Kırkıncı Hocamın Risale-i Nur dersleriyle ben oldum

Kırkıncı Hocamın Risale-i Nur dersleriyle ben oldum

Hekimoğlu, Kırkıncı Hocaefendi'nin Risale-i Nur derslerine nasıl başladığını aktardı

Risale Haber-Haber Merkezi

Hekimoğlu İsmail, "Hekimoğlu İsmail olmamda, Kırkıncı Hoca’mın payı büyüktür" dedi. Zaman'daki yazısında askerlik yaparken içinde bulunduğu durumu ve arayışlarını yazan Hekimoğlu, Kırkıncı Hocaefendi'nin Risale-i Nur derslerine nasıl başladığını da aktardı.

Yazısı şöyle:

1956’da tayinim Erzurum Kandilli’ye çıktı. Civarda birkaç esnaf, bir cami, bir de ilkokul vardı. Askerliğin dışında yaptığım bir şey yoktu. Kışlada yatıp, kalkıyordum. Kafamın çok karışık olduğu, kendimi yalnız hissettiğim bir dönemdi. O günlerde İstanbul’a, Mehmet Zahit Kotku Hoca’ma mektuplar yazardım:

“Hocam, kafam karışıyor, her şeyin bir temel noktası var. Her şey, bir şeye istinat ediyor. Bu sırrı yakalayamıyorum, bunu anlayamıyorum. Anlasam bile kendimi o sırrın içinde eritmek istiyorum. Sevmiyorum, yaşadığım hayatı… Bir günah selinin içinde, tahta parçasının üzerindeyim. O pis sulardan kendimi bu kadar koruyabiliyorum. Düşsem boğulacağım. Düşmemek elimde değil. Bir hayal âleminde miyim, kâbus mu? Her an, ağzımı kımıldatmadan Allah diyorum… Zikirde göğsüm daralıyor, çatlayacak gibi oluyor, dayanamıyorum. Bilmem ki dualarınızı istemeye hakkım var mı? Amma çok muhtacım. Emirlerinizi beklerim, aziz ve muhterem hocam…”

Bu ve buna benzer mektuplar Mehmed Zahid Kotku adına gönderilir, ondan da cevap gelirdi. Hep dua tavsiye ederdi.

Sonraları cumartesi-pazar günleri Erzurum’a gidip, Murat Paşa Camii’nde Risale-i Nur derslerine katılmaya başladım. Mehmet Kırkıncı Hoca’mı da bu derslerde tanıdım.  Risale-i Nurları okur, anlatırdı. Hocamın ilmine hayrandım. “Demek ki insan çalışırsa böyle ulvi noktalara gelebilirmiş.” diye düşünürdüm. Duyduğuma göre babası, “Mehmet, sen ilme çalış, ölünceye kadar senin her türlü ihtiyacını ben karşılayacağım.” demiş. İşte bu söz bize bir âlim kazandırmış.

Gece dersten çıkar, trenle Kandilli’ye ulaşırdım. O zamanlar arabalarda, trenlerde klima yoktu. Buz gibi vasıtalarla derse gider gelirdim. Bazen çok şiddetli kar yağardı, bu yüzden yolumu kaybettiğim olurdu. Her derse “Yakalanacağım, ordudan atılacağım, hapse gireceğim.” diyerek giderdim. Bu hal bana gülmeyi unutturmuştu çünkü Türkiye’nin her yerinde derste yakalananlar, hapse atılanlar çoktu.

Kandilli’ye geleli bir sene olmuştu. İlk defa astsubay gazinosuna gittiğimde beni görenler, “Hoş geldin, yeni mi tayin oldun?” diye sormuşlardı. Ben de bir sene evvel geldiğimi, keşif bölüğünde olduğumu söyleyince şaşırarak yüzüme bakıyorlardı. İçki içmeyen, kumar oynamayan, balolara gelmeyen bir astsubay… Kırkıncı Hoca’mın dersleri, bende manevî inkişaflara vesile oluyordu.

Kırkıncı Hocam, hayret makamında yaşar. Mesela bir bitkinin fabrika gibi çalışmasına hayretle bakar. Gök cisimlerini, bunların bitmez tükenmez enerjilerini, birbirleriyle irtibatını düşünür, hayret eder. Yumurtanın içine gagasıyla, kanatlarıyla, ayaklarıyla ve iç organlarıyla tavuğu yerleştiren Allah’ı düşünür, hayret eder. Petekten çıkan arının uçarak yüzlerce metre ilerleyip çiçeği eliyle koymuş gibi bulmasına ve alınması gereken kısımları alıp getirip bal yapmasına hayretle bakar. Kâinat kitabını okumayı, “Sübhanallah” demeyi, Kırkıncı Hoca’mda gördük… Ömer Okçu’nun Hekimoğlu İsmail olmasında Mehmet Kırkıncı Hoca’mın payı büyüktür. Allah razı olsun.