İsmail BERK
Şam vicdanı: 1911
Genç bir alim olan Bediüzzaman, 1911'de İstanbul'da Münazarat eserini yayınlar.
Kürtler üzerinden, doğuya ve merkezi hükümet İstanbul'a oldukça yalın, problem-çözüm odaklı reçeteler sunar. Ancak ne taban/bölge ne de tavan/payitaht olan iki tarafın da çözümleri dikkate aldığı söylenemez. Nitekim medreseler ihtiyaç, gündem ve istikbal üzerine esaslı, inşa edici bir çerçeve ortaya koyamadı. Balkanlarda başlayan ve Birinci Dünya Savaşı ile devam eden mağlubiyetler ise Osmanlı çatısını da, medrese kubbesini de uçurdu.
Bediüzzaman ise hayatının merkezine ömürlük amacı Medresetüzzehra eğitim modelini alıp, inşa etmeye devam etti. İslam kardeşliğini bu ilmi altyapı ve tasarladığı kurumla güçlendirmeye çalıştı. Batının ulus devlet formunun İslam toplumlarında estireceği ırkçı rüzgarları derinden hissederek müsluman kavimleri ciddi ikaz etti. Medresetüzzehra ile hem din ve bilim, hem de Arapça-Türkçe-Kürtçe pratiği olan bir Anadolu uygulaması ile İslam Birliğinin diğer ülkelere yansıtıcı bir perspektifini belirledi.
Nitekim hem şubeleşme/ihtisas/uzmanlık, hem darül muallim/eğitim bilimleri ile metodoloji ve feyz zemini oluşacaktı bu üçüncü bin yılın akademiasında. Böylece etki alanı problemli coğrafyanın siyasi çözümsüzlüğüne, hürriyetine ve kendini yönetme iradesine muhtaç ana temsil ve aktörler olarak "Arabistan, İran, Kürdistan, Türkistan, Pakistan ve Anadolu" bileşenleri ile zihinleri İslam Birliğine hazırlayacaktı.
Bu beraberliğin ilmi ve kültürel aksiyonlarını akademik bir formatta ortaya koydu ki, ödül! olarak payitaht tımarhaneye attı.
Geri kalmışlığın saha tecrübesi olan doğu ve Kürtler ile Padişah temelli merkezi idaredeki Türkler, Bediüzzaman'ın bu haykırışını, çığlığını, aktivistliğini, müderrisliğini okuyamadılar.
Bediüzzaman, yakın gelecekte İslam dünyasını sarsacak ve ümmetin vicdanına inecek ırkçı, müstebit ve müfsit yapılanmaların farklı versiyonlarının İslam kavimlerine musallat olacağına dair müzdaripti.
Bu mesuliyet ve şevkle Şam'a gitti. Araplar üzerinden İslam toplumlarına dair tespitler yaptı, ikazlarda bulundu ve hedefi ortaya koyacaktı.
Osmanlının Balkan savaşı ile birlikte sürüklendiği çöküş yıllarının başıydı. Anadolu'da Süfyanın pençesine düşecek gidişatın ayak seslerine karşı Münazarat'la uyandıramadığı Anadolu zemininden Arap dünyasına Şam'a uzanmıştı. Ulema üzerinden Emevi anlayışına, Emeviye camisinde Arapça hutbe vererek ahlaki, siyasi ve sosyal sorgulamalar yaptı.
Ümitsiz, manevi bağları kopmuş, ırkçı, adavetle beslenmiş, şahsi menfaatlerine odaklı, istibdat karakterli insan, toplum ve devlet profillerine dikkat çekerek zor olan yüzleşmeye davet etti.
Sene 1911, sanki Şam'da üç kavme İttihad-ı İslam vurgusu, ehemmiyeti ve İslam dünyasında altı temel ahlaki problemin hepimiz birer paydaşı ve figüranı değilmişiz gibi üstüne alan olmadı, haliyle muhatapların inşa ve ihya kapasitesi yetmedi.
