Kadir Mısıroğlu'na 'Said Nursi ve para' cevabı
Kadir Mısıroğlu'nun "Bediüzzaman Hazretlerinin medresetüzzehra için tahsis edilen ondokuzbin altını güya bir kısmını şahsına kullanmış" ifadelerine cevap verdi
Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin talebelerinden merhum Zübeyir Gündüzalp ağabeyin yanında hizmetinde on sene kalan ve halen İzmir'de hizmeti imaniye ve Kur'aniye de çalışan Eyyüp Ekmekçi, Kadir Mısıroğlu'nun "Bediüzzaman Hazretlerinin medresetüzzehra için tahsis edilen ondokuzbin altını güya bir kısmını şahsına kullanmış" ifadelerine cevap verdi.
Eyyüp Ekmekçi'nin yazısı şöyle:
Bazan küçük bir şey, büyük bir iş yapar. Öyle şerait oluyor, tahtında az bir hareke sahibini çıkarıyor tâ a'lâ-yı illiyyîn... Öyle hâlât oluyor ki; küçük bir hareket, kâsibini indiriyor tâ esfel-i safilîn... Lemaat
"Haddini bilmek gibi irfan olamaz." Hazreti Bediüzzaman hakkında naseza laf-ü güzaf eden birilerinin naseza laflarına cevap değil; akil ve münsif olanlarla bir sohbet ve dertleşme yapmaya bir ihtiyaç hissettik. İzzet-i ilmiye hasleti o zatta (Bediüzzaman) çocukluğundan beri harikulade bir şekilde kendini göstermiştir.
Mesela çocukluğunda amcasının çorbasını dahi içmemek derecesinde vicdani bir izzet hissi, ileride İzzet-i ilmiyeyi muhafaza hususunda mutlak denecek derecede nastan gelecek her türlü teberru, hatta zekatı da almamak tarzında bir izzet-i ilmiye seciyesini netice vermiştir.
Gençliğin en heyecanlı devresinde "on sene İstanbul'da gezdim bir tek kadına bakmadım" cümlesinin ifade ettiği bir takva-yı azam'ın sahibidir. Bunların hakkıyla ifadesini Tarihçe-i Hayat'ına bırakalım. Biz asıl mes'elemize gelelim asırlardan beri küfür ve dalalet hurafeler üzerine bina edile gelmiştir. Mesela ağaca tapmışlar, taşa tapmışlar, güneşe tapmışlar vs... Bu son asırda ise bir derece bilim suretini almıştır. Tabiatperestlik heyulası, esbabperestlik şirki gibi...
Buna karşı Hazreti Bediüzzaman'a Kur'an'daki sahabe misal tefekkür mesleği ihsan edilmiştir. Bu, tefekkür mesleği de, iman hakikatlarının tahsilinde Kur'ani bir inkılaptır. Hadis-i Kudside "Ben gizli bir hazine idim, bilinmekliğimi irade ettim alemleri yarattım" buyrulmuştur. Yaradılanın Yaradanın mahiyetini idrak etmesi mümkün olmadığından; ancak varlığını, birliğini isim ve sıfatlarını alemlerdeki tecellisi ile müşahede edip anlamak mümkün olacaktır. Bu meyanda Yedinci sözde ifade edilen "Kur'an Kâinatı okuyor" cümlesi bu külli manayı ifade etmektedir.
Cenab-ı Hakkın "Kün" emr-i Celiliyle vücuda gelen kâinattaki her bir nev' e dair (yıldızlar alemi, nebahat, hayvanat, insanlar) bilimlerin teşekkül ettiği bu zamanda Kur'anın kâinat kitabını okuyan vechesi yani tefekkür mesleğinin devr-i saadeti gelmiştir. Hadislerde beyan edilen (Bir saati bir sene, bir ömür, hatta bin sene nafile ibadete mukabil geldiği) ifade edilen Kur'andaki bu tefekkür mesleğinin tercümanı Risale-i Nur olmuştur. Hem vakti gelen bu Kur'ani inkılap Risale-i Nur'la vücuda gelmiş. (Veinminşeyin illa yüsebbihu bihamdihi) ayeti celilesinin külliyetle ifade ettiği kâinat kitab-ı kebirinin Kur'an lisanıyla okunduğu, insanlık için en saadet bahş olan hakikat kapısı açılmıştır. Diğer bir ifadeyle Kün emr-i Ezelisiyle Zat-ı Zülcelal'in binbir isim ve sıfatlarının tecelliyatı muvacehesinde yaratılan alem kitabı (kâinat, evren) Kelam-ı Ezeli olan Kur' an-ı Azîmüşşân ile okunuşu Risale-i Nurla elimize verilmiş; iman ve marifetullahın göz önünde en kolay ve kısa yolu medeni insana ihsan edilmiş oluyor.
