İsmet Berkan'ın medrese sorusuna cevabı Said Nursi verdi
Berkan'ın sorusu Bediüzzaman Said Nursi'nin ömrünü verdiği bir projeyi hatırlattı
Ahmet Bilgi'nin haberi:
RİSALEHABER
Hürriyet yazarı İsmet Berkan, "Bizim medresemiz neden üniversite olamadı?" diye sordu.
Berkan'ın sorusu Bediüzzaman Said Nursi'nin ömrünü verdiği bir projeyi hatırlattı. Bediüzzaman'ın "Medresetüzzehra projesi", bir anlamda Medreselerin hüviyetini koruyarak fen bilimleri ile dini bilimlerin birlikte okutulmasıyla üniversiteye dönüşmesi çabasının adıdır.
MEDRESE AYNI DEĞİŞİMİ GEÇİREMEDİ
Hem İslam’ın eğitim kurumu olarak medresenin hem de Hıristiyanlığın eğitim kurumu olarak üniversitenin başlangıçta dini eğitim kurumları olduğunu belirten Berkan, "Ama zaman içinde medrese medrese olarak kalırken üniversite bugün bildiğimiz üniversiteye dönüşüyor" dedi.
"Batı’nın üniversitesinin bilimsel düşünce devriminin yaşandığı, bugün bildiğimiz Batı uygarlığının ana kaynağı olmasının kök nedenleri ile medresenin İslam âlemi ve dünya için aynı değişimi geçirememesinin kökü hakkında düşünmek, özellikle biz Türkiye’de yaşayanlar için son derece güncel, son derece önemli bir konu" şeklinde yazan Berkan, YÖK Başkanı Prof. Dr. Kemal Gürüz’ün yazdığı “Medrese v. Üniversite” kitabıyla ilgili değerlendirmelerde bulundu.
NAKİLLE YETİNDİ
Medresenin nakille yetinmesinin, başlangıçta bireysel girişimlerle ayakta duran medresenin Harun Reşid zamanından itibaren bir devlet kurumuna dönüşmesinin de medreselerin ana işlevini mevcut düzeni aynen korumak haline dönüştürdüğünü ifade eden Berkan, "Kemal Gürüz’ün dikkat çektiği bir başka nokta, Harun Reşid’in Gazali’yi ve düşüncesini tercih etmesinin arkasında devletin birliğini ve düzeni koruma kaygılarının öne çıkması. Bu durum Osmanlı döneminde de değişmedi; medrese daha çok kadı/müftü gibi dini hukuk uygulayıcılarının yetiştiği bir yer olarak hep mevcut düzenin sürmesi/korunması için yardımcı bir kurum işlevi üstlendi. Oysa Batı’nın üniversitesi, kralların zaman içinde Katolik kilisesinden kendilerini bağımsızlaştırması nedeniyle ‘düzen koruyucu’ bir işlev üstlenmedi. İslam’ın İmam Gazali’nin görüşlerinin hâkimiyet kazanmasına kadar devam eden altın çağında çok sayıda büyük düşünür ve bilim insanı çıkardığına kuşku yok. Nitekim, daha sonra Hıristiyanlığın kendini Platon’un etkisinden kurtarıp Aristo’yu yeniden keşfetmesi de o Müslüman düşünürler sayesinde oldu" dedi.
Medreselerin diyalektikten diyaloga geçemediğine dikkat çeken Berkan, yazısını şöyle sürdürdü:
"İslam’ın medresesinde yüzyıllarca diyalektik, yani bir konunun iki kişi arasında tartışılması ve bunlardan birinin tartışmayı kazanmış kabul edilmesi bir eğitim yöntemi olarak kullanıldı. Hıristiyan üniversitesi bu yöntemi yüzyıllarca gecikmenin ardından Müslümanlardan öğrendi ve uyguladı. Ama üniversite, bilimsel düşünce devriminin de etkisiyle zaman içinde diyalektikten ‘diyalog’a, yani bir tarafın kazandığı tartışmadansa bilgilerin karşılıklı paylaşılıp bir senteze ulaşılması yöntemine geçebildi. Oysa biz, bugün ortada bir medresemiz olmasa bile, hâlâ tartışmalarımızı diyalog yöntemiyle değil, bir tarafın diğerini mağlup edeceği varsayımıyla diyalektik yöntemle yapmaya devam ediyoruz."
SAİD NURSİ'NİN MEDRESELERİ GÜNCELLEME PROJESİ: MEDRESETÜZZEHRA
Bediüzzaman Hazretlerinin dokuz yaşında tahsil hayatının başlaması ile birlikte yaklaşık yirmi yılı, medreseleri gezmekle, ders almakla, ders vermekle, bölgenin problemlerinin yerinde tespit etmekle geçti. 15 yaşlarında Doğu Beyazıt’ta Şeyh Mehmed Celali Hazretlerinden İcazetini aldıktan sonra doğu medreselerini gezdi, doğu ve güneydoğu illerindeki önemli problemleri ve özellikle eğitim konusundaki ciddi sıkıntıları yerinde tespit etti.
Şark’ın birçok bölgelerinde medreseler vardı, ancak bunlar ihtiyacı karşılamaktan son derece uzaktı. Yeterli miktarda öğretim elemanı mevcut değildi. Medreseler, çok ilkel şartlarda faaliyetlerine devam ediyorlardı. Medrese binaları çok ilkel sayılırdı. Bir odada çok sayıda öğrenci barınmaya çalışıyordu. Halkın yardımları ile ayakta durmaya çalışan bu medreselerde, maddi imkansızlıklar had safhada bulunuyordu. Eğitim metodu eskimişti ve çağın ihtiyaçlarına cevap veremiyordu. Bu eğitim ve maddi imkan yetersizliği, gelecekte çok büyük sıkıntılara sebep olabilirdi. Bu olumsuz şartların mutlaka düzeltilmesi ve bu bölgenin insanlarına zamanın gerektirdiği yeterlilikte bir eğitim verilmesi şarttı.
Eğitim probleminin hal edilmesi ve eksikliklerin giderilmesi için ciddi, gerçekçi, bölge insanlarının ihtiyaçlarına cevap verebilecek ve bölgenin sosyal yapısı ile uyum sağlayabilecek bir proje geliştirilmeliydi. İşte ‘’Medresetüzzehra’’ projesi böyle bir arayıştan ve ihtiyaçtan doğmuştu.
Bediüzzaman, Medresetüzzehra'nın hem mektep, hem medrese, hem de zaviyeyi bünyesinde barındıracağı ve bunların vereceği faydaları temin edeceğini belirtmişti. Böyle üçlü bir yapıda, mektep, medrese ve zaviye âdeta bir ‘meclisi şûra’ mahiyetinde olacak, birbirinin güzelliklerinden faydalanacak ve birbirinin noksanını tamamlayacaktır.
Medresetüzzehra'da din ilimleri ile fen ilimleri beraber okutulacaktır.
Eğitim dili olarak Bediüzzaman, “Arabî vacip, Kürdî caiz, Türkî lâzım” diyerek Medresetüzzehra'nın üç dilde eğitim yapacağını belirtmektedir. Kürtçeyi mahallî dil, Arapçayı ilim ve iletişim dili, Türkçeyi de resmî ve siyasi dil olarak kabul etmektedir. Projenin hitap ettiği alan, sadece Doğu Anadolu ya da Anadolu olmayıp Arabistan, İran, Hindistan, Türkistan, Kafkasya ve Bosna'ya kadar Osmanlı toprakları olacağı için, eğitim öğretimde ve iletişimde kullanılacak dil veya dillerin de, bu alana uygun olması gerekmektedir.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.