Kitab-ı kebîr-i kâinatın muallimi ekberi

Kitab-ı kebîr-i kâinatın muallimi ekberi

Günün Risale-i Nur dersi

Bismillahirrahmanirrahim

İKİNCİ MESELE: İsm-i Hakem ve Hakîm, bedâhet derecesinde, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın risaletine delâlet ve istilzam ediyor denilebilir.

Evet, madem gayet mânidar bir kitap, onu ders verecek bir muallim ister. Ve gayet güzel bir cemal, kendini görecek ve gösterecek bir âyine iktiza eder. Ve gayet kemalde bir san’at, teşhirci bir dellâl ister. Elbette, herbir harfinde yüzer mânâlar, hikmetler bulunan bu kitab-ı kebîr-i kâinatın muhatabı olan nev-i insan içinde, elbette bir rehber-i ekmel, bir muallim-i ekber bulunacak. Tâ ki, o kitapta bulunan kudsî ve hakikî hikmetleri ders verecek; belki kâinattaki hikmetlerin vücudunu bildirecek; belki kâinatın hilkatindeki makasıd-ı Rabbâniyenin zuhuruna, belki husulüne vesile olacak; ve umum kâinatta Hâlık tarafından gayet ehemmiyetle izharını irade ettiği kemâl-i san’atını, cemâl-i esmâsını bildirecek, âyinedarlık edecek. Ve o Hâlık, bütün mevcudatla kendini sevdirmek ve zîşuur mahlûklarından mukabele istediğinden, o zîşuurların namına birisi o geniş tezahürât-ı rububiyete karşı geniş bir ubudiyetle mukabele edip, ber ve bahri cezbeye getirecek, semâvat ve arzı çınlatacak bir velvele-i teşhir ve takdisle o zîşuurların nazarını o san’atların Sâniine çevirecek; ve kudsî dersler ve talimatla bütün ehl-i aklın kulaklarını kendine çevirecek bir Kur’ân-ı Azîmüşşanla, o Sâni-i Hakem-i Hakîmin makasıd-ı İlâhiyesini en güzel bir surette gösterecek; ve bütün hikmetlerinin tezahürüne ve tezahürât-ı cemâliye ve celâliyesine karşı en ekmel bir mukabele edecek bir zât, güneşin vücudu gibi bu kâinata lâzımdır, zarurîdir. [Otuzuncu Lem'a]

Bediüzzaman Said Nursi

Sözlük:
Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun  
Hâlık: herşeyi yaratan Allah
Kur’ân-ı Azîmüşşan: şan ve şerefi yüce olan Kur’ân  
Resul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.)
Sâni: herşeyi san’atlı bir şekilde yaratan Allah  
Sâni-i Hakem-i Hakîm: her varlığa hakkını veren, herşeyi hikmetle ve san’atla yaratan Allah
arz: yeryüzü 
bedâhet: açıklık, aşikâr olma
ber ve bahr: kara ve deniz 
cemâl: güzellik
cemâl-i esmâ: isimlerin güzelliği  
cezbe: Allah aşkıyla kendinden geçme
dellâl: ilan edici, duyurucu  
delâlet: delil olma, işaret etme
ehemmiyet: değer, önem 
ehl-i akıl: akıl sahipleri
ekmel: en mükemmel  
hakikî: asıl, gerçek
hikmet: fayda, gaye  
hilkat: yaratılış
husul: meydana gelme 
iktiza etmek: gerektirmek
irade etmek: dilemek  
ism-i Hakem ve Hakîm: Allah’ın küllî hükmünü ve her şeyi hikmetle yarattığını ifade eden isimleri
istilzam etmek: gerekli kılmak
izhar: ortaya çıkarma, gösterme
kemâl: mükemmellik, kusursuzluk  
kemâl-i san’at: eksiksiz ve mükemmel san’at
kitab-ı kebîr-i kâinat: büyük bir kitabı andıran kâinat  
kudsî: her türlü kusur ve noksandan uzak
kâinat: evren  
mahlûk: varlık
makasıd-ı Rabbâniye: herşeyin Rabbi olan Allah’ın yüce maksatları, gayeleri  
makasıd-ı İlâhiye: Allah’ın varlıkları yaratmasındaki maksatları
mevcudat: varlıklar  
muallim: öğretmen
muallim-i ekber: en büyük öğretmen  
muhatap: hitab olunan, kendisine söz söylenilen
mukabele: karşılık verme  
mânidar: mânâlı, anlamlı
namına: adına 
nazar: bakış
nev-i insan: insan türü, insanlık 
rehber-i ekmel: en mükemmel rehber
risalet: elçilik, peygamberlik  
semâvât: gökler
suret: biçim, şekil  
talimat: eğitimler
tezahür: ortaya çıkma, görünme  
tezahürât-ı cemâliye ve celâliye: Allah’ın sonsuz güzelliğiyle birlikte heybet ve haşmetinin sürekli bir şekilde kendini göstermesi
tezahürât-ı rububiyet: Allah’ın bütün varlık âlemini kuşatan egemenliği, yaratıcılığı, idaresi ve terbiyesinin gözle görülür olması  
teşhirci: sergileyici
ubudiyet: Allah’a kulluk  
umum: bütün
velvele-i teşhir ve takdis: güzellikleri dile getirme ve kusursuzluğu ilân etme sesleri  
vesile: aracı
vücud: var olma  
zarurî: zorunlu
zuhur etmek: ortaya çıkmak, görünmek  
zîşuur: şuur sahibi
âyinedarlık: ayna tutuculuk