Aynı zamanda son asırda meydana gelen materyalizm denilen, bilim kisvesine sokulmaya çalışılan inkar-ı uluhiyet deccalını nizam, mizan, hikmet, hikmetli san'at gibi esasat-ı ilmiye ile bir fiskede yıkıp atmıştır. Asrın bilim anlayışı üzerindeki tozlu tabakayı silkelemiş, hurafeler faraziyelerini silip atmıştır. 80 lisana tercüme edilen Külliyattaki Tabiat Risalesi, Ayet-ül Kübra (Kâinattan Halıkını soran bir seyyahın müşahedatıdır.) kitaplarını okumak kafidir. Kainatın misalı musağğarı, küçük nümûnesi olan insan için: "Ey insan kendini oku yoksa hayvan ve camid hükmünde bir insan olmak ihtimali var" diye ihtar ediyor. Yani, yaradılışının hikmet ve gayesini anla diyor. Ta ki hakiki insan olup ebediyete, ebedi saadete müstehak olasın.
İşte bu dersin azamet ve ulviyeti, kıymet ve kudsiyeti; elbette o nisbette bir ihlas ve takva derecesiyle sahip olunabilmesi, kudsiyet keyfiyetinin iktizasıdır. Bu itibarla Hazreti Bediüzzaman Kur'anî meslek ve meşrebinde azami ihlas ve takvayı esas tutmuş ve kendi şahıslarında emsalsiz mertebede tatbikatını yaşamışlardır.
O zat için Evliyaullah, "yaptığını yazacak, yazdığını yapacak" diye rivayet etmişlerdir. Vefatında Tereke hakimi eşyalarına 551 lira 50 kuruş değer biçmiştir. En yakın talebesinden mukabilsiz bir tek hediye aldığı vaki olmamıştır. Sultan Abdülhamit'le görüşmeye gittiğinde (mealen naklediyorum) Başmabeynciye,"Memleketimin maarif meselesi için geldim Sultanla görüşeceğim" diyor.
Hazreti Üstad şarkta Medresetüzzehra uslubunda Asya, Afrikadan ne kadar büyük o nisbette şumullu ve fen ve din ilimlerinin birlikte tahsil edildiği bir üniversite tesisi... Birde: EMRUHUM ŞURA BEYNEHUM ayeti kerimesi mucibince bir meclis-i meşveret tesisini Sultana tavsiye etmek üzere gitmiştir. Zira eserinde "eski hal muhal ya yeni hal ya izmihlal" diyerek bu tarihten sonra artık Meşrutiyet meşru (isim ve resmi değil hakiki Cumhuriyet) ile hâdisatı mukabele edilebilir istikbale gidilebilir" olduğunu ifade etmek idi.
Başmabeynci gidip bir torba altınla geliyor. Hazret-i Üstad torbayı alıp fırlatarak, "Ben maaş dilencisi değilim memleketimin meselesi için geldim. Bu hakk-ı sükuttur" diyor. Başmabeynci, "Ne yaptınız hareketiniz idamınızı mucibdir" diyor. Hazret-i Üstad, "Neticesi deniz olsa geniş bir kabirdir" der. Mesele uzun. Merhum Zübeyir Gündüzalp Ağabeyden işittim. O başmabeynci masonmuş.
Bir tarihte Kör Hüseyin Paşa Hazret-i Üstad'ın ziyaretine gelir bir torba altın bırakır. Üstad, "Nedir bu" der. Kör Hüseyin Paşa, "Zekatımdır hocam" der. Üstad, "Senin civarında fakir köy yok mu sen şeriat bilmez misin oradan buraya zekat gelir mi" der. Kör Hüseyin Paşa, "Şu yanındakileri çıkar mahrem bir mesele görüşeceğim" der. Üstad, "Onlar benim vücudumun azaları gibidir. Sor ne soracaksan" diye cevap verir. Kör Hüseyin Paşa, "Ben M.Kemal'le harbedeceğim." Üstad, "M.Kemal'in askeri kim." Hüseyin Paşa, "Ne bileyim ben işte askerdir." Üstad, "Ahmedi Mehmet'le, Hasan'ı Hüseyin'le çarpıştıramazsın izin yok." Hüseyin Paşa, "Benim yüzümü kara ettin ben şimdi ellibin atlıya ne yüzle bakacağım." Üstad, "Git dünyada yüzün kara olsun mahşerde yüzün kara olmasın" diyor.
Görülüyor ki ömrü boyunca Hazret-i Üstad ne en yakın talebesinden hediye, ne de böyle külli hibeleri asla kabul etmemiş geri çevirmiştir. En müşkil durumlarda dinden, Şeriattan asla taviz vermemiştir. Hadise çok fakat bu misaller manayı ifade etmeye yeter. Sultan Reşad'ın ondokuzbin altın meselesi bir projedir, elden verilen bir para değildir. Sadece temel atılmış harp çıkınca geri kalmıştır. Ötesi bühtan-i azim olur.
Not: Eski puta tapanlarla yeni moda puta tapanlar arasındaki fark: İlkel ehl-i küfür ağaca tapıyordu yeni moda ehl-i küfür anatomisine tapıyor. Kudret eseri olan muhteşem san'atı görüyor anatominin teferruatında boğuluyor. Halbuki kısaca ağaç kudret eseri; anatomisi yaratıcının ilminin tecellisi. Eser ilim, irade, kudretin tecellisiyle vücuda geliyor. Hazreti Bediüzzaman diyor, "Basar masnu'u görüp basiret Sani'i görmezse,çok garip ve pek aciptir."
Kaynak: HavadisiNuriye
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.