Ediz SÖZÜER
Kâinatın varoluşu üzerine şaşırtıcı keşifler
(Tabiat Risalesi Açılımları-3)
Bir önceki yazımızdaki fantastik bilim kurgu misalimizin sonunda iki adet soru soracağımızı ifade etmiştik. Cevabını aradığımız ikinci sorumuz, bu dünyanın o misaldeki biyoteknoloji laboratuarına ne kadar benzediğinin tahlili hakkında olup, bu soruyu gecikmeli olarak soracağız. Hatta bu soruyu ancak bir sonraki yazımızda sorabileceğiz. Fakat bu soru sorulduğunda misalin hakikati tüm parlaklığıyla ve ihtişamıyla karşınızda arz-ı endam ediyor olacak, yani beklemenize değecek.
Şimdi önce bize hayat imkânı verecek düzendeki bir kâinatın oluşma ihtimali üzerinde yapılan hesaplamaların şaşırtıcı ve akıl almaz sonuçlarını inceleyeceğiz.
Şimdi aslında en basit zekâlı bir insan için dahi, doğruluğu çok açık olması gereken bu çıkarımın gerçekliğini ve aksinin neden mümkün olmadığını inceleyelim ve anlaşılmaz bir şekilde hâlâ bulanık görünebilen meseleyi, en net şekliyle anlamaya çalışalım.
Burada fanatiklik ve ön kabuller yok. Sadece inceliyoruz. Bu kâinatta biz gözlemciyiz ve Allah da zaten bizim meraklı bir gözlemci olmamızı istiyor. Önyargılara ve ön kabullere bağlı olmadan gördüklerimizden yorum çıkartacağız ve bu yorumlarımızı sizlerle paylaşacağız ve çıkarımlarımızın mantıklı çıkarımlar olmasına çok dikkat edeceğiz. Böyle bir oluşumun, yani olağanüstü bir laboratuardan çok daha mükemmel, tıkır tıkır çalışan ve hayat üreten bir laboratuar olan dünya üzerindeki hayatın oluşumunun, madem rastgele ve tesadüfî olarak meydana geldiği kabul edilecektir. O halde önceden planlayarak, bilerek ve tercih ederek yapmak diye bir şey söz konusu olmayacaktır.
Canlılığa kaynaklık ettikleri ileri sürülen tabiat ve evrim kaynaklı tüm mekanizmaların da, özellikle ilk defa meydana getirecekleri bir oluşumu önceden planlayarak, bilerek ve yapmayı tercih ederek çalışma özellikleri olmadığından, rastgele ve tesadüfe dayalı olarak çalıştıklarının kabulü şarttır.
Bu noktada istisnasız kabul edilmesi gereken bir ön şart vardır: Oluşum imkânının hesaplanmasında, mutlaka matematiksel ihtimal hesapları kullanılacaktır ve bunun sonuçlarına riayet edilecektir. Evet, ön kabul yok demiştik, fakat bu gereklilik gayet net olduğu için, bu noktada başka hiçbir noktada olmadığımız kadar ısrarcıyız. Çünkü tesadüfü kabul etmek plansızlığı, plansızlığı ve rastgeleliği kabul etmek ise, matematiksel ihtimal hesaplarının kullanılmasını ve sonuçlarına uymayı gerektirir. Buna uymamak ise, açıkça samimiyetsizliği gösterir. Biz bilim yapmaya çalışıyoruz. Bir şeyleri anlamaya çalışıyoruz. Mantıki temellere oturtup, mantıki ve doğru çıkarımlar yapmaya çalışıyoruz. Bu nedenle mantıksızlığa tahammülümüz yok. Yoksa fikirlere elbette var.
Eşyada meydana gelen oluşumların şansa bağlı olarak veya pratikte aynı manayı ifade eden şuursuz evrimsel mekanizmalarla vücuda geldiğini çekinmeden ve rahatça iddia eden ateizm taraftarları, bu oluşumların meydana gelebilmesi için gerekli oluşum şartları üzerinden hesaplanan ve tesadüfe dayanan ihtimal hesaplarının muazzam sonuçlarına kolayca yüz çevirebilmekte ve ortaya çıkan çok ciddi bilimsel tespitlere ilgisiz kalabilmektedirler. Böyle bir lükslerinin olmadığını ifade etmek isteriz.
