Hüseyin YILMAZ
Kapatma kararı dünyanın sonu değil; Ama...
Doğruyu bulan, başkası farklı düşünüyor diye doğrudan yüz mü çevirmeli? Yoksa bedeli ne olursa olsun, karşısındakiler kimler olursa olsun, hakkın müdafaasında sebat mı etmeli? Hak ve hakikatte ısrar, doğruyu sahiplenme, her nâmuslu insanın haysiyet borcu değil mi?
DTP kapatıldı... Hayırlı olsun!.. Yorumcuların hemfikir oldukları ana husus iki: Birincisi, mevcut hukuk çerçevesinde DTP’nin kapatılmama imkânı kalmamıştı; Anayasa Mahkemesi bir mecburiyeti îfâ etmiştir. İkincisi, kapatma kararı siyâseten ve memleketin içinde bulunduğu şartlar itibariyle yanlış ve tehlikeli olmuş; “Demokratik Teşebbüs”ün önünü tıkamak isteyenlerin ekmeğine yağ sürülmüştür. Her iki husus için de söylenebilecek en iyi kelime: Doğru!..
Fakat, Kürt Meselesi denilen meselenin temelinde yatan aslî sebeplere uzanmadığınız ve bu sebepleri ortadan kaldırmadığınız müddetçe, bütün bu olup bitenler ve avaz avaza yorumlarla meşguliyet abes kalır. Neticeyi asla değiştiremezsiniz, erteler, geciktirir veya başka şekle sokarsınız; o kadar...
Kaç sefer yazdığımı hatırlamıyorum. Bir daha yazacağım: Bediüzzaman’ın da tabiriyle; ırkçılık, Frengî bir illettir. Avrupa topraklarında nemalandırılmıştır… Hedefi de başta Osmanlı olmak üzere, İslâm dünyasını parçalayıp, yutulabilir lokmalar haline getirmektir. Avrupa, kendi açısından hedefi tutturmuş mudur? Evet, kahir ekseriyet itibariyle evet:
Osmanlı parçalanılarak tarih sahnesinden tardedilmiş, İslâm dünyası neredeyse eski beylikler gibi bölünerek esâret altına alınmış ve Avrupa zâlimlerinin insafına terkedilmiştir.
Batılı hasımları için hâlâ büyük lokma olan Türkiye ise Osmanlı ve İslâm düşmanlığı ile kendi içinden gönüllü unsurlara iğdiş ettirilmiş, her ihtimale karşı da Türk ırkçılığı ile de (Türkçülük) başı büyük bir derde sokulmuştur. Bütün değerleri tahrib edilip yasak altına alınan İslâm’ın bin yıllık bayrakdarı bu necip milletin çocuklarının eline tutuşturulan Türkçülüğün bu topraklarda diğer ırkçılıkları tetikleyeceğini kestiren Batılı düşmanlarımız, hedefi tam on ikisinden vurmuşlardır. Türkten sonraki büyük unsur olan Kürtlerin, Ankara’nın Türkçü ırkçılığından çıkardığı tabiî ders, Kürtçülük olmuştur.
Mevzuun asırlık târihî seyrini bir makaleye sığdırmanın imkânı yok, ancak nirengi noktaları saymakla iktifa edebilirim. Cumhuriyetin kuruluş yıllarında Kürt bölgelerinde uç veren ve mühim bir kısmı Ankara tertipli olan isyanların kahhar bir güç kullanılarak ve suçlu suçsuz ayırmadan katliamlarla bastırılmış olması, Kürtlerde dehşetli bir intikâm duygusunun yanısıra, yeis ve itimatsızlığı da doğurup beslemiştir. Bu duyguların hedefinin Kemalist ve süfyanist Ankara iktidarı olması iktizâ ederken, Kürtlerin içinde bulunduğu koyu cehâlet ve Türk amme efkârının da zaman içinde Türkçülüğü kabullenmiş görünmesi sebebiyle yazık ki, Türk milletine kadar uzanmıştır...
Yetmemiş, bir de devlet rüşvetçi polisini, Komünist ve Marksist öğretmenini, tehlikeli ve zararlı addettiği memurlarını Kürt bölgelerine yıllar yılı cezalandırma kastıyla, sürgün göndermek gibi bir gaflete düşmüştür. Cezalandırılarak bu bölgelere gönderilen memurların şahsında devlete bir kamet biçen Kürtler, Ankara ve Türkleri bütünüyle edepsiz, dinden imandan mahrum mahluklar olarak görmüştür. Bu sürgün kitlesinin içindeki intikam duyguları, geldikleri Kürt bölgelerinde ıslah olmak yerine, kin ve nefretle gelişmiş, Batı bölgelerinde yaptıklarının bin beterini bu bölgelerde tatbik sahasına koymuşlardır.
İdeolojik sürgünle gelen çoğu sosyalist ve komünist öğretmenler ise “ezilen halklar” yavesi altında Kürtleri dünyanın en çok ezilen halkı olarak Kürt çocuklarına mekteplerde anlatmış ve tahsilli Kürt çocuklarının önce Marksist, akabinde ise Kürtçü olmalarını netice verecek faaliyetlerini serbestçe ve yıllarca icra etmişlerdir. Düşmanların sevk ve tertibiyle olsa, böylesi bir neticeyi elde etmek, büyük zafer sayılabilirdi. Yazık ki, bu elim netice, Ankara iktidarlarının gafletinin eseri olarak vücut bulmuş ve bugünlere gelinmiştir.
