Himmet UÇ
Kış üzerine düşünceler
Çok kış şiiri vardır ama derin ve orijinal imajlar azdır.
Kışı Bediüzzaman gibi derinden ve çok farklı farklı perspektiflerden hisseden bir insanımız, bir estetimiz yok. Bütün kış mülahazalarına bak bir de ona bak, ah kör dünya kör insanlar. Kar beyazlığında bir ruhu karartmak isteyen karanlık ruhlular bunların hesabını ahirette vereceksiniz. Bizim son üç yüz yıldır tefekkür dünyamız, estetik telakkilerimiz boşken bir insan gelmiş kelimelere hayat vermiş, onları dar anlamlarının ötesine götürmüş hem bizi değiştirmiş hem ruhları.
Aşağıdaki satırlarda nasıl kışı ölüme ve baharı yeni bir hayata benzetiyor.
“Nasıl ki bir saatin saniyeleri ve dakikaları ve saatleri ve günleri sayan haftalık saatin milleri birbirine benzer, birbirini ispat eder. Saniyelerin hareketini gören, sair çarkların hareketlerini tasdik etmeye mecbur olur. Aynen öyle de, semâvât ve arzın Hâlık-ı Zülcelâlini bir saat-i ekberi olan bu dünyanın saniyelerini sayan günler ve dakikalarını hesap eden seneler ve saatlerini gösteren asırlar ve günlerini bildiren devirler birbirine benzer, birbirini ispat eder. Ve bu gecenin sabahı ve bu kışın baharı kat’iyetinde fâni dünyanın karanlıklı kışının bâki bir baharı ve sermedî bir sabahı geleceğini hadsiz emârelerle haber verir diye, Hafîz ismi ile isimleri, biz Hâlıkımızdan sorduğumuz haşir meselesine cevap veriyorlar.”
Büyük ıztırapların adamı, hayatı hep kış mevsimi gibi ama bir milletin ve dinin kararan baharına çalışmış. Denizli’de bir otel penceresinden kışı görür ve düşünür:
“Denizli hapsinden tahliyemizden sonra, meşhur Şehir Otelinin yüksek katında oturmuştum. Karşımda güzel bahçelerde kesretli kavak ağaçları birer halka-i zikir tarzında gayet lâtif, tatlı bir surette hem kendileri, hem dalları, hem yaprakları havanın dokunmasıyla cezbedârâne ve câzibekârâne hareketle raksları, kardeşlerimin müfarakatlarından ve yalnız kaldığımdan hüzünlü ve gamlı kalbime ilişti. Birden güz ve kış mevsimi hatıra geldi ve bana bir gaflet bastı. Ben o kemâl-i neş’e ile cilvelenen o nâzenin kavaklara ve zîhayatlara o kadar acıdım ki, gözlerim yaşla doldu. Kâinatın süslü perdesi altındaki ademleri, firakları ihtar ve ihsasiyle kâinat dolusu firakların, zevâllerin hüzünleri başıma toplandı.
“Birden, hakikat-i Muhammediyenin (a.s.m.) getirdiği nur imdada yetişti. O hadsiz hüzünleri ve gamları, sürurlara çevirdi. Hattâ o nurun, herkes ve her ehl-i iman gibi benim hakkımda milyon feyzinden yalnız o vakitte o vaziyete temas eden imdat ve tesellîsi için, zât-ı Muhammediyeye (a.s.m.) karşı ebediyen minnettar oldum. “
Mevsimleri bir kitabın yaprakları gibi görür, Allah’da o sayfalarda nakışlar yapan bir Nakkaş-ı Ezelidir.Allah’a nakkaş demesi ve onu nakışlar yapan şekilde anlatması büyük bir sanat anlatımıdır.