Öne çıkartılan bir bilimsel modelin hararetle savunulması fakat modelin kabul edilmesi halinde ortaya çıkacak somut sonuçları yok saymak ve modelin gerektirdiği içinden çıkılmaz derecedeki zor durumlara kayıtsız kalmak ve göz kapamak, en hafif tabiriyle tutarsızlıktır ve bilimsel ciddiyetten uzak bir tavırdır. Bu tavra müsaade etmeyeceğimizi ve bu manada müsamahalı olmadığımızı söylüyoruz. Bunu da bilime inanan herkesin anlayışla karşılayacağını düşünüyoruz.
Bununla birlikte ateist ve tabiatçı görüşe sahip oldukları halde, tabiattaki sabit yapının ve hassas dengenin oluşabilme ihtimalleriyle ilgili hesaplama sonuçlarının ifade ettiği gerçeği açık yüreklilikle itiraf eden bilim adamları da çoktur. İleride kendilerinin çok değerli görüşlerine yer vereceğiz.
Şimdi aşağıdaki beş madde ile ilgili bilim adamları tarafından ortaya koyulan ihtimal hesaplarının şaşırtıcı ve akıl almaz sonuçlarını, çok ilgi çekici ve keyifli tespitler eşliğinde sizlerle paylaşacağız ve emin olun, matematiksel detaylar içinde sıkılmayacaksınız.
1-Bir tek protein molekülünün oluşma ihtimali.
2-Basit bir bakteride bulunan 2000 adet proteinin oluşma ihtimali.
3-Kâinatın var olma ve varlığını devam ettirebilme ihtimali.
4-Kâinatın şu anki şeklini alabilmesi ihtimali.
5-Bize hayat imkânı verecek düzendeki bir kâinatın oluşma ihtimali.
Bir Protein Molekülünün Oluşma İhtimali
1.MADDE: Hücreyi oluşturan yüzlerce çeşit karmaşık protein molekülünden bir tanesinin oluşma ihtimaline bakalım:
Proteinler, "amino asit" adı verilen daha küçük moleküllerin belli sayılarda ve çeşitlerde özel bir sırayla dizilmelerinden oluşan dev moleküllerdir. Bu moleküller, canlı hücrelerinin yapıtaşlarını oluştururlar. En basitleri yaklaşık 50 amino asitten oluşan proteinlerin, binlerce amino asitten oluşan çeşitleri de vardır. Bileşiminde 288 amino asit bulunan ve 12 farklı amino asit türünden oluşan ortalama büyüklükteki bir protein molekülünün içerdiği amino asitler 10300 farklı biçimde dizilebilir. (Bu, 1 rakamının sağına 300 tane sıfır gelmesiyle oluşan astronomik bir sayıdır.) Ancak bu dizilimlerden yalnızca bir tanesi söz konusu proteini oluşturur. Geriye kalan tüm dizilimler hiçbir işe yaramayan, hatta kimi zaman canlılar için zararlı bile olabilecek anlamsız amino asit zincirleridir. Bir tane protein molekülünün tesadüfen meydana gelme ihtimali 10300'de bir tek ihtimaldir. Bu ihtimalin pratikte gerçekleşmesi ise imkânsız kabul edilebilir. (Matematikte 1050'de 1'den küçük ihtimaller "sıfır ihtimal" kabul edilirler.)