Bugün ırkçılıkla başı dertte olan Kürt grupları ile bu meselenin hâl çâresi kalmamıştır. Irkçılığın her türlüsünü tel’in eden İslâmiyetle, Kemalist Ankara’nın barışık olmaması ve Türkçülükle yol almaya çalışması, ülkeyi bölünmenin eşiğine sürüklemiştir. Kürtlerin Kürtçülerinden yakınanlar, şuursuzluklarıyla düşünmüyorlar veya düşünmek istemiyorlar ki, Kürtçülük, Türkçülüğün veled-i zinâsı olarak hayat bulmuştur. Ve düşünmüyorlar ki, kendileri için meşru ve gözyaşartıcı bir dâvâ gördükleri Türkçülüğün yansıması olan Kürtçülük de Kürtçüler için aynı şekilde meşru, mukaddes ve gözyaşartıcı bir dâvâdır. Hakikat ortada değil mi? Çeyrek asırdır dünyanın en cengaver ordularının başında sayılan Türk ordusunun kahredici gücüyle elde edilemeyen bir zaferi kuvvet ve polisiye tedbirden bekleyemezsiniz, bunun sonu yok...
Bir Müslüman olarak nazarımda bütün ırkçılar ve ırkçılıklar merduttur; şiddetle reddeder, hezeyân ve budalalık olarak değerlendiririm. Türkçülük de, Kürtçülük de kabulüm değildir; ikisini de ittiham ediyorum... Ne var ki Türkçülük peder, Kürtçülük veled olmasın noktasından suçlu mevkiinin birinci sırasına Türkçülüğü oturtturum. Bu, Kürtçülüğü mazur göstermek değil, küçük de olsa bir hakkı teslim etmektir...
Bu saatten sonra AK Parti ve bu memleketi seven vatanperverlerin yapacağı şey, bu elîm probleme rahm-ı mader olan ırkçı Kemalizm’den vazgeçip bin yılın kucaklayıcı ve bütünleştirici mayası İslâmiyet hakikatlerine dört elle sarılmaktır. Bediüzzaman’ın tabiriyle “İnsaniyet-i Kübra olan İslâmiyet” bütün dertlerimizin devası olabilecek şümâla sahib semâvi hakikatler bütünüdür. İslâmiyetin câri olduğu devirlerde Müslümanların sulh ve saâdret içinde yaşadıklarına târih şâhiddir.
Türk ve Kürdün kardeşliğini yeniden tesis edecek İslâmî hakikatlerin kabul görmüş parlak bir aynası olan Risale-i Nurlar ve müellifi bu toprakların varlığıdır. Devlet, Risale-i Nurlar ve Said-i Nursî’ye, Kemalist ideolojinin baskısı altında düşmanlık yapmaktan vazgeçip neşrine çalışmalı, bu hizmetin önünü açmalıdır. Demokratik Teşebbüler çerçevesinde Risale-i Nurlar bu topraklarda yaşayan insanların istifadesine devlet marifetiyle takdim edilmeli, neşrine çalışılmalıdır.
Kürt Meselesini çözmeye çalışan Ankara, “kimi muhatab alacağım”, şaşkınlığı içinde kan kaybetmeye devam etmek yerine, resmî ve ırkçı ideolojiden vazgeçip kahir ekseriyeti hâlâ çok mâsum ve samimî dindar olan Kürtlere İslâmiyetle kucak açmalıdır. İslâmiyetin insanlığın uç sınırını çizen hakikatleri, Kürtler’in kışkırtılmış ırkçı kimlik taleblerini tadil ve ref edecektir.
Dünyevî refah ve seviyelerini yükseltmek ise çok daha basittir. Çeyrek asırda bir trilyon doları, PKK terörünü bitireceğiz, diye hebâ eden Ankara, bölgeye yatırım yapmakta, istihdam temin etmekte acz içinde olamaz. Sâdece askerî tedbirlerle hebâ edilenler bile bölgeyi kısa zamanda Batı sâhilleri seviyesine yükseltir...
DTP’nin kapatılmış olması, dünyanın sonu değildir, doğru... Ama Ankara’nın doğru bir yol tutturamaması, ırkçı resmî ideoloji ve Türkçülükten yakasını sıyıramamısı Türkiye’nin sonunu getirebilir. Sokağı ateşe vermek için tetikte bekleyenlerin adım adım hedefe gittiklerini görmemek için kör olmak yetmez, hamaset duyguları kabarmış, kin ve nefreti insanlığını öldürmüş canavar ama ahmak ırkçılar olmayı de gerektirir.
Yaşasın Türk ve Kürdün kardeşliğini tesis ve tahkim eden İslâmiyet, kahrolsun bu kardeşliği tahrible bölünmemize çalışan ırkçılar! Asla ve asla ümidsiz değilim, Kürt ile Türkün İslâmın potasında tekvücut olmuş kardeşliği canlanarak devam edecek ve ırkçılığın her türlüsü mevt ile cehennemi boylayacaktır... AK Parti de neticeye, değişen ve çoğu hakikatsiz şartlardan hareketle varamayacağını görmeli; hedefe, hak ve hakikatlerden yürüyerek varılacağını anlamalı artık... Kiminle el sıkışacağım diye muhatab arayışlarıyla vakit kaybetmek yerine, şartlar ne olursa olsun insânî bir gereklilik olan Demokratik Teşebbüsü kararlılıkla ve bir an önce icraaya koymalı.
Tertib olduğu çok açık olan Tokat felâketi ve benzerleri ile duraklamak, tertiplere sahiplik yapan, bu memleket ve insanlarının gerçek düşmanlarının insafsızca tuzaklarına düşmek ve onların emeline hizmet etmek demektir. Durmak, duraklamak değil, depara kalkmak, mümkünse uçmak zamanıdır. Bir asrı hebâ ettik, daha fazlasına takat getiremeyiz.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.