“Nakkaş-ı Ezelî, gözümüzün önünde, kışın beyaz sayfasını çevirip, bahar ve yaz yeşil yaprağını açıp, rûy-i arzın sayfasında üç yüz binden ziyâde envâı, kudret ve kader kalemiyle ahsen-i sûret üzere yazar; birbiri içinde birbirine karışmaz. Beraber yazar; birbirine mâni olmaz. Teşkilce, sûretçe birbirinden ayrı, hiç şaşırtmaz; yanlış yazmaz “
Garip bir imajla da Mehdi’yi alemi İslamın kışını bahara çevirecek bir büyük organizatöre benzetir:
“Madem âdeti öyle cereyan ediyor. Âhirzamanın en büyük fesadı zamanında, elbette en büyük bir müçtehid, hem en büyük bir müceddid, hem hâkim, hem mehdi, hem mürşid, hem kutb-u âzam olarak bir zât-ı nuranîyi gönderecek ve o zat da ehl-i beyt-i Nebevîden olacaktır. Cenâb-ı Hak bir dakika zarfında beyne's-semâ ve'l-arz âlemini bulutlarla doldurup boşalttığı gibi, bir saniyede denizin fırtınalarını teskin eder. Ve bahar içinde bir saatte yaz mevsiminin nümunesini ve yazda bir saatte kış fırtınasını icad eden Kadîr-i Zülcelâl, Mehdi ile de âlem-i İslâmın zulümatını dağıtabilir. Ve vaad etmiştir; vaadini elbette yapacaktır."
***
Cenab Şahabettin estetik bir şairdir. Osmanlı Türk şiirinin bir estetik zafer abidesi gibidir bu şiir. Kar yağışı bu kadar zerafet ve hassas bir göz ve akıl ile yazılabilir. Şiirin geneline bir hüzün hakimdir ama kar ve yağmur semavatın neşesidir. Kar insan aklının almayacağı bir harika tasarımdır. Binlerce kilometre uzaktan suyu yumuşacık bir yapı ile kara dönüştürüp insanları rahatsız etmeyecek bir ilahi hızla aşağı indirmek ancak Allah ın yapacağı bir iştir.
Her yağmur ve kar tanesini bir meleğin indirdiğine inanmamak kabil değil. Ne kadar hassas bir düzenle bu ilahi misafir olan insana saygı gösterip ona harika fiiller ile hürmet eden bir yaratılış. Ya bizim bu kemal-i nezaketle bizim için çalışan kainatın İlahına karşı tavrımıza ne dersin? Nimetlerini görünce kendimizden geçip, camiyi görünce önünden geçen bir mantık. Bizim ki en azından benim ki öyle. Cenap için bir fatiha okumak da vacip değil mi?
Elhan-i Şita
Bir beyaz lerze, bir dumanlı uçuş,
Eşini gaib eyleyen bir kuş gibi kar
Gibi kar
Geçen eyyâm-i nevbaharı arar...
Ey kulûbün sürûd-i şeydâsu,
Ey kebûterlerin neşideleri,
O baharın bu işte ferdâsı
Kapladı bir derin sükûta yeri
Karlar
Ki hamûşâne dem-be-dem ağlar.
Ey uçarken düşüp ölen kelebek
Bir beyaz rîşe-i cenâh-i melek
Gibi kar
Seni solgun hadîkalarda arar.
Sen açarken çiçekler üstünde
Ufacık bir çiçekli yelpâze,
Nâ'şun üstünde şimdi ey mürde
Başladı parça parça pervâze
Karlar
Ki semâdan düşer düşer ağlar!
Uçtunuz gittiniz siz ey kuşlar;
Küçücük, ser-sefîd baykuşlar
Gibi kar
Sizi dallarda, lânelerde arar.
Gittiniz, gittiniz siz ey mürgân,
Şimdi boş kaldi serteser yuvalar;
Yuvalarda -yetîm-i bî-efgân!-
Son kalan mâi tüyleri kovalar
Karlar
Ki havada uçar uçar ağlar.
Destinde ey semâ-yi şitâ tûde tûdedir
Berk-i semen, cenâh-ı kebûter, sehâb-ı ter...
Dök ey semâ -revân-ı tabiat gunûdedir-
Hâk-i siyâhın üstüne sâfî şükûfeler!