Kâinatın 15 milyar yıl kabul edilen ömründe geçen saniye sayısı 1018’dir. Tüm kâinattaki proton, nötron, elektron ve fotonların sayısı 1090’dan küçüktür. Öyleyse her saniyede bu 1090 parçacık bir deneme bile yapsa şimdiye kadar yapabilecek deneme sayısı 1018 x 1090 = 10108 olur. En hızlı tepkime sayısı saniyede 500 milyardır biz bunu 1 trilyon olarak ele alalım. Yani 1012. Her parçacık saniyede 1 trilyon deneme yapsa yapılacak en fazla deneme sayısı şimdiye kadar 10108x1012 = 10120 deneme (Bu bütün parçacıkların şimdiye kadar yapabileceği deneme sayısıdır). Tüm kâinattaki maddeler şimdiye kadar 10120 deneme yapabilirler. Hâlbuki orta büyüklükte bir proteinin doğru olarak oluşturulma ihtimali için gereken deneme sayısı 10300’dür bu tüm denemenin neredeyse 10180 katına eşittir. 10120, muazzam bir sayı olmasına rağmen yine de 10300’den inanılmaz derecede küçük bir sayıdır. Bu ne anlam ifade ediyor biliyor musunuz? Hiç matematik bilmenize gerek yok. Bu demektir ki, bütün kâinat işini bırakıp bir protein üretmeye kalksa, yine de doğru neticeye isabet etmek için yeterli sayıda zaman ve madde parçacığı yoktur. Hâlbuki insan vücudundaki hücreler, 200.000 çeşit protein üretmektedirler. Hem de bu üretim, 7 milyar insanın her birinde bulunan 100 trilyon hücrede sürekli devam etmektedir. Aklınız alıyor mu bunu? Aklınızı zorlayacağımızı söylemiştik ama inanın bu daha hiçbir şey.
Bu akıl almaz sonuç, bir DNA, hücre veya bir canlının tamamı için gerekli sürenin hesaplanamayacak kadar büyük olduğunu gösteriyor. Bu hesaplama sonuçlarıyla ilgili ilginç bir nokta da, hiçbir evrim teorisi taraftarı bilim adamının bu sonuçları inkâr etmeye cesaret edememesi ve etmemesi ama hala tesadüfte ısrar etmesi ve yaratıcıyı konu dışı bırakması. Hesaplama sonuçları ve rakamlar çok önemli değil. Sonuçlar birbirinden farklılık arz edebilir. Birçok bilim adamı böyle hesaplamalar yapıyor. Burada görmemiz gereken şey şu: bu iş tesadüfen olacak gibi değil. Bunu görmemiz gerekiyor. Şu anda söyleyeceğim cümleyi rahatlıkla ifade edebileceğimizi ve bunun bilimsel gerçekliğe aykırı bir cümle olmayacağını düşünüyoruz. Aynı cümleyi en tepe noktadaki ateist bilim adamları da söylüyorlar. Hem de aynı ifadelerle. O cümle şudur: Görülüyor ki, bizler gerçekten de mucizeler diyarında yaşıyoruz. Richard Dawkings bunu söylüyor zaten ve diyor ki: “ben bu kâinata girdiğim zaman âdeta dini bir his gibi hürmet ve hayranlık hissiyle bakıyorum kâinata”. Bu insan ateist ama aynı duyguyu paylaşıyoruz. Aynı arayış tabanını paylaşıyoruz. Aslında çalışma alanımız ve sahamız aynı. Sadece yorum farklılığımız var.
Evrim teorisi taraftarı bilim adamı Harold Blum, "bilinen en küçük proteinlerin bile rastlantısal olarak meydana gelmesi, tümüyle imkânsız gözükmektedir" demektedir.[2] Tek bir proteinin tesadüfen oluşma ihtimalinin ne kadar imkânsız olduğu, evrim teorisi taraftarı diğer bir profesör tarafından da söylenmektedir: “Özünde bir Sitokrom-C proteininin dizilimini oluşturmak için olasılık sıfır denecek kadar azdır. Yani canlılık eğer belirli bir dizilimi gerektiriyorsa, bu tüm evrende bir defa oluşacak kadar az olasılığa sahiptir denebilir. Ya da oluşumunda bizim tanımlayamayacağımız doğaüstü güçler görev yapmıştır. Bu sonuncusunu kabul etmek bilimsel amaca uygun değildir. O zaman birinci varsayımı irdelemek gerekir.[3] Sitokrom-C'nin belli bir aminoasit dizilimini sağlamak, bir maymunun daktiloda hiç yanlış yapmadan insanlık tarihini yazma olasılığı kadar azdır...”[4]
Öyle görülüyor ki, (biz buradan bu sonucu çıkartıyoruz) bir yaratıcı düşüncesini kabul etmek istemeyen bilim adamları, “sırf doğaüstü güçleri kabul etmemek”, yani Allah’ın yaratımını kabul etmemek için, imkânsız olanı tercih ettiklerini, yani baştan bir önyargıya sahip olduklarını kendileri de itiraf ve kabul ediyorlar. O yüzden bizim bu ifadelerimize hiç bir ateist veya evrim teorisi taraftarı arkadaşımızın itirazının olmaması gerekir. Bu düşünceye sahip olanlarla insaniyet ve hakikati arama noktasında dostluğumuz bulunduğunu ve onlara şahsen düşman olmadığımızı, fikir tabanında farklı şeyleri paylaştığımızı, farklı yorumlar getirdiğimizi, farklılığımızın sadece bu olduğunu, onlarla diyalog içinde olduğumuzu ve olmaktan da memnuniyet duyacağımızı söylemek isteriz.
