin öldürdüğünü biliyordu ve öldürüldüğü günün akşamında polise ifade verecekti.
Aynı şekilde NSU davasında çok önemli bir şahit olan Florian Heilig’in eski sevgilisi ise Mayıs 2015’de ölü bulunuyor.
Nisan 2014’de gerçek ismi Thomas Richter olan, fakat “Corelli“ muhbir ismini kullanan, hem genel olarak ırkçı gruplarda hemde NSU örgütünde anahtar şahit olan ve yaklaşık 20 sene istihbarat muhbiri olarak görev yapan ve istihbarattan bilinen en yüksek muhbir parası olarak toplam 300.000€ alan şahıs, evinde ölü bulunuyor. Tam da NSU davasında şahit olması istendiğinden kısa bir süre sonra, mahkemeye çıkamadan. Corelli 2005’de istihbarata NSU ile ilgili bir CD vermişti. Mahkemede istihbarat Corelli ile ilgili zerre bilgi vermedi.
23.02.2012 günü Berlin’de NSU tarafından öldürülenler için düzenlenen törende Başbakan Merkel soruşturmanın soru işareti bırakmadan aydınlanacağını belirtmişti. Davanın 2016 başlarında bitmesi bekleniyordu, fakat bitecek gibi değildi.
Tüm bu süreçte öldürülen vatandaşların yakınlarından bazı belediyelere yönelik istekleri ve beklentileri vardı, örneğin şehrin bir caddesinin ismini öldürülen şahısların ismini vermek gibi. Maalesef bu konuda da ciddi tartışmalar yaşandı. Sadece bazı bölgelerde güçlükle anıtlar dikilebildi.
Genel olarak hem öldürülen vatandaşların yakınları hem de avukatları, dava sürecinde ilgili kurumlar tarafından gereken desteği alamadıklarını belirttiler.
11.07.2018 günü, dava nihayet sona erdi. Dava 430 dava günü sürdü. Davada 815’den fazla kişi dinlendi, 5 hakim görevliydi, 418 delil sunuldu, 24500 seyirci bulundu, 600 dosyada toplam 280000 sayfa hazırlandı ve 33 milyon Avro’dan fazla para harcandı. Bundan önceki son duruşmada Zschäpe adeta yalvarıyor, affını istiyor, pişman olduğunu, ırkçı olmadığını söylüyor.
Sonunda, karar olarak olarak Zschäpe 10 farklı cinayetten, farkli cinayet teşebbüslerinden, soygunculuktan ve terör örgütüne üye olmaktan suçlu bulundu ve ağırlaştırılmış ömür boyu hapis cezası aldı. Zschäpe’nin avukatlarından biri revizyona gitmek istediğini belirtti. Ayrıca Carsten S. 3 yıl, Holger E. 3 yıl ve Ralf W. 10 yıl hapis cezasına çarptırıldılar. Avukatlar revizyona gideceklerini açıkladılar. Andre E. için 12 yıl hapis cezası isteniyordu, fakat hakim 2 yıl 6 ay hapis cezası verildiğini açıkladı ve mahkeme salonundaki ırkçılar kararı alkışladır. Zaten kararlar okunurken salondaki ırkçılar sürekli dalga geçer gibi hareket ediyorlardı. Ardından hakim bu cezanın da kaldırıldığını ilan etti ve Andre E. dakikalar sonrası serbest bırakıldı. Hakimin bunu duyurmasıyla beraber mahkeme salonundaki ırkçılar tekrar coşkuyla alkışladılar. Hakim alkışlayanlara sessiz olmalarını söyledi, ardından mahkeme salonundaki bazı Türk izleyiciler ve büyükelçilikten görevliler salonu terk ettiler. Bu bile skandal bir tablo.
Fakat en büyük sıkıntı, en büyük sorun, avukatların ve davacıların da davanın sonuçlanmasından bir gün önce basın açıklamasında belirttikleri gibi, yakalanmayan, hala toplumun içinde yaşayan, kimlikleri bilinmeyen diğer NSU üyeleri. Bu nedenle mahkeme salonun önünde sol örgütler “Naziler öldürüyor ve devlet de katılıyor. NSU üç kişiden ibaret değildi“ sloganlarıyla polis ile münakaşa ediyorlar.
Uzmanlar, davada karar verilmesine rağmen kafalardaki soruların ancak %50’sinin netleştiğini söylüyorlar. Zaten dava öyle boyutlar almıştıki tek başına birinin tüm davayı takip etmesi mümkün değildi. Halbuki adalet ve güvenin tekrar geri kazanılması ve önyargıların ortadan kalkması için NSU olayı şeffaf bir şekilde aydınlanmalıydı. Burada olayın aydınlanması için büyük çaba veren Alman gazetecileri de tebrik etmek gerekir. Üzülerek söylemek gerekirki, Almanya’da bu şekilde araştırmacı gazetecilik yapan Türk gazetecileri bulunmuyor.
Peki vatandaşları öldürülen Türkiye ne yapmalı? NSU davası Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı’nın maddi desteğiyle Hollywood tarzında kaliteli bir filim olarak mutlaka çekilmeli. Unutturulmamalı.
https://twitter.com/Cemil_Sahinoez
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.