Ahmet Nebil SOYER

Ahmet Nebil SOYER

Kıyam, ayakta durmak

Kıyam, çok doğurgan bir kelime. Namazda kıyam, ayakta durmak; insan ayakta dururken direk gibi durur, hem bedensel bir direk ve devamlılık hem de dinin de direğidir bu duruş. Namaz dinin direğidir, Allah‘ın huzurunda durarak hem dinin hem de dünyanın direği görevini ortaya koyar. Hem fiziksel hem de sembolik olarak görevini yerine getirir. Kıyam etmeyen kayyumdan süreklilik isteyemez, insan onun huzurunda kıyam ettikçe kıyametini geciktirir, kıyam yoksa kıyamet mukarrerdir. Namazsız bir toplum kıyameti davet eder, ne kadar namaz konusunda yaya bir toplum bak da gör.

Kıyam kayyumiyete intisap. Yoksa intisap, geliyor kıyamet. Namazın müteeddibane davranışlarını, duruşlarını gerçekleştirmeyen bir toplum belaya maruz kalır. Bediüzzaman galiba istiklal savaşını namazsız bir toplumun tatlı koşuşturma olan namazdan kaçmasıyla savaşın nahoş koşmalarına müstahak olduğunu söyler.

Namazın ayakta duruşunu yani kıyamı o anın psikolojik ve fiilin gerekliliğini ayrıntılı olarak anlatır. Kıyama duran bunları düşünmeli öyle ibadet etmeli. Düşünerek ibadet etmek Bediüzzaman’ın namaza getirdiği yenilik. Kainattaki işleri yapanın baki olan güzelliğine karşı, ki en küçük güzelliklere ilgi duyan sen, bütün kainatın güzelliğinin kaynağı olan bir hüsn-i mutlakı o duruş anında düşünmelisin. Bu büyük alemleri senin için çeviren, sürekli değiştiren, sonsuz ve tezelzül etmez bir büyüklüğün karşısında fanilerden yüz çevirip, bu büyüklük ve azametin karşısında kıyamda kal. Bütün bunları elleri bağlı iken başı önünde düşünürse namaz namaz olur, yoksa gündelik işlerin muhasebe defteri gibi telakki ederse olur mu? Öyle ki “namazda aklıma geldi” diye bir anane oluşmuş. Hayatımızı berbat eden dünya, namazımızı da telvis eder, beden başka yerde akıl başka yerde, hayal nerde bilinmez.

“Namazı için, böyle bir vakitte, fıtraten bir cemâl-i bâkîye âyine-i müştak olan ruh-u beşer, şu azîm işleri yapan ve bu cesîm âlemleri çeviren, tebdil eden Kadîm-i Lemyezel ve Bâkî-i Lâyezâlin Arş-ı Azametine yüzünü çevirip, bu fânilerin üstünde Allahu ekber deyip, onlardan ellerini çekip, hizmet-i Mevlâ için el bağlayıp, Dâim-i Bâkînin huzurunda kıyam edip Elhamdü lillâh demekle kusursuz kemâline, misilsiz cemâline, nihayetsiz rahmetine karşı hamd ü senâ edip; اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَعِينُ  demekle muinsiz Rububiyetine, şeriksiz Ulûhiyetine, vezirsiz Saltanatına karşı arz-ı ubûdiyet ve istiâne etmek…”

Dokuzuncu söz marifetullah ile bağlantılı bir namaz anlatır. Arkasında marifetullah ve kainat seyri ve esma-i ilahiye olmayan bir namazı Allah namaz etsin. Bediüzzaman kalıplaşmış bir namaz anlatımına karşı dini, psikolojik, tefekküri ve daha bir çok şeyi namazla birlikte anlatır. İbadetin felsefesi adeta. Liselerde, üniversitelerde, camilerle bu zengin muhtevalı namaz anlatılmalı öyle değil mi? Siyaset falan filan bizi asıl işimizden uzaklaştırdı. Kıyam ve kıyamet. Ümmet perişan, millet perişan kozmik alem perişan, can kardaş can!

İstanbul bir türlü fethedilemez, o arada Eyyüb el Ensari’nin mezarının burada olduğu akla gelir. Toplarlar kalbi bütün veli kulları, hepsi istihareye, namaza durur. Yeri bulup askere kuvve-i manevi yapacaklar. Fatih’in hocalarından biri galiba Molla Gürani tam secde ettiği yerde “eşin burayı” der. Eşerler bir taşın üstünde “haza kabri Ebu Eyyüb” yazılıdır. Asker duyar cuşa gelir. İstanbul’a girilir. Hey veliler, ey Allah’ın mecnunları deliler şu halimizin nedenini bir belirleyin, şu ağlayan afakımıza bir çare bulun… Geceleri kalkın şu millet için ağlayan, secdelere kapanın ey ümmeti Muhammed, ananıza babanıza rahmet. Ebu Eyyüb İstanbul’u fethetmek için gelmiştir. İstanbul’a, askere olan övgüyü bildiğinden onların içinde olmak ister ama tam zamanında himmet eder büyük insan. Nerden bulalım Ebu Eyyüb’ü bilmiyor musun, hani İstanbul’a var ya? Mazide fethedemediği İstanbul’u istikbalde fethetmeye muzahir olmuştur.

Aşağıdaki metinde de kıyamı yani ayakta durmayı son namazın kıyamı gibi düşünür. O’nun huzuruna bu niyetle çıkar. Kıyam farklı yönleriyle izah edilmiştir.

“Hem, muvakkaten onu unutan ve gizlenen dünyayı o dahi unutup, dertlerini kalbin ağlamasıyla dergâh-ı rahmette döküp;

Hem ne olur ne olmaz ölüme benzeyen uykuya girmeden evvel son vazife-i ubûdiyetini yapıp, yevmiye defter-i amelini hüsn-ü hâtime ile bağlamak için salâta kıyam etmek, yani bütün fânî sevdiklerine bedel, bir Ma’bud ve Mahbub-u Bâkînin ve bütün dilencilik ettiği âcizlere bedel, bir Kadîr-i Kerîmin ve bütün titrediği muzırların şerrinden kurtulmak için bir Hafîz-i Rahîmin huzuruna çıkmak…”

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
4 Yorum