Evrim teorisi taraftarları, moleküler evrimin çok uzun bir zaman sürdüğünü ve bu zamanın imkânsız olanı mümkün hale getirdiğini iddia ederler. Oysa ne kadar uzun bir zaman verilirse verilsin, amino asitlerin rastlantısal olarak protein oluşturmaları imkansızdır. Amerikalı jeolog William Stokes Essentials of Earth History adlı kitabında bu gerçeği kabul ederken "Eğer milyarlarca yıl boyunca, milyarlarca gezegenin yüzeyi gerekli amino asitleri içeren sulu bir konsantre tabakayla dolu olsaydı bile yine (protein) oluşamazdı" diye yazar.[5] Bu nasıl şaşırtıcı bir bilgidir? Ben tasavvur etmekte gerçekten güçlük çekiyorum.
Şunu söylemek istiyoruz: Burada fark edilmesi gereken çok enteresan bir nokta var. Bu ihtimal hesapları tek boyutludur, sanki durağan bir madde vardır elinizde ve bunun şeklini, dizilimini oluşturmaya çalışırsınız. Şimdi bakınız, bu kâinat durağan değil. Durmuyor, yenileniyor. Sürekli yeni oluşumlar ortaya çıkıyor. Yani bu ihtimal hesapları bir kere yapılmış bitmiş ve öylece duran, donuk ve durdurulmuş bir kâinat görüntüsü için hesaplanmış sonuçlardır.
Hâlbuki bu kâinat durmuyor, sürekli eskisi gidiyor, devamlı yenisi geliyor. Bunu düşündüğünüz zaman olay aklınızın alamayacağı kadar imkânsız hâle geliyor. Ayrıca bu hesaplamaların, canlılığın sadece fiziksel oluşumunu açıklamak için kullanılabilirliğini hesaba katmanız gereklidir.
Tüm bu gerçeklere ek olarak, büyük patlamayla ortaya çıkan, yani yıldız tozundan ve ışık partiküllerinden oluşan cansız bir maddenin nasıl olup da canlanabildiğini, gülebildiğini, konuşabildiğini, düşünebildiğini ve bir bilinç sahibi olabildiğini tasavvur ettiğinizde ortaya çıkan gizemli tabloyu tesadüfle, tabiatla, kendi kendine oluşmakla veya bu üç unsura dayalı olarak çalışan evrim kaynaklı mekanizmalarla nasıl açıklayabilirsiniz? Bu çok önemli bir noktadır.
2.MADDE: Basit bir bakteride bulunan 2000 çeşit proteinin rastlantısal olarak meydana gelme ihtimali ise,
New York Üniversitesi kimya profesörü ve DNA uzmanı Robert Shapiro tarafından hesaplanmıştır. Şimdi lütfen insan hücresinde yaklaşık 200.000 çeşit protein olduğunu zihninizde tutun ve olaya öyle bakın. Sadece bakteri üzerinden düşünmeyin. Basit bir bakteride bulunan 2000 çeşit proteininin ise, tesadüfen oluşabilme ihtimali için elde edilen rakam, 1040.000'de 1 ihtimaldir.[6] Şimdi bu sayıya ulaşmak için, birinci maddedeki gibi 1’in yanına 300 değil de, bu sefer 40000 tane sıfır koyacağız. “Şaka yapıyor olmalısın” diyorsunuz değil mi? Bakınız, ben merak ettim, Times New Roman 12 punto büyüklüğünde bir sayfada, 1 sayısının yanını sürekli sıfırlarla doldurdum. A4 kâğıdından kaç sayfa oldu biliyor musunuz? 13.sayfaya taştı! 1040.000'de 1 ihtimal! Bu nasıl akıl almaz bir sayıdır?
