İsmail AKSOY
İstanbul sabahında diriliş
İlim yolunda yapılan yolculuk ve seferlerin apayrı bir zevki, semeresi ve ufuk açıcı taraflarının yanında, bizim gibi altıncı basamağa merdiven dayamış birisi için zahiren yorgunluk gibi görünse de, manevî ve psikolojik açıdan, şevk depolama, yeni açılımlara kanat çırpma bakımından âlemimizde zevk-i ruhânî, gönlümüzde inşirahlara yol açtığı muhakkaktır.
Bir vesile ile yaptığımız seyahatin çok amaçlı ve çok yönlü faydalarını şevke medar olması temennisiyle paylaşmayı münasip gördük.
İstanbul’a vâsıl olduğumuz günün akşamında yapılan 25. Söz dersinin mâna yüklü atmosferini doya doya yudumlarken, Fetih Sûresi’nin sırlarla dolu bahrinde yelken açıp satır aralarında derinlemesine gezinirken ve kürek çekerken, ne kadar büyük bir lutfa mazhar olduğumuz itirafını kendi alemimde haykırmaktan kendimi tutamadım.
Âl-i İmrân sûresinin âyetlerinde Hz. İsa (a.s)’a yapılan iftira ve bühtanların, Ona yapılan yakıştırmaların surenin başında peşinen nasıl cevaplandırılıp yanlış akidelerinin tashih edildiğini, Îsevî dinini tahrip edenlere karşı Rabb-ı Zülcelâl’in kesin hükmü olan “Allah Teâlâ ki, Ondan başka ibâdete lâyık hiç bir ilâh yoktur…” şeklindeki mâna yüklü hakikatler ikiyüz civarındaki hâzirûnu pür dikkat dinlemeye sevk ediyordu. Hele Fetih sûresinde harfleriyle mübarek sahâbelere işaret edilmesi de, Kur’ânın ince sırlarını ve i’câzını kavramadaki lezzeti kat kat artırıyordu.
Böyle Ku’rânî bir dersin şafağında, beş kişilik gurubumuzla Eyüp Sultan’ın yolunu tutuyoruz. Ezân-ı Muhammedînin lâhûtî sadâsı eşliğinde, kuşların çığlık çığlığa, koro halindeki evrad ve zikirleri arasında yüce Nebî’nin sancaktarı, İstanbul’un mânevî sultanı Ebû Eyyûb el- Ensârî’nin merkadının bulunduğu avluya haşyet ve pür dikkat kadem-i mücrimânemizle idhal olunuyoruz…Herşey suspus, çınarlarda bir huşu ve sükûnat hâkim, şadırvan ve kubbeler pür dikkat bu İlâhî çağrıya kulak kesilmiş nasılda dinliyorlar... Ruhlar âdetâ kanatlanmış uçacak gibi...Çocuğunun elinden tutmuş heyecanla içeri girmeye çalışan, sanki paylaştırılacak rahmetten mahrum kalmama adına yavrusunu, mâsum evlâdını kendisine refîk yapmış bir babanın, babaların heyecânı… Mihmandâr-ı Resûl Eyyûb (r.a)... Ah İstanbul!.. Her sabah ezanlarla sefahat gecelerinin günahından yıkanır, dirilişe geçer, saflaşır, berraklaşır, paklanır... Bu arınmayı en doruk noktasında Eyüp Sultan seherinde iliklerinize kadar hissedersiniz. Buram buram rahmet esintileri karşılar sizi ve ruhunuzu diyâr-ı Nebî’ye götürür… Güvercinler, bir ev sahibi edasıyla adeta hoş geldiniz der gibi hû sesleriyle kanat çırparak sizi karşılar…
Ancak mahfilde yer bulabildiğimiz câmi lebâleb doluydu. Cemaaatte bir sükûnet ve boyun bükmüş bir eda hâkimdi. Eyyûb Sultan Hazretlerinin (ra) sekîneti çökmüştü üzerlerine sanki…Huşû içerisinde kılınan namazdan sonra, sıra ziyârete gelmişti. Ekserisi avluda toplanan ve huzur-u sahâbenin makberi önünde edeple ellerini açmış, hocaefendinin veciz duasına içten âmîn diyordu… Gönülden akan ihlâs ve dua damlaları, gözlerden akan yaşlarla birleşerek Rabb-ı Rahîme arz ediliyordu.
Gönüller mest, ruhlar mest, semâ mest, melek mest, âfâk mest, kubbeler mest, rûhâniler mest…
Ve arkasından Yerebatan Camiindeki üç sahâbe ziyaretiyle sabah programı tamamlanıyordu…
Öğle namazı öncesi Zerre Risalesinden yapılan nefis dersle zerreler âlemindeki seyahat başlıyor, akşam yatsı sonrası 11. Lem’a dersiyle Sünnet-i Seniyyenin ve âdab-ı İslâmiyyenin güzellikleri terennüm ediliyor, İslâm şiârının vazgeçilmez rükünlerindeki prensiplerle kendimize yeniden çeki düzen veriyor, terk edilen şeâirin bizlere düşen payından sorumluluk bağlamında hissemizi kabullenmenin mahcûbiyetiyle daha çok hizmet ve gayretin kaçınılmaz ahdini, Kur’ân ve sünnetten tâviz vermeme peymânını tecdîd ile kardeşlerimizden destek ve şevk alıyorduk.
Esâret altına alınmış olan İslâm’ın sembollerini esaretten kurtarıp yeniden ihya etmenin cehd ve gayretiyle topyekün bir mânevî cihad seferberliği gerekiyor. Besmelesiz kitaplarla, eğitim kurumunda güne besmelesiz başlayan yavrularımızın, besmelesiz derse başlayan muallimlerimizin, besmelesiz açılan meclis oturumlarının bu esaretten kurtarılması gerekiyor…
Dersin hitamında emr-i vâki ile, boğazımızda düğümlenen ses kısıklığına rağmen okuduğumuz Kelâm-ı İlâhî’den (Hac suresinin son sayfası) nasibimize düşeni biiznillah iktisab etmenin hazzıyla dağılıyoruz.
“Allah uğrunda, Ona lâyık bir cihadla cihad edin. Sizi O seçti ve dinde size bir güçlük de yüklemedi. Atanız İbrahim'in dini üzere olun. Bundan önce de, bu kitapta da sizi Müslümanlar olarak adlandıran O’dur—tâ ki Peygamber size şahit olsun, siz de insanlara şahit olun. Öyleyse namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin ve Allah'a sarılın. Sizin dostunuz O’dur. Ve O ne güzel dost, ne güzel yardım edicidir.” (Hac, 22/78)
Ertesi sabah sıra Beyazıt camiindeydi. Aynı ekiple yer bulamama telaşı içerisinde erkenden yola koyulduk. Kardeşlerimizin ifadesiyle İstanbul sanki buraya dökülmüştü.
Namaz öncesi okunan Yâsîn-i şerif, ruhları namaza ve namaz sonrası okunacak olan Kur’âna hazırlıyordu sanki…
Namaz sonrası bütün gözler ve gönüller bir tarafa odaklanmıştı âdetâ…
Gözütok hocanın Ahzâb sûresi; 38-48 âyetleriyle çektiği Kur’ân ziyâfeti ömür boyu unutulmayacak kıvamda ve lezzette idi. Coşturdukça coştu, coştukça coşturdu… Duygu seli caminin bütün zerrelerine hâkim olmuştu…
Aman Allah’ım ! Bu ne muhteşem, ne bereketli, ne feyizli, ne coşkulu, ne kadar anlamlı bir manzaraydı. Kendimi o kadar sıkmışım ki, sonunda dayanamadım, duygularım boşalmış, azalarım birazcık olsun sükûnete ermişti…Yanımdaki Muhammed kardeşe gözüm iliştiğinde, kendinden geçmiş bir hali vardı. Öbür safta her iki Mustafa kardeşler kendilerini öylesine kaptırmışlardı ki o atmosfere, teslîm-i ruh etmiş gibiydiler. Selim kardeşimiz bu duygu yoğunluğuna daha fazla dayanamamış, kendisini bir an dışarı atmıştı…
Bir film şeridi gibi, Üstad Bedizzaman (r.a)’ın hâfızları dinlediği, Şeytan-ı laînle mübarezeye girdiği demler gözümüzde canlandı. Mânen onlarla birlikte aynı safta o muhteşem ziyâfeti dinlerken, salâvatları, hocaefendinin okuduğu İsm-i âzam duasını birlikte okurken yeniden dirilişin, silkinişin, tarihî güzellikleri ve ihtişamı terennüm etmenin hazzını yaşıyorduk…
Kerahet vaktinin çıkmış olması sebebiyle iki rek’at nafile namaz için kenarlara çekilen mü’min kardeşlerimize biz de iştirak ediyorduk…
Buğulu ve yaşlı gözlerle İstanbul, sabahın sevincini ve mutluluğunu yaşıyordu…
Nur dersanemize intikal ediyor, tatlı bir sohbet, ilim/irfan soluklayan bir muhabbetin ardından vedalaşıyorduk.
Seyyar medresimizde Kur’ân ve Risale okumalarıyla Ankara’ya doğru Mustafa Bey’in kaptanlığında yol alırken, dudaklarımızda şekillenen zerreler diliyle tekrarını nasip etmesi için dualarımızı Kâdiü’l Hâcâta arz ediyorduk.
Hâzâ min fadli Rabbî.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.