Mehmet Ali KAYA
İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti ve bir tashih
5 Nisan 1909 tarihinde İttihat ve Terakki Cemiyetine muhalif olanlar tarafında Volkan Gazetesi idare odasında kurulmuş bir cemiyettir. Volkan Gazetesi sahibi Derviş Vahdetî’nin kurucusu ve başkanı olduğu İttihad-ı Muhammedî Cemiyeti kuruluşunu Ayasofya Camiinde okutulan bir mevlit merasiminde ilan etmiştir.
Bazı tarihçilere göre bu bir cemiyet olarak değil bir fırka olarak kurulmuştur ve amacı da siyasidir. Ancak, Tarık Zafer Tunaya’ya göre İttihad-ı Muhammedî Fırkası “parlamento içinde kurulan gizli ve ihtilalci eğilimli bir parti değildir.” (http://tr.wikipedia.org/wiki/ittihad-ı_Muhammedi) Volkan ve Mizan gazeteleri “İttihat ve Terakki Cemiyeti” aleyhine yazdığı yazılarla muhalefet cephesi meydana getirmişti. Zira “İttihat ve Terakki Cemiyetinden çok büyük beklentisi olan Osmanlı aydınları uyguladıkları dine/şeriata ve “Hürriyet, adalet ve müsavât” gibi hürriyetçi söylemelere aykırı icraatlarından dolayı beklentilerine cevap bulamamışlar ve muhalefete başlamışlardı. Bunların içinde Bediüzzaman Said Nursi de vardı. Bediüzzaman İttihat ve Terakki Fırkası kurucuları olan Jön Türkleri ikaz ederek “Siz dini incittiniz, gayretullah’a dokundunuz, Şeriatı tezyif ettiniz; neticesi vahim olacaktır” diye ikaz ediyordu. (Tarihçe-i Hayat, 1994, s.46)
Cemiyetin kurucuları arasında o zamanın meşhur simalarından Süheyl Paşa ve Şeyh Sadık gibi zatlar da bulunuyordu. Derviş Vahdeti İttihat ve Terakki’ye müfrit bir muhalefet yaptığı için Bediüzzaman tarafından “Edipler edepli olmalı, hem de edeb-i İslâmiye ile müteeddip olmalı. Ve onların sözleri kalb-i umumi-i müşterek-i milleten bîtarafâne çıkmalı. Ve atbuat nizamnâmesini, vicdanmızdaki hiss-i diyânet ve niyet-i hâlise tanzim etmeli.” (Divan-ı Harb-i Örfî, 1993, s. 25) bizzat Derviş Vahdetî’yi ikaz etmiştir. Daha sonra Divân-ı Harbî Örfîdeki müdafaasında da “Edipler edepli olurlar. Edepsiz bazı gazeteleri nâşir-i ağraz görüyorum” (Divan-ı Harb-i Örfî, 1993, s.53) diyerek kışkırtıcı yayınları tasvip etmediğini ifade etmiştir. Dolayısıyla Bediüzzaman’ın Derviş Vahdeti ile beraber bir cemiyet kurması mümkün değildir.
Bediüzzaman en önemli bir vesika olan Mahkeme müdafaası olarak idamı için çıkarıldığı Divan-ı Harb-i Örfî’deki müdafaasında “İşittim, Muhammed (asm) namıyla bir cem’iyet teşekkül etmiş. Nihayet derecede korktum ki; bu ism-i mübarekin altında bazılarının bir yanlış hareketi meydana gelsin… Lâkin tekrar korktum, dedim: Bu isim umumun hakkıdır, tahsis ve tahdid kabul etmez. Ben nasıl ki, dindar müteaddid cem’iyete bir cihette mensubum. Zira maksatlarını bir gördüm. Kezâlik o ism-i mübareke intisab ettim.” (Divan-ı Harb-i Örfî, 27) Bediüzzaman’ın bu mahkeme müdafaasındaki ifadelerinde cemiyete değil isme intisap ettiğini belirtmektedir. Muhtelif cemiyetlere de Bediüzzaman “bir cihetle mensuptur.” O cihet de manevi ve dini olan “haramlarla mücadele, farz ve sünneti ihya” yönüdür. Bediüzzaman’ı ilgilendiren husus budur.