Cardiff Üniversitesi'nden, Uygulamalı Matematik ve Astronomi Profesörü Chandra Wickramasinghe bu sayı karşısında şu yorumu yapar: “Bu sayı (1040.000) Darwin'i ve tüm evrim teorisini sonsuza kadar gömmeye yeterlidir. Bu gezegenin ya da bir başkasının üzerinde hiçbir zaman (hayatın doğabileceği) bir ilkel protein çorbası olmamıştır ve yaşamın başlangıcı rastlantısal olarak gerçekleşemeyeceğine göre, amaçlı bir aklın ürünü olmalıdır”[7].
Demek ki, mesele bilimsel verilerin nasıl yorumlandığı veya nasıl yorumlanmak istendiğidir.
Sir Fred Hoyle ise, tüm bu sayılar karşısında şöyle demektedir: “Aslında, yaşamın akıl sahibi bir varlık tarafından meydana getirildiği o kadar açıktır ki, insan bu açık gerçeğin neden yaygın olarak kabul edilmediğini merak etmektedir. Bunun (kabul edilmemesinin) nedeni, bilimsel değil, psikolojiktir.”[8]
Çoklu Evrenler
Şimdi oldukça irtibatlı bir konudan bahsedeceğiz. Çünkü burada ihtimal hesapları var. Tesadüfen bir oluşum iddia ediliyor ve bu tesadüfî oluşumu mümkün olduğu kadar kolaylaştırmak isteyen bir görüş var. Bütün teorilerini ve bulgularını buna yönlendirmeye çalışan, o yönde bir meyil gösteren, yani “bir yaratıcının varlığını kabul etmeyelim de, neyi kabul edersek edelim” diyen bir görüş. Bunu artık açıkça söylüyoruz ve bunun böyle olduğunu ve gerçekten bu arayışta olduklarını, temel mantığın bu olduğunu, bunu zaten kendilerinin söylediğini siz de gördünüz.
“Bilimsel amaca uygun değildir bir tanrıyı düşünmek. O ihtimali düşünmek bile bilimselliğe yakışmaz.” deniliyor. Peki neden? Şu önümdeki bilgisayarın, görmediğim bir bilgisayar mühendisi tarafından ya da detay özelliklerini bilmediğim bir fabrika tarafından üretildiğini düşünmek, bilimselliğe hangi nedenle aykırıdır?
Bunu iddia edecek bir bilim adamı olmadığı halde, “bu bilgisayarın maddeleri bir araya gelmiş de, onu kendi kendine oluşturmuş” demek, bilimselliğe daha uygun olmadığı halde, bundan çok daha mükemmel, canlı, konuşan, gülen, üzülen canlıların veyahut da şu düzenli kâinatın bir yaratıcı tarafından, şuurlu bir bilinç tarafından yapıldığını düşünmek, “bilimselliğe aykırı” ve böyle muhteşem bir tasarımın maddelerinin bir araya gelerek kendi kendini oluşturduğunu iddia etmek “bilimsel gerçek” öyle mi? Nasıl bir mantık bu Allah aşkına? Bilime saygısı olan böyle bir şeye inanır mı? Her ne ise. Çok duygusal davranmak istemiyoruz, fakat bilimsel düşünce konusunda çok hassas olduğumuzdan bunları ifade etmeye kendimizi mecbur hissettik.
Güncel bir popüler bilim konusu olduğundan, “paralel evrenler” diye bilinen ve kâinatın yaratılışını inkâr etmeye çalışan düşüncenin farklı bir versiyonu olan, “yeni ateizm” diye piyasaya çıkan kozmolog Stephen Hawking tarafından ortaya koyulan tezden bahsedelim.
