Ahmet AKCAN
İrşad ve Tebliğde Denge
Din-i İslam, bir taraftan insanı mukadder olan arş-ı kemalata çıkaracak teşviklerde bulunurken, diğer taraftan bu yükselişte önüne çıkacak nefsani ve şeytani manileri bildirmekte, fikir ve hislerinin, fiil ve hareketlerinin bir nizam tahtında dizginlenmesini emretmektedir.
Kur’an; fikirleri dalalete sürükleyen unsurları tashih, fiillere te’sir eden hisleri ta’dil etmekte, insanın hilkatinden aksa’l gaye olan takva-i kâmileyi hedeflemektedir. Bu manayı temin için teşvik ile tehditleri peşisıra bildirmekte, recayı tevlid eden cenneti, havfı doğuran cehennemi ardarda zikretmekte, tebliğ ve irşadını hikmet ile sürdürmekte, bununla hakikat terazisini dengelemektedir...
İnsanı bir bütün olarak tahlil ve tarif eden Kur’an, bütüne ait cüz’lerin terbiye ve tekmiline dair düsturları va’z etmektedir. Vicdanları henüz tefessüh etmemiş insanlara gayr-i meşru nefsani zevklerin elemlerini göstermekte, ruhani ve nurani lezzetlere ulaşmalarını istemektedir.
Kur’an, istikametli devam ve devamlı istikamet için ilahi emir ile nehiyleri bildirmekte, vicdanlar üzerinde emrin ve nehyin tesiri için dünyevi ve uhrevi tehditlere dikkatleri çekmekte, havf içinde recayı insanlara öğretmekte, ümitsizliğe düşmekten muhafaza için niam-ı ilahiyi ve mağfiret-i Rabbaniyeyi nazarlara göstermektedir.
Dünya-ukba, mana-madde, ruh-beden, efkâr-hissiyat, lütuf-kahır dengelerini bozan bütün irşad hareketleri kâinatın hülasası, mevcudatın en ekmel nüshası insanı, maksud olan arş-ı kemalata çıkmaktan mahrum etmektedir.
İnsanları bir yönüyle yani, sadece maddi ve cismani talepleri itibarı ile ele alıp tahlil eden ve buna göre değerlendiren beşer ürünü terbiye usulleri ihtiyaçlara hakiki manada cevap verememektedir.
Müminler tarafından ifa edilen tebliğ ve irşad hakikatinin müessir ve semeradar olabilmesi ancak Kur’ani irşada tam itaat ile mümkün görülmektedir. Kur’ani düsturlara göre yapılmayan tebliğ ve irşad ile beklenen deruni neticeleri tahsil etmek müşkülleşmektedir.
Ezcümle; insanı ye’se düşürüp manen felç edecek kadar kahhariyet-i ilahiyeden bahsedilmesi irşadi bir kusur olduğu gibi, sefahate müptela olan insanlara rabbani mağfiret ile ilahi rahmetin her günahı affedebileceği gerçeğinin devamlı olarak ifade edilmesi, günahkâr insanların seyyiatla âlûde bir ömür geçirmelerine sebebiyet vermektedir.
İrşad-ı hakiki ise; affeden ve affı seven bir Rahman’ın varlığına dair tebşirat kadar, Allah’ın adil-i mutlak olduğu ve günahkâr kişileri de azab edeceği hakikatine dair tahşidatı da gerektirmektedir. Ta ki, tebliğdeki irşadi denge zedelenmesin, insanın istikametli yürüyüşündeki itidal muhafaza edilebilsin...
Bu itibarla, nurlu dairede ashab-ı saadet olacaklarına dair beşaretleri ifade ederken Kur’ani irşada iktidaen teşvik-tehdit dengesine dikkat etmek gerekmektedir. Yani ödüle nailiyet için ödenmesi gereken bedellerin de bildirilmesi icap etmektedir. Ödenecek bedeli bildirmeden nazarlara sadece ödülü göstermek, irşad hakikatini esastan zedelemektedir.
Elhasıl; hak bir dava davet, yani tebliğ istemektedir. Davet ise gayret ve hamiyeti iktiza etmektedir. Size sizi anlatan, sizde olanı size hatırlatan, size malikinizi tanıtan ise irşad manası ile tarif edilmektedir. İrşad-ı hakiki; aklın iknasını, kalbin itminanını, ruhun inbisatını ve nefsin ilzamını netice vermektedir.
İmana davetin (tebliğin) gayesi, insanın ezelde verdiği ama unuttuğu yemine sadakatini yeniden tesis etmektir. En büyük cihad-ı manevi, tebliğ ve irşad vazifesidir. Bekayı anlamamış, faniye aldanmış insanların akıl ve kalplerinin Sani-i Ezeliye çevrilmesi vazifesinin önemi görülmelidir...
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.