Her şahsâr şimdi -ne yaprak, ne bir çiçek!-
Bir tûde-i zılâl ü siyeh-reng ü nâ-ümid...
Ey dest-i âsmân-ı şitâ, durma, durma, çek.
Her şâhsârın üstüne bir sütre-i sefîd!
Göklerden emeller gibi rizan oluyor kar
Her sûda hayâlim gibi pûyân oluyor kar
Bir bâd-ı hamûşun Per-i sâfında uyuklar
Tarzında durur bir aralık sonra uçarlar,
Soldan sağa, sağdan sola lerzân ü girîzân,
Gâh uçmada tüyler gibi, gâh olmada rîzân
Karlar, bütün elhânı mezâmîr-i sükûtun,
Karlar, bütün ezhârı riyâz-ı melekûtun.
Dök kâk-i siyâh üstüne, ey dest-i semâ dök.
Ey dest-i semâ, dest-i kerem, dest-i şitâ dök:
Ezhâr-ı bahârın yerine berf-i sefîdi;
Elhân-ı tuyûrun yerine samt-ı ümîdi.
***
Kar Mûsıkîleri-Yahya Kemal Beyatlı
(Varşova 1927)
Bin yıldan uzun bir gecenin bestesidir bu.
Bin yıl sürecek zannedilen kar sesidir bu.
Bir kuytu manastırda duâlar gibi gamlı,
Yüzlerce ağızdan koro hâlinde devamlı,
Bir erganun âhengi yayılmakta derinden...
Duydumsa da zevk almadım İslav kederinden.
Zihnim bu şehirden, bu devirden çok uzakta,
Tanbûri Cemil Bey çalıyor eski plâkta.
Birdenbire mes'ûdum işitmek hevesiyle
Gönlüm dolu İstanbul'un en özlü sesiyle.
Sandım ki uzaklaştı yağan kar ve karanlık,
Uykumda bütün bir gece Körfez'deyim artık!
***
Ahmet Hamdi Tanpınar/Kış bahçesi şiiri
Bu şiirde kışın nasıl bahara hamile olduğunu, gelecek bahar için doğum sancısı çektiğini anlatır. Tabiatı insana değil insanlığa ve dünyaya bakan yönünden görmüştür şair. Baharı hazırlamak içindir, evrende durağanlık yoktur, her hareket hem ana hem sonrasına hizmet eder. Bütün bahar kışın karnında uykudadır ve baharda uyanacaktır. İmajları estet şairi anlatır, kışı ana rahmine benzetir. Bir bilinmezlik kapısıdır, sıradan kış imajlarının dışında harika imajlar ortaya koymuştur büyük estet.
Ne güzeldi o kış bahçesinde
Güllerin ta derinlerde çalışan uykusu
Sana bir bahar hazırlamak için.
Yapraklar, dallar, filizler
Ne güzeldi o kış bahçesinde
Güllerin ta derinlerde çalışan uykusu
Sana bir bahar hazırlamak için.
Yapraklar, dallar, filizler
Eski masal dilberleri gibi
Hep toprağa eğmişler başlarını
Doğmamış çocuklara
Ninni söylüyorlardı sanki…
Ana rahmi gibi sıcak ve yüklü idi hava
İyi mayalanmış hamur gibi
Gizli nabızlarla kabarıyordu toprak
Belli ki çok derinlerde
Oluşun ışık sızmaz mahzenlerinde
Bir şeyler oluyordu, mucizeli ve sessiz
Şimşekler dolaşıyordu, küçük, mavi, kıvrak
Kandan daha kırmızı, geceden daha mor
Bakışlar, renkler, kokular, binlerce mahmur
Uyku ve nazlı uyanış
Sevinç, hiddet, zafer çığlığı
Lalenin üslubu, gülün sevinci, menekşenin kederi.
Bilinmezin kapısında el ele vermiş
Geleceğe hazırlanıyordu her şey,
Bu ümitle yüklüydü sessizlik,
Sanki tek bir ânı yaşıyordu dünya.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.