Bu tezdeki temel gaye, yaşamı barındıran bir kâinat meydana getirmek için muhtemel denemelerin sayısını ve zamanın miktarını artırmak ve dolayısıyla evrenin sözde ihtimaller dâhilinde oluşabilme olasılığını yükseltmektir. Kısaca şöyle deniyor: Sonsuz sayıda çoklu evren var. Öyle olunca da, birinde olmasa diğerinde hayat mutlaka meydana gelmiştir. Bu dünyada yaptığımız ihtimal hesapları, bu kâinatın çok dışına taşıyor. Bir protein meydana getiremiyorsunuz. Bu kâinatın sahip olduğu madde parçacığı ve bütün ömründe geçen saniye sayısı, o denemeleri başarılı bir şekilde gerçekleştirmeye ve o proteini oluşturmaya yetmiyor. Dışarı gitmeniz lâzım! Çok sayıda evrene ihtiyacınız var. Her birinde o denemelerin yapılıyor olduğunu kabul etmeniz lâzım ki, bir tanesinde de “İşte! Bu hayat böyle meydana gelmiş!” diyebilesiniz. Dikkat edin, temel felsefe bu. Bunu çok basitleştirerek anlatıyoruz tabi ki. Paralel evrenler düşüncesi, ne kadar ihtimal dışı olursa olsun, her olayın bir başka paralel evrende de gerçekleşebileceği iddiasını taşır.
Hâlbuki bu kâinat ve içindekiler bir sefere mahsus tesadüfen oluşmuş ve öylece kalmış olan sabit bir eşya değil ki. Her an yeniden yeniye yaratılmaya devam eden dinamik bir yapıya sahip olduğunu görmüyor muyuz? Her sene yüz binlerce insanın ölümü ve doğumu gerçekleşmekte ve her kışta yüzeysel sebepleriyle birlikte ölen milyonlarca canlı, her baharda yeniden canlanmıyor mu? Görmüyor musunuz? Beş yaşındaki halinize geri dönün, daha iyi görürsünüz. Ben beş yaşında mıydım, sekiz yaşında mıydım tam hatırlamıyorum, ama buluğ çağında değildim onu biliyorum. Evimizin tam karşısında bir dut ağacı vardı. Kışın gördüm o ağacı. Tamamen özsuyunu çekmiş, meyvelerini dökmüş, yaprağı yok, iskelet gibi bir şey. Dedim: “ağaç ölmüş!”. Bakınız, çocuk gözüyle “ölmüş bu ağaç” dedim. Bahar geldi. Dutları çıktı, yaprakları çıktı, canlandı o ağaç, yeşillendi. Önceden yeşil de değildi, kapkara bir şeydi. Çok şaşırdım ve hayretle dedim ki: “Ağaç dirilmiş!”. Görüyor musunuz, beş yaşındaki çocuk nasıl görüyor?
Kaldığımız yerden devam ediyoruz. Ayrıca tüm canlılar sürekli çalışan mekanizmalara ve yenilenen vücutlara sahip. Hücrelerimiz sürekli yenileniyor, biliyorsunuz. Dolayısıyla kâinatın ve içindekilerin gerekli tüm şartlarla birlikte, tek bir elden yaratıldığına inanmak, bilimsel düşünceye de çok daha uygun ve makûl bir seçenek olarak görünüyor.
Doğruluğu kesin olarak bilinemeyen bir bilim kurgu modeli olan evrim teorisini gerçekmiş gibi pazarlamak çok bilimsel oluyor da, (hâlbuki bu, bunu söyleyenlerin felsefî görüşüdür) bunu biz söylediğimiz zaman bilimsel dünya tarafından aforoz mu edileceğiz? Nasıl bir mantık bu? Hâlbuki bizim ifade ettiğimiz daha akılcı bir model. Bilimsel olduğu iddia edilen modeli ise, matematik kabul etmiyor!
Evrim ve tabiat alternatifi üzerinde diretmek, Shakespeare’in eserlerinin, Shakespeare tarafından değil de bir milyar daktilonun başına oturmuş, bir milyar maymunun, bir milyar yıl boyunca süren yazma işleminin sonucunda yazıldığında ısrar etmeye benzer. Bunun için ihtimal hesabı yapılmaya kalkışılacak olursa sıfıra çok yakın, ama sıfır olmayan bir ihtimal bulunabilir.