Sonrasında 1921, İngilizlerin İstanbul İşgali ile birlikte dessas siyasetini İslam aleminin iliklerine kadar nüfuz edecek derin kuşatmalarını icra etti.
Nitekim Hutuvat-ı Sitte'de küresel ifsat komitelerinin senaristi İngilizler üzerinden zındıka komitesine dikkat çeker.
İstanbul hükumeti yoğun bakımdayken, Ankara hükümeti ise biçilen rolüne hazırdı. Topraklarımız işgalden kurtulurken zihnimiz insi ve cinni şeytanlarla söyleteceği sözlere hazır, "yeni bir çene takarak" müslümanların arasına fitne tohumlarını ekerek propagandalarını "Der ve dedirtir."
Nihayetinde rotayı Suriye üzerinden toparlarsak;
Sene 2011, Süfyan silindiri ifsat komiteleri ile üzerimizden geçmemiş gibi, ülkemizin 911 km'lik sınırda akraba olduğumuz bu topluluklarla, kardeşlerle, ümmetle hafif tabirle kavgalı olduk.
Hutbe-i Şamiye'nin anlaşılmasına yüzyıl yetmedi. (1911-2011)
Şimdilerde hamasetle, siyaset satrancının evrensel müfsitlerinin izdüşümü olan Theodor Herzl'le tecessüm etmiş bir dönemdeyiz. Beşinci Şua'da aplikasyonu verilmiş bir coğrafyada, akan kana, cinayetlere ve zalimlerin Filistinlileştirdiği bir perişanlıktayız. Ümmet vicdanında makes bulamayacak bir vasatta mehteran gibi "cihat ruhuyla" Suriye'de sefere çıkaran hissiyat ve milliyetçilik ittihad-ı İslam'ı temin edemez. Ümmetin ortak dilini yaralayan halini gördükçe vah halimize.
Bilhassa Hutbe-i Şamiye okuyanların kalbin coğrafyasını daraltacak topoğrafya üzerinden Risale-i Nur'un manevi cihat çerçevesine giremeyen siyasi boğuşmalara yerel psikolojilerle başarılar yüklemesi düşündürücü.
Zulüm kokan çatışmaların kardeşliği mümkün mü? Manevi cihat esaslı bir yaklaşım, kılıçların çekildiği "fetihler"e tarafgirlik hissiyle bakmamalı. Alem-i İslamın kalbine saplanan hançerleri yerel okumalar ile yorumlamak ise ayrı bir mesuliyet.
İnsanlık ailesinde insaf, hakikat ve hürriyet arayışı olan yeryüzü vicdanı, elbette hakim olacaktır.
Üstadla virgül koyalım: "Fereç isteriz ama zalimlerin kılıncıyla değil..."
Zalimler figür, oynatıcıları yapımcı iken, yeni zalimlere fırsat geçidi ile gidene sevinelim ama gelene ne diyelim?
Zalim değişiyor ama mazlumun kaderi değişmiyorsa, altı ahlaki problem hala devam ediyor.
Sonuç olarak, her şeye rağmen yerkürede hakikatin hakim olacağı adalet ve hürriyet talebi, müstebit bütün kişi, kurum ve kuruluşları aşacaktır.
Bize düşen zihnen, kalben, vicdanen harici tesirlerden bağımsız ilke, ahlak ve eşitlikle meselelerin taraflarını Risale-i Nur içtimaiyatı ile okuyabiliyor muyuz?
***
Dünkü bu yazıya ilaveten, bugün şükür mazlum Suriye halkı 61 yıllık Baas ceberrutundan kurtuldu.
Dileriz, meşru ve bütün taraflara eşitlik ve hürriyet sunacak ve 1911 Şam hutbesini anlamlandıracak kavimlerin kardeşlik barışı olsun.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.