Bediüzzaman İttihad-ı Muhammedî Cemiyeti’nin siyasete âlet edilmesinden korkar. “Nihayet derecede korktum ki; bu ism-i mübarekin altında bazılarının bir yanlış hareketi meydana gelsin.” Bediüzzaman o günün siyasi karışıklıklarına bu mübarek ismin karışmasının dine vereceği zararı düşünerek korkmaktadır. “Sonra işittim: bu ism-i mübareki bazı mübarek zevât -Süheyl Paşa ve Şeyh Sadık gibi zatlar- daha basit sırf ibadete ve Sünnet-i Seniyeye tebaiyete nakletmişler. Ve o siyasi cemiyetten kat-ı alaka ettiler. Siyasete karışmayacaklar. Lâkin tekrar korktum, dedim: Bu isim umumun hakkıdır, tahsis ve tahdit kabul etmez. Ben nasıl ki, dindar müteaddit cemiyete bir cihetle mensubum. Zira maksatlarını bir gördüm. Kezâlik o ism-i mübareke intisap ettim. Lâkin tarif ettiğim ve dâhil olduğum İttihâd-ı Muhammdedînin (asm) tarifi budur ki: Şarktan garba, cenuptan şimâle uzanan bir silsile-i nuranî ile merbut bir dâiredir. Dâhil olanlar da bu zamanda üç yüz milyondan ziyadedir…” (DHÖ, 27) şeklinde devam etmektedir. Burada maddi bir mensubiyet ve cemiyete üye olmak yoktur. İsme sahip çıkmak ve siyasi istismardan kurtarmaya çalışmak ve tahdit ve tahsisten muhafaza etmek ve umuma mal etmek vardır.
Cemiyetin kurulmasından on gün sonra 13 Nisan 1909 (Rumi 31 Mart 1325) tarihinde meşhur 31 Mart Vakası olarak bilinen isyan ve ayaklanma baş gösterdi. 10 gün İstanbul karışıklık içinde kaldı. 31 Mart vakasına adı karışan ve İttihad-ı Muhammedî Cemiyetini kuran Derviş Vahdetî idam edildi. Bediüzzaman bu cemiyetin kurucusu ve bir üyesi olsaydı somut bir delil bulunmuş olur, suç isnat edilebilirdi ve bu müdafaanın bir değeri de olmazdı.
Bu gerekçelerden ve delillerden yola çıktığımız zaman Tarihçe-i Hayatta geçen “Hürriyetten sonra mücahit arkadaşlarıyla beraber İttihad-ı Muhammedî Cemiyetini kurmuşlar” (Tarihçe-i Hayat, 1994, s. 46) ifadesi havada kalmakta ve araştırmaya, temel kaynaklara inerek yeniden bu ifadeleri tashih etmeye ihtiyaç olduğu görülmektedir. Nitekim Bediüzzaman’ın doğum tarihi ve Tarihçe-i Hayatta geçen bazı tarihlerin yanlış olduğu anlaşılarak delillere dayanarak düzeltilmiştir. (Haşiye) Bu ifade de bu bakımdan tashih edilerek yanlış anlaşılmalara meydan vermemek gerekir.
Yine Bediüzzaman’ın Divan-ı Harb-i Örfî’nin başında Mahkeme reisi Hurşit Paşa’nın “İttihad-ı Muhammediye dahil misin?” sorusuna “Dedim: Maaliftihar! En küçük efradındanım. Fakat benim tarif ettiğim vecihle. Ve o ittihattan olmayan dinsizlerden başka kimdir? Bana gösteriniz.” (D.H.Ö, 19-20) ifadeleri de “İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti” nin bir parti ve fırka olarak değil bütün inananları içine alan “İttihad-ı İslam” anlamında “Sünnet-i Seniyeyi” ihyaya çalışan bütün Müslümanların dâhil olduğu manevi ve nuranî bir cemiyet olarak görmekte ve tarif etmektedir.
Bediüzzaman’ın “siyasi bir cemiyet” veya “tashih ve tahdit” altına alınan bir cemiyet olarak ortaya çıkmasından korktuğu “İttihad-ı Muhammedî” ve “İttihad-ı İslam”ın tarifini yaparak bütün inananların dahil olduğu umumî ve manevî bir cemaat ve cemiyet olarak görür. Dolayısıyla Bediüzzaman’ın dar alanlarda kurulan, tarafgirlik ve siyaset manası bulunan cemiyet ve fırkalarla alakası yoktur. Olması da mümkün değildir. bu konuda doğru önerme ve düşünce “İşittim, Muhammed (asm) namıyla bir cem’iyet teşekkül etmiş” ifadesidir.
Haşiye: Bediüzzaman’ın Tarihçe-i Hayatta 1876 olarak geçen doğum tarihi yapılan araştırmalar sonucu 1878 olarak tashih edilmiştir.
http://www.risaleinurenstitusu.org/index.asp?Section=SaidNursi&SubSection=DogumTarihi
http://www.risaletashih.com/index.php/tashih-cesitlemeleri/95-tashh-cetlemeler-
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.