Ama diğer taraftan herkes Shakespeare’in herhangi bir eserinin maymunlar tarafından pratikte, gerçek hayatta asla yazılamayacağını da bilir. Mesele bunu fark etmek. “Ya, evet, çok küçük bir ihtimal ama yine de mümkün!” diyenlere diyoruz: “Hayır, asla mümkün değil! Buna mümkün denmez.” Evet matematik olarak bir ihtimal var, sıfır değil o ihtimal. Ama biraz evvel söylemiştik, matematikte 1050’de 1 ihtimalden küçük ihtimaller “sıfır” kabul ediliyor diye. Çünkü pratikte mevcut hayat şartları içerisinde öyle bir şey vücuda gelme şansı bulamayacak. Gidersiniz başka bir kâinata, varsa elinizde başka bir kâinat orda oluşturursunuz tesadüfen yaşamı! Ama biz gördüğümüz kâinatın verilerine ve şartlarına göre çıkarımlar yapmayacaksak ve bunun adına da bilim diyeceksek, bir yaratıcıyı kabul edenlerin düşüncelerin çok acımasızca eleştirecek ve bilim dışı göreceksek, kusura bakılmasın, bir yaratıcıyı kabul edenler de böyle bir düşünceyi bilim dışı olarak görme hakkını kazanmış olurlar. Ama saygı çerçevesinde görüşülürse, “tezlerimiz bunlar, delillerimiz bunlar, hadi bakalım siz ne diyorsunuz?” denilir.
Ayrıca sürekli yenilenen bir kâinatta böyle bir ihtimal dahi mümkün değildir. Bu ihtimal hesapları, sanki bir sabit şekil üzerinden baz alınarak yapılmış. Fakat kâinat sürekli yenileniyor, o zaman iş çok daha değişiyor. Bununla birlikte, varlığı öne sürülen başka evrenler için de yine aynı imkânsızlıklar yine karşımıza çıkmayacak mı? Çoklu evrenler olunca ne oluyor?!
[Bir sonraki yazımızda geriye kalan üç maddemizi tamamlayıp fantastik bilim kurgu misalimizin ikinci sorusunu soracağız inşallah]
[1] Denilirse ki: “Fakat bilimsel teorilerde ve açıklamalarda canlılığın tesadüfen olduğu söylenmiyor. Her şey belli kavramlar ve mekanizmalara dayandırılıyor.” Eğer bu yönde bir itiraz olursa, buna karşı cevabımız şu olacaktır: İsmi veya öne sürülen mekanizması ne olursa olsun, ister tabiat, ister evrim, ister mutasyon, ister kendi kendine, ister maddi sebepler..Bunlar bilerek, planlayarak, tercih ederek iş yapma özelliğine sahip maddi ve şuurlu bir varlığı olan nesneler değildir ki, bunlarla izah etmek, tesadüf dışı bir izah olsun. Meselemiz bu kadar nettir. Kaldı ki, canlılığın tesadüfen oluştuğu ifadesi açıkça kullanan ve araya başka bir vasıta koymaya bile ihtiyaç hissetmeyen birçok görüş sahibi de mevcuttur.
[2] W. R. Bird, The Origin of Species Revisited. Nashville: Thomas Nelson Co., 1991, s. 304
[3] Bununla şu denilmek isteniyor: Birinci varsayımın üzerinde duracaksınız. Kendinizi ona mecbur göreceksiniz. İmkânsız da olsa onun olmasına çalışacaksınız.
[4] Ali Demirsoy, Kalıtım ve Evrim, Ankara: Meteksan Yayınları, 1984, s. 64.
[5] W. R. Bird, The Origin of Species Revisited. Nashville: Thomas Nelson Co., 1991, s. 305
[6] Robert Shapiro, Origins: A Sceptics Guide to the Creation of Life on Earth, New York, Summit Books, 1986. s.127
[7] Fred Hoyle, Chandra Wickramasinghe, Evolution from Space, New York, Simon & Schuster, 1984, s. 148
[8] Fred Hoyle, Chandra Wickramasinghe, Evolution from Space, s. 130.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.