Yusufi Okul ve Denizli Meyvesi-2

-Kurb-u Sultan, Ateş-i Suzan Hafız Ali Ağabey-

1944, Denizli Cezaevi.

Fikir ustası ve fikir işçileri iş başında.

Usta/üstad yazıyor, şakirtler okuyup, paylaşıp, müzakere ederek yaygınlaştırıyorlar.

Sessiz ve sakin, sabır ve sebat içinde bir dikkat ve tedbirle. Bu suçu! cezaevi yönetimi fark etmeyecek hassasiyette işliyorlar.

Cezaevi yazıları "Meyve" veriyor: Meyve Risalesi kitapçığı.

Mahpuslar arasında sosyal uyuma vesile olan bir manevi reçete.

Ruhlara vitamin gibi günlük iman proteini takviye ediyor.

Zihnin marifet tarlasına ekilen meyveler, birer tohum olarak Neşv-ü nema buluyor his dünyasında. Zahmet rahmete, cefa evi, sefa evine dönüşüyor. "Huzma sefa, de'ma keder" pratiği vücut buluyor bu iklimde. "Kederi at, safayı bul" telkini inşirah veriyor Rabbani latifelere/duyulara. Meyveler, çekirdeklerini yeniden toprağa hazırlıyor. Yeniden filizlenmek yeni meyveler vermek için.

Fikir işçileri, nur tohumunu ruhları muhtaç ziyaretçilere ulaştırıyorlar.

Nur fidanlığı inanılmaz fideler yetiştiriyor.

Bu nur hizmetkarlarından biri, Üstadın yetkilendirdiği "Nur Fabrikası sahibi" Hafız Ali ağabey. Ruhumu saran ve tasavvurumda farklı bir hayali canlandıran "Mahviyet sistemi"nde bir zat. Şahs-ı manevi yonüyle Biz-zat/bizzat mesabesinde. Öyle bir "fabrikatör"ki üstadında/ustasında gördüğü ürünün/standardın emanetçisi bir fabrikatör. Üstadın endüstriyel terimleri böylesi nurani bir formda kullanması, maddi varlıkların manevi istihdama vesile olmasına dair önemli bir ölçü ve yaklaşım.

Hafız Ali ağabey, bu nur fidanlığında fidan gibi nur patentine sadık bir talebe.

Gayyur ve muhlis işçi ruhlu hadim-i Kur'an Hafız Ali ağabeyimiz, iş başında şehadet şerbetini içenlerden. Cezaevinde hastalanıp hastanede vefat ediyor.

O günkü zalim idare, memleketi Isparta İslamköy'e defnedilmesine müsaade etmiyor, ceza almadığı halde Denizli kabristanında medfun.

Hüzün veren kaderi "iş kazaları"na rağmen, Cezaevi Nur fidanlığında üretim aksamıyor. Tam bir kooperatif gibi bütün hissedarlar aktif ve iş başında. Manevi bir şirket payıyla, "Şirket-i Maneviye" bilgi ürünlerini hem çoğaltıyor, hem çeşitlendiriyor hem de pazara sunuyor.

"Şirket-i a'mal-i uhreviyye" işliyor. İş bölümü/taksimül a'mal tarzında... "bir fabrikanın çarkları..." ihlasla dönüyor. "Teşrik-i mesa-i" planlaması ile "ittifak-ı vazife" disiplini sayesinde "ittihad-ı maksat" sırrını koruyarak, tesanüdün büyük ruhunu hem yaşıyor hem de yaşatıyorlar.

"Ekilen nur tohumları" öyle aranan bir hammadde ki, duyan ve bilen Anadolu insanı nur fidelerini talep ediyor. Bu istek yoğunluğu, çölde susuz dudakları ıslatacak bir damla su misali, umut oluyor fideyi besleyen toprağın kurak çatlaklarında. Böylece hapishane algısı ve yaşanmışlığını aşan bu enerji dolu meyvelerle bir okul kurulmuştu. Tahtası, tebeşiri, sırası, masası olmasa da ders ortamı derslik olmuştu.

Mazlumların piri, masum tutukluların rehberi Hazreti Yusuf'un mekanı olan hapishane, Medrese-i Yusufiye olarak yeni bir ünvan, statü ve okul ismini almıştı. Ruhlar bedenlerinden, zihinler fizyolojilerinden kurtularak ve kalpler ortamın kasavetini aşarak koğuş bir kampüs olmuştu, meydan bir meyve bahçesi, mutfak/yemekhane yazı ve okuma alanlarına dönmüştü. Nur talebeleri, yatağında sırasında çalışır gibiydi. Sabah, öğle, ikindi, akşam ve yatsı araları, ruhu besleyen, her günün beş vakit kulluk merasimi, vecd hali ve cemaatle namaz saatiydi. Dışarda buluşmaları yasaklanan nur işçileri, birbirini tanımayanlar ve birlikte okudukları kitaplardan dolayı tutuklananlar burada nurani cemaatlerini kurmuşlardı. Sıkıntı içinde yakınlarını merak ederken tahammülü zorlayan şartlara rağmen, gönül bahçeleri sulanıyordu, akıl yemişleri/meyveleri rahatlatıyordu. Sohbet, ortamı yumuşatırken dertleşme, yükü hafifletiyordu. Tebessümün şefkat yüklü muhabbet meyveleri teselli bardaklarında çaya, çorbaya lezzet katıyordu.

Böylece Risale-i Nurun Yusufiye Medreselerinde kitap vardı, ders vardı, müderris vardı ve en önemlisi talebe vardı. Daha ne olsun? İman meyvelerini verdikçe, hayata hayat oldukça, Cehennemi haller ve katlanılamaz zulümler cennet kokusuna dönüşüyordu. Hayatın meşakkat ve musibetleri cennet meyvesini verecek şekilde İslam ağacı olacak iman tohumlarını ekmeye devam ediyordu.

Nitekim Hafız Ali ağabey cennete ihraç edilen bir nur şehidi ve fidanıydı. Üstad, vefatıyla o kadar çok teessür ve hasretle mahzunlaşıyor ki, yazdığı taziyenamede hissiyatın yakıcı kavuşma arzusuyla birlikte tesellisini "Bizden size manevi hediyeler, sizden bize rahmani teselliler devam ediyor" ilaç cümlesiyle nurani beraberliğini özetliyor.

Mükedder firakın, iştiyakla vuslata ereceği güne kadar, diğer ifadeyle dünya fanisinin berzah bekleyenleri ile buluşacağı haşir sabahına kadar, "ateş-i suzan" dinmeden ebed yolcularının ebedi buluşma yolu hep açık kalacak. İşte ruhun kerbelası, kalbin sızısı ve aklın çaresizliği bu.

Bitmeyen aşk, lütufkar şefkatle sabır mutfağında pişerek ahirete hazırlanir bu nur fidanlığında.

Ümitsiz özlem şairlerinin "Elemkarane birer feryat damlası" şiirlerinin kavrayamadığı bu hasret/kavuşma ümidi, nur fidelerinde ahiret azığı meyvelerle o kadar canlı ve şevk dolu ki, söz biter burada... Vesselam.

Böylece esas vatanlarına sevkiyatı yapılan nur ürünleri, o menzillerden bize rahmani tesellilere vesile olacaklar inşallah. Berzah yolcuları, bizim manevi hediyelerimiz kadar muktesebatımızı ve hissedarlığımızı dahil ediyorlar.

Üstadla Hafız Ali ağabey arasındaki kuvvetli bağ ve ifadeler, üstadın onda anlamlandırdığı "Bu sır hizmet eder" müşahedesi ile taçlanıyor. Üstadın kalbine misafir olduğunu beyan eden "kalbine baktım" manası ve ihatası dünyaya asla sığmayan ve idraki geride bırakan bir "ayine-i Samed" hali. Ebediyet meydanında tezahür edecek olan mana ve in'ikas nasıl bir hal Allah'ım. Hududumuzu aşan ve takatsizliğimize delil bir inşirah sevkiyatı... Lal oldum... Vesselam.

"Hafiz Ali sistemi" mevzusu ise ömürlük bir çalışma ister. Hizmet erbabı için nur işçilerini yetiştirecek bir model.

Ve hala hazırlık sınıfı bile oluşamadı demenin ızdırabını yaşamamak elde değil.

Hafiz Ali ağabey üzerine o kadar geniş perspektifler çalışılabilir ki, başka bir vakte inşallah...

"Birimiz dünyada, birimiz ahirette olsak da yine beraberiz" sırrınca Yusufi medresemize dönersek, nur fabrikası ve fidanlığı kesintisiz devam ediyordu cezaevinde.

Nur fidanları, iş başında zulmü, zalimi, hileyi ve bunların taraftarına karşı, hisleri ve nefsi aşarak, aşılanarak ve aşkın "tecrid-i zihinle" mukabele ediyorlardı.

Cezaevinde Meyve Risalesi diploması ile cennet yolcusu olanlara ne mutlu. Risale-i Nur'un kainat medresesinde ve yeryüzünün o büyük görünen mütevazı sahasında konu, konum, mekan, yer, ülke, imkan, fırsat veya fırsatsızlıklardan bağımsız nur medreseleri kainatın her noktasında iş başında. "Sırren tenevveret" ve internet ile.

İman tohumu, bütün varlıklara sahibini hatırlatıyor ve "intak-ı bilhak" nevinden konuşturuyor.

Cezaevleri birer yusufiye medresesi: "Medrese-i Yusufiye" oluyor.

Ulaşım araçları, tren örneği ile birer "Medrese-i Seyyare."

Toplum ve yönetim bağlamında yeryüzünde "Hayat-ı içtimaiye Medresesi" ve dijital dünyanın mobil medreseleri iş başında.

Yusufi medresenin dökümanlarından Meyve Risalesinin sabahki ikramı ve bıraktığı damak tadına şükür.

Meyve Risalesi dersine hoş geldiniz. Buyrun yeniden